Size şimdi, "Ben Can Kılıç'ım" desem eminim hatırlamayacaksınız. Haklısınız. Zira üzerinden uzun zaman geçti. Efendim ben 2 Şubat 2011'de hayatını kaybeden Defne Joy Foster'ın oğluyum. Hatırlarsanız o tarihlerde henüz 18 aylık bir bebektim ve biliyorsunuz ki çevremde olan biten her şeyden habersizdim. Öncelikle neler yaşadığımı kısaca size anlatmak istiyorum...
Hıncal Bey, babam İlker Yasin Solmaz sağ olsun epeyce bir zaman bana hissettirmedi onun yokluğunu. Sonraları... Çok sonraları, yuvaya başlayınca falan öğrendim, her çocuğun olduğu gibi benim de bir annem olması gerektiğini... Bugün gibi hatırlıyorum. Bir keresinde sordum babama; "Niye benim de bir annem yok?" diye... Demişti ki; "Seninki uzakta... Çok uzaklarda..." O zamanlar 5 yaşımda falandım. Arkadaşlarımın anneleri gelirdi okul çıkışı. Benimse ya babam ya da bakıcı teyzem. Haliyle merak ederlerdi; "Can. Niye senin annen hiç gelmiyor?" diye sorarlardı. Babamın bana söylediğini söylerdim hep onlara; "O uzaklarda... Çok uzaklarda."
Sonra ilkokula başladım. Aklım başıma erince babam anlattı bana her şeyi. Annemin hasta olduğunu ve bir gece ansızın hayata veda ettiğini söyledi. Ancak bir gün arkadaşımın evinde bilgisayarda oynarken Google'ı keşfettim. Sanırım 8 yaşımda falandım. Eve gelince hemen odama çıktım. Kimselere çaktırmadan bilgisayarımı açıp, arama çubuğuna, onun adını yazdım.
Hakkında her şeyi bilmek istediğim, hiçbir şey bilmediğim annemin adını...
"Defne Joy Foster"...
Binlerce sayfa indi bir anda ekranıma.
"Hayattan elendi!"
"Yok böyle ölüm!"
"O gece son dansı oldu!"
"Harika kız hayata veda etti!"
Ve sonra sizin yazınızı gördüm.
"Bu nasıl mahalle baskısıdır?" başlığını verdiğiniz...
Annemi bir şeytan, aşağılık bir kadın olarak tasvir eden o yazınızı...
Boğazım düğümlendi...
Kalakaldım öylece...
Günlerce...
Hatta yıllarca...
Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim.
Onu hiç hatırlamıyorum Hıncal Bey.
Melez yüzünü, sesini, nefesini, bana, "kuzucuğum" falan deyişini...
Şu anda 18 yaşımdayım. Biliyor musunuz? Onunla ilgili hatırladığım tek şey sizin o yazınız.
8 yaşımda okuduğumda beynime mıh gibi çakılan ve sonunu, "Su testisi su yolunda kırılır" diye bitirdiğiniz, insafsızca annemi bir kez, bir kez daha öldürdüğünüz 4 Şubat 2011 tarihli makaleniz...
Yıllarca tuttum kendimi Hıncal Bey.
Yıllarca bekledim bu an için.
Zamanı geldi. Sormak istiyorum şimdi. Lütfen söyler misiniz;
"Nasıl? Annemin cenazesi henüz kalkarken, daha toprağa bile verilmemişken, o acı babamın, onun anasının yüreğini buram buram dağlarken, nasıl yazabildiniz o yazıyı? Nasıl insafsız olabildiniz o kadar? Ne için? Sırf, 'Herkes aynı şeyi söylüyor ben tersini söyleyeyim de merak uyandırayım. Gündem yaratayım. Tartışılayım' demek için mi? Hiç mi önemi yoktu sizin için babamın, annemin ve onu seven tüm insanların duygularının? Benim 18 aylıkken anasız kalmamın, annemin gencecik yaşında hayata veda edişinin, anneannemin yürek dağlayan haykırışlarının hiç mi anlamı yoktu sizin için Hıncal Bey? Güya babamın şerefini, haysiyetini düşündüğünüz için o yazıyı kaleme aldığınızı söylüyorsunuz. Ama aslında yazdıklarınızla onun haysiyetini de, şerefini de iki paralık ederek onu zavallı bir erkek durumuna düşürüyorsunuz. Velev ki annem babamı aldatmış! Bundan size ne Hıncal Bey? Siz namus bekçisi misiniz? Haysiyet celladı mısınız? Bıraksaydınız da neyin ne olduğuna babam karar verseydi! Okuyorum haberlerde. Babam annemin ölümünden sonra hep yanındaymış. Başından sonuna kadar! Tabutunu taşımış. Ağlamış hüngür hüngür cenazesinde. Mezarına ilk toprağı o savurmuş. Belki de annemi o gece o bekâr evine sürükleyen hâlâ ne olduğunu bilemediğimiz birtakım tesadüflerdi. Talihsizliklerdi! Her neyse! Bundan size neydi Hıncal Bey? Merak ediyorum. Nasıl uyudunuz, nasıl başınızı koydunuz yastığınıza gece o korkunç yazıyı yazdıktan sonra? Sizden ricam... Tabii eğer hâlâ nefes almayı başarabiliyor ve yaşayabiliyorsanız bir yerlerde, o gün olduğu gibi umarsızca... Lütfen anlatın bana. Anlatın! Nasıl yazdınız o yazıyı? Nasıl kullandınız kaleminizi öylesine hunharca?"