Bugüne dek hükümeti düşürmek için pek çok darbe girişiminde bulunuldu ama başarılı olunamadı. Bu defa da ekonomik kriz çıkartarak hükümeti düşürme alternatifi denenmeye başladı. Hatta basına açıklanan savcılık iddianamelerinde hükümetin ekonomik kriz yoluyla düşürülmesinin planlandığı yer aldı. Ama ekonomik kriz çıkarma girişimlerinin gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor.
Niye bir ekonomik krizin çıkma olasılığı çok az?
Çok az çünkü Başbakan Erdoğan, olumsuz dış ve iç faktörlerle bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle mücadele edip olayları Türkiye ekonomisinin lehine çevirmeye çalışıyor. Bu yoğun çabasının karşılığını da alıyor.
Örneğin Bakü'de ECO toplantısında bölgesel pek çok projeyi hayata geçirmek için yoğun çaba sarfetti. Demiryolundan kara yoluna, enerjiden tarıma kadar pek çok projeyi masaya yatırdı. Daha doğrusu Başbakan Erdoğan ev ödevini iyi yaparak bu toplantılara katılıyor.
Bu arada basında kesinlikle konuşmayacakları yazıldığı halde İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ile görüşüp Suriye'de kan dökülmesini durdurmak için ateşkes istedi.
Ardından ikili görüşmede Ahmedinecad'dan Türkiye'nin İran'dan aldığı doğalgaz fiyatını indirmesi talebinde bulundu. Ve İran Cumhurbaşkanı bu fiyat indirimi talebini inceleyeceğini söyledi.
Dikkat edilirse Erdoğan her dış temasında siyaset ve ekonomiyi birlikte masaya yatırıyor. Türkiye'nin siyasi ve ekonomik çıkarlarını birlikte ele alıyor.
Böylece barış yoluyla ekonomide istikrarı sürdüreceğini ve küresel fiyat hareketlerine uygun taleplerle ekonomide maliyetleri azaltıp üretimi artıracağını hesap ediyor.
İşte bu nedenle görüşmesine ihtimal verilmeyen siyasetçilerle beklenmedik görüşmeler yapıyor ve dış faktörlerden gelebilecek riskleri birden geriletiyor.
Yine Kürt sorununu çözmek için de kimsenin beklemediği anda barışçıl çözüm önerilerini siyasi risk alarak uyguluyor. Bakü dönüşü uçakta gazetecilere Oslo görüşmeleri nedeniyle kendisine şahinlerin yaptığı saldırılara güçlü bir biçimde karşı durduğunu göstererek, "Eğer kan dökülmesini durduracaksa hemen yarın MİT Başkanının İmralı'ya gönderirim" diyor. Böylece pek çok siyasetçinin siyasi ikbal endişesiyle korkup üstlenemeyeceği riskleri hemen üstlenebiliyor.
Dolayısıyla ekonomide iç faktörlerden gelebilecek riskleri en aza indiriyor.
Erdoğan'ın tabuları yıkmakta kararlı olduğunu da unutmadan belirtelim. Erdoğan sayıları 500 bini bulan er ve erbaşların oy kullanmasını askerlerin karşı olmalarına rağmen gündeme taşıyor ve bir tabuyu kırıyor. "Askeriyede görev yapan er ve erbaşlar, hatta askeri öğrenciler o görevde bulunmasalardı siyasi seçimlerde oy kullanacaklardı.
O halde bu görevlerini yaparlarken oy kullanamamaları demokrasiyi zedeler" görüşünü savunuyor. Ve subaylar ve astsubaylar oy kullandığına göre, onların da kullanması gerektiğini ileri sürüyor. Yine diğer siyasi partilerin karşı çıkmasına rağmen 18 yaşını seçilme yaşı olarak savunuyor. "18 yaş konusunun ekonomiyle ne ilgisi var?" diyebilirsiniz. Ekonomiyle şöyle ilgisi var. Her şeyden önce siyasete katılma tabanı genişleyince ülke ekonomisinde köylerden şehirlere kadar yeni bir canlanma ortaya çıkıyor.
Seçilme yaşının 18'e indirilmesi pek çok gencin fikirlerini yasal düzeyde gerçekleştirmesine yeni bir kanal açıyor. Siyasete katılım tabanının genişlemesi toplumsal kararlara katılımın yaygınlaşmasını sağlarken ekonomik ilişkileri de çoğaltıyor. Böylece ekonomide atıl kaynaklar harekete geçiyor ve istihdam artıyor.
Kısacası Erdoğan, siyasete katılımı artırarak, toplumun refahında payı olabileceğine inananların sayısını çoğaltmak istiyor. Bu arada fakirlere ucuz konut sağlayarak, kentsel dönüşümle depreme dayanıklı yapıları ortaya çıkartarak, orman arazilerinin devri yoluyla mülkiyeti tabana yayarak İngiliz İşçi Partisi'nin tasarladığı paydaş toplumun bir benzerini Türkiye'de gerçekleştirmeye çalışıyor.