HANİ dedim ya; "Onu bugün oturduğu koltuğa taşıyan en önemli faktörler, siyasette kullandığı seviyeli üslup ve kaliteli kişiliğidir. O nedenle de Umut Oran'a, Başbakan Erdoğan'ı eleştirirken harem ağası benzetmesi yapması yakışmamıştır! Şimdi ona yakışan hem kamuoyundan hem de Başbakan'ın şahsından özür dilemektir." Aradı Umut Oran yazının çıktığı gün.
Uzun uzun siyasette kullanılan üslup, dil, politikacıların birbirine önyargıları üzerine falan epeyce bir düşüncelerini aktardı.
Nedense "harem ağası" lafına çok girmemeye çalıştı ve hep, "Onu bir kenara bırakalım" dedi. Ardından da; "O basın açıklamasının neden öyle yazıldığını zamanı gelince anlatacağım bizzat şahsınıza. Borcum olsun" falan diyerek meseleyi geçiştirmeye çalıştı. Ben üsteledikçe, "ama ağır laf harem ağası" falan dedikçe, "Hayır hakaret değildir bana göre.
Ben sadece bir durum değerlendirmesi yaptım. Kabul ediyorum siyasette üslup son zamanlarda çok aşağılara düştü. Ama bunun müsebbibi CHP değil, AKP'dir! Bugünün iktidarıdır! Onlar öyle ağır laflar ediyor ki, muhalefet olarak siz de mecbur kalıyorsunuz aynı tarzla cevap vermeye" dedi.
"Niye, mecbur musunuz buna?" diye sorunca da... Sus pus oldu...
Aslına bakarsanız kendisi bile inanmıyordu söylediklerine.
Bal gibi de harem ağası benzetmesinin yanlış olduğunu biliyordu ancak siyaset gereği de özür dileyemiyordu.
Dedim kendisine de...
"Keşke bütün genel geçer kuralları altüst etseniz ve hiç değilse kamuoyuna, 'Bana yakışmadı. Pardon!' diyebilseniz."
Siyasette sorumluluk böyle bir şey işte! Yanlış da olsa, yanlış diyemiyorsunuz, her ne olursa olsun partinizin bütün politikalarına biat etmek zorunda kalıyorsunuz.
Neyse...
Yine de telefonu kapatmadan evvel son olarak, "Size söz veriyorum. Bundan sonra Umut Oran'ın şahsından asla seviyesiz bir cümle duymayacaksınız. Kim, hangi siyasetçi, -buna benim partili arkadaşlarım da dahil-, hangi üslubu kullanırsa kullansın. Umut Oran bildiğinden şaşmayacak! İlk gün ne idiyse aynı rotada yoluna devam edecek!" demesi...
Umut verici oldu.
Sağ olsun.