Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önceki gün Memur-Sen'de düzenlenen panelde yaptığı konuşmada Gülen Cemaati adı altında örgütlenen Pensilvanya Terör Örgütü ile ilgili yaptığı özeleştiriden yola çıkarak biraz serzenişte bulunmak istiyorum. Zira Erdoğan'ın; "Yanıldık, yanıltıldık" dediği o günlerde bu örgütün ne kadar sinsi ve tehlikeli olduğuna dikkat çekmeye çalıştığım için "Bu kadın iktidarla cemaatin arasını bozmaya çalışan bir truva atı" şeklinde bir yaftalanma durumum var.
Önce size bu yapıyla olan ilişkime dair kısa bir özet yapmak istiyorum. Cemaat'in SABAH gazetesine yazar olmamın hemen ardından bütün diğer gazetecilerle olduğu gibi diyalog kurma çabalarını en başında iyi niyetli yaklaşımlar olarak görmüştüm. Ancak böyle görmeme rağmen de içimden gelen dürtüler gereği asla diğer gazeteciler gibi el ense tokat bir ilişkiye giremedim. Birçok kez... Belki 10 defa yurt dışı seyahatlerinden davet aldım. (Ki bunlardan birisi Pensilvanya'yı da kapsayan bir ziyaretti) O zamanlar ortam gerek onlar, gerekse iktidar için güllük gülüstanlık olmasına rağmen hiçbir davetlerini kabul etmedim. Sadece iki kez Ramazan ayı için verilen İstanbul'daki iftar davetlerine katıldım. O da bir gazeteci olarak ortamlarını görmek ve onları biraz daha yakından tanıyabilmek adınaydı o kadar. Sanırım bu mesafeli duruşum gereği tehlikenin farkına en erken varabilenlerden biri oldum. Hanefi Avcı'nın yazdığı kitap dolayısıyla tutuklanması, ardından Nedim Şener ve Ahmet Şık'a kurulan kumpas ve benim vicdandan yana tavır almam neticesinde örgüt kurmayları tarafından "rahatsızlık veren kişi" olarak işaretlendim ve el altından bu örgütün yönettiği medya sitelerinde günlerce abuk sabuk haberlerle itibarsızlaştırılmaya çalışıldım.
2011 yılının sonlarına yaklaşırken enteresan olaylar yaşanmaya başladı. Ben ve mesai arkadaşlarım Abdurrahman Şimşek, Ferhat Ünlü, Uludere Faciası, Oslo görüşmelerinin sızdırılması, KCK operasyonları sonrası bu yapının medya organlarında yapılan haberlerle MİT ve müsteşarının hedefe oturtulduğunu gördük. Bunun üzerine uyarıcı mahiyette yazılar kaleme aldım. Özellikle GES Komutanlığı'nın devri meselesine dikkat çekmeye çalıştım.
Ve sonunda Türkiye'yi uçurumun eşiğine getiren o 7 Şubat günü yaşandı. Şaka gibiydi her şey. Paralel Örgüt'ün savcı ve emniyetçileri bir blok halinde adeta devlete kafa tutuyor ve operasyon çekiyordu. İşte o günden sonra kelle koltukta var gücümle bu yapıya karşı mücadele etmeye başladım. Neyse ki kriz tehlikenin farkına bizzat varan Başbakan Erdoğan'ın kararlılığı, devlet aklındaki ustalığı sayesinde hafif sıyrıklarla atlatıldı. Ama yanlış zamanda yanlış hamle yaptığını gören örgüt, çeşitli manevralarla yeniden iktidara yanaşma çabalarına girişti. Bazı iktidar mensubu siyasiler ve iktidara yakın gazeteciler de bu manevralara karşılık olarak Pensilvanya'daki örgüt lideriyle ilişkilerin düzeltilmesi için güvercinliğe soyundu. Mesajlar getirip, mesajlar götürdüler. Çok iyi biliyorum ki daha o gün bu uluslararası çapta iş gören hainler ordusunun bitirilmesi için düğmeye basması gerektiğine inanan Erdoğan, işte bu güvercin bozuntularının işgüzarlığı sayesinde beklemeye geçti!
İşte; "Biz de bu konuda maalesef yanıldık, yanıltıldık ve erken netice alamamızın, gecikmemizin sebebi bu olmuştur!" sözleriyle anlatmak istediği budur Erdoğan'ın. Keşke o günlerde o güvercin bozuntularına değil de, bu yapının ne kadar sinsi, tehlikeli ve kindar olduğunu görebilen fitneci diyerek damgalanan ve az sayıda olan bizlere kulak verseydi. İnanın işimiz çok daha kolay, bugünkü durum çok daha farklı olurdu!