Gün içi sadece haber kanalı izlerim. Ben yazı yazarken, kitap ya da gazete okurken muhakkak haber kanalı-ki genellikle de a haber- açıktır televizyonumda. Hem de bangır bangır sesle. Evdeki yardımcı kız bu duruma alışana kadar epey bir cebelleştik. Önceleri bana sormadan kısardı televizyonun sesini. O kısardı ben iki dakika sonra yeniden açardım. Yarım saat sonra yine kısardı. Ben açardım. Baktım olmuyor. Birgün açık ve net bir biçimde tembih ettim; "Elleme sakın bir daha" diye. Allah için o gündür bu gündür ellemiyor kumandayı. Ama geçen hafta salı günü yine aynı şeyi yaptı. Hem de liderlerin grup konuşmalarının orta yerinde. Küt diye kıstı TV'nin sesini.
Benim 'n'apıyorsun' filan dememe fırsat vermeden de sebebini açıkladı.
"Abla ben dayanamıyom ya bu adamın bas bas bağırmasına! Tamam ötekisi de çok yüksek sesle konuşuyo ama bu çok bağırıyo abla be! Çok bağırıyo!" dedi.
Bizim kızın 'bu adam' diyerek kastettiği kişi Kılıçdaroğlu. 'Öteki' dediği ise Başbakan. Bişi demedim o gün. Demedim çünkü farkında değildim gerçekten hangisinin daha çok bağırdığının. İşte geçen salı sırf, 'bizim kız haklı mı değil mi' yi anlamak için kulak kesildim grup konuşmalarındaki ses tonlarına. Önce Başbakan çıktı yayına. Biliyorsunuz epeyce bi Gazze üzerine konuştu. Batılı ülkelere duyarsızlıklarından dolayı sitemlerini iletti. Obama'ya son derece sert mesajlarla göndermeler yaptı. Sonra Suriye'de aylardır tutuklu bulunan ve geçtiğimiz günlerde serbest kalan gazeteci Cüneyt Ünal mevzusuna girdi. Memnuniyetini aktardı filan ve ardından Ünal'ın Suriye'den kurtulmasına aracılık eden CHP heyetine yüklenmeye başladı. İşte o arada Başbakan'ın sesi biraz yükseldi öncekilerden farklı olarak ama yükseklik öyle rahatsız edici boyutlarda filan değildi. Alışık olduğumuz bir düzeydeydi. Ardından Kılıçdaroğlu geçti karşımıza. Yayın başlar başlamaz bizim kız içerden koştu geldi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı sinirden. Elinde pas pas sallaya sallaya; "Bak görüyon mu abla? Nasıl bağrınıyo adam?" dedi. Kalktım yazıyı yazdığım koltuktan TV'nin karşısına geçtim. Pür dikkat izlemeye başladım. Ve gerçekten de hak verdim. Boşa değilmiş garibimin isyanı. Çünkü gerçekten de Kemal Bey konuşmuyor bas bas bağırıyor. O kadar çok bağırıyor ki konuşurken söylediği hiçbir şey anlaşılmıyor. Hepsi güme gidiyor. Konuşma boyunca sesinin tonu aynıydı. Hiçbir yerinde iniş çıkış filan olmadı. (İtiraz eden ya da merak eden varsa arşivlere girip baksın bir zahmet)
Hülasa... Liderliğin ilk şartlarından birinin belagat sanatını icra edebilmek olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bir lider ne kadar başarılı olursa olsun eğer halkı etkileyebilecek kadar güzel konuşamıyorsa o liderin karşılık bulması çok zordur toplumdan. Kılıçdaroğlu'nun bu gerçekliği kabul edip konuşmalarıyla kamuoyunda etki bırakmaya çabalaması takdire şayan bir durumdur ancak hitabet sanatı yani belagat yapmak sürekli bağırmak değildir. Sözü yerinde ve doğru tonda söylemektir! Bir lider bunu başarırsa birçok şeyi de başarmış oluyor. Örnek isterseniz Başbakan Erdoğan derim. Evet yazılı metine bakarak, prompterdan okuyarak hitap ediyor kamuoyuna ama tonlamalarını, iniş çıkışlarını o kadar harika yerlerde yapıyor ki konuşurken belagat sanatını adeta tavana vurduruyor. Ve tabii bunun karşılığını da fazlasıyla alıyor halktan. Ama gelin görün ki cümle âlemin takdir ettiği Başbakan'ın bu özelliğini Kılıçdaroğlu yerden yere vuruyor her fırsatta. "Camdan okuyorsun. Prompterdan okuyorsun" filan diyerek. Bence yanlış yapıyor Kemal Bey. Aslında alay etmek yerine camdan okumuş olsa da üçüncü dönem iktidar olmasının en temel sebeplerinden biri olan Başbakan'ın belagat sanatını icra ederken izlediği bu yöntemi kendisine örnek almalı. Madem gaye, niyet konuşmalarla halkı etkilemek ve karşılık bulmaya çalışmak. O halde doğru olan neyse onu yapacaksın! Eğer bu camdan okumaksa... O zaman gerekirse o camın önünden hiç ayrılmayacaksın.
Öyle değil mi?