Bu köşeye başladığım 1990 yılından bu yana ikisini de yazdım da yazdım.. Ama hiç ama hiç kimse çözüm aramadı. Hiç ama hiç kimse elini uzatmadı..
Şimdi ikisi de yeniden gündem oluşturdular.. Günlerdir, haber diye, köşe diye yazıp duruyorlar..
Ama suya yazıyorlar.. Az dalgalanır, durulur, silinir, unutulur gider.. Bir on sene sonra belki gene gündem olur..
Bu iki konu ile ilk savaşanlardan olduğum halde, son kampanyaya katılmayış sebebim buydu. Bir kez daha boşa kürek çekmek istemiyordum da ondan..
Sonra birden, Türkiye'de yönetim sisteminin değiştiğini hatırladım. Parlamenter sistemden başkanlığa geçmiştik.
Şimdi bir tek adam, elindeki "Kanun Kuvvetinde Kararname" (KKK) çıkarmak dahil, yetkilerini kullanırsa her ikisini de 24 saatte bıçak gibi kesip atarak çözerdi.
Taksiler ve valelerden söz ediyorum..
Aralarında çok ama çok düzgün iş yapanlar var.
Onlar lütfen alınmasın.. Ama öyle kirlileri var ki, mesleğin adını lekeliyorlar.
*
Dün akşam sinemadan dönüyoruz, İstinye Park'tan.. "Sahilden gidelim, hem nefes alır, hem o dünyalar güzeli Boğaz'ı ışıl ışıl seyrederiz" dedim, Caner ile Nihat'a.. Demez olaydım..*
*
Bunlar benim, konuyu biraz incelemiş biri olarak düşüncelerim. Başkanlık olaya el koyarsa, tabii görev vereceği danışmanlar çok daha geniş bilgi ve uygulamaları inceleyip çözüm önerisi getirirler. Başkan alır, inceler ve hazırlattığı KKK'nın altına derhal imzasını atar.
Bir başka çözüm yolunu ufukta bile görmüyorum.
***
İMAMOĞLU ÇARESİZMİŞ!..
İstanbul'a yerleşmiş mülteciler sosyal ve ekonomik hayatı etkilemeye başlayınca, eleştiri konusu olmaya da başladılar. Bu eleştiriler kentin atanmış sorumlusu Vali Ali Yerlikaya ve seçilmiş sorumlusu Ekrem İmamoğlu'na yöneldi, doğal olarak..
Yerlikaya'dan bir şey duymadım bugüne dek. İmamoğlu "Benim yetkim yok" dedi.
İmamoğlu ya sorumlu olduğu İstanbul caddeleri ve kaldırımlarını bilmiyor ya da yetkilerini..
Geçen gece, Açık Hava Tiyatrosu'ndan çıkmış, şehri boydan boya kat eden ana arterden (Cumhuriyet ve devamı Büyükdere Caddeleri) eve döneceğiz. Ana artere Intercontinental ve Divan otelleri arasından, Askerocağı Caddesi'nden çıkacağız. Tam Divan Pastanesi'nin oralarda trafik, ışıklar yüzünden tıkalı..
Üç göçmen kadın gördük, yanlarında ya da kucaklarında üç beş yaşındaki çocuklar..
Arabaların camlarına vurarak dileniyorlar..
Duran trafiğin arasına o çocuklarla giriyor.
Trafik akmaya başlayınca da kaldırımda yürüyenlere salıyorlar o minikleri ve dilendiriyorlar.
Şimdi "Benim bir şey yapma yetkim yok" diyen İmamoğlu Başkan, kendi Belediye Encümeni'nin ve Belediye Zabıtası'nın raporlarını hiç görmemiş sanki.
"Vatandaşların dini ve insancıl duygularını istismar ederek dilencilik yapan ve yaptıran kişilere 5326 sayılı Kabahatlar Kanunu'nun 33'üncü maddesi gereğince.." diye başlıyordu senin zabıtanın, Google'da bulduğum raporu..
Para cezası vermek, evine (varsa tabii) baskın yapıp varlıklarına el koymak, gözaltına almak dahil ne yetkilerin var, sahiden bilmiyor musun İmamoğlu?.
Sözünü ettiğim yer, İstanbul'un kalbi, Taksim, Elmadağ..
Otoyollar böyle. Tıkanan her yol böyle..
Ama görünürde ne polis var, ne belediye zabıtası..
Özellikle küçük çocukları gece yarılarına dek, cadde cadde, meyhane meyhane dolaştırıp ellerine mendil, su veya çiçek vererek dilendiren aileler ve çetelerle bugüne dek bir tek Erol Çakır Valim bizzat uğraşmış, geceleri sokaklarda dilendirilen tek çocuk ve onları kullanan aile ve çete bırakmamıştı.
Yani istendiği zaman olduğunu ben bizzat gördüm ve yazdım da.. Erol Çakır Valime de teşekkür ettim, emekli olup giderken..
Bugün, İstanbul'un yoğun dertleriyle el ele verip uğraşmaları ve çözmeleri gereken Vali ile Belediye Başkanı, düşman kardeşler gibi, konuşmuyorlar bile..
***
TEŞEKKÜRLER MELİH!..
Kovid aşısı konusunda Melih Altınok kardeşimle ayni düşünmüyoruz. O "Aşı yaptırmam" diyor.
Demekle de kalmıyor.. "Siz de yaptırmayın" algısı yaratıyor. Ben tam tersini düşünüyorum. Melih'in son yazısını eleştirerek bir kez daha yazdım görüşlerimi.. Melih cevap yazdı..
Teşekkürüm bu cevabın üslubuna..
Melih, iki insan "insan" gibi nasıl tartışır onun örneğini verdi.
Hasretini çektiğim üsluptu bu, nasıl teşekkür etmem..
Sevgili Melih..
Sen fikrini yazdın.. Ben de fikrimi. Okur ikisini de okur ve kararını verir. Bu konuyu artık daha fazla uzatmaya gerek yok..
Ama bir gün, benim bahçeye kahve sohbetine beklerim..
Sevgiler..
***
LATİFE...
Mevlüt Tezel, hani o ünlü, yaptığı dini bir karikatür yüzünden bizde fena halde lanetlenen ve linç edilen Fransız Mizah Dergisi Charlie Hebdo'nun son kapağını koymuş, dün köşesine.
Uçaktan inen Afgan kadın göçmenleri karşılayan Fransız halkı, "Afgan kadın mülteciler, kadın cinayetleri ve sokakta taciz ülkesine HOŞ GELDİNİZ" diye bağırıyor. Mevlüt, Fransa'da yapılan bir araştırmada ülke kadın nüfusunun yüzde 12'sinin en az bir kere tecavüze uğradığının ortaya çıktığını da eklemiş.
Yani adamlar sadece kendilerinden olmayana değil, kendilerine de en ağır eleştirileri mizah yolu ile yapıyorlar.
Mevlüt "Skandal kapaklarıyla ünlü dergi" diyor, Hebdo için..
Skandal değil, Mevlüt, Mizah onun adı.. Mizah yolu ile eleştiri.
Peki, eleştiri eleştirilmez mi?.
Tabii.. Her şey gibi, mizah da eleştirilir..
Ama dünya mizahına öncülük etmiş, Nasreddin Hocaları, İncili Çavuşları, Bektaşi Babaları ile öne çıkmış biz Türklerin bu konuda koydukları sınır da belli.. Başlığa bakınca hatırlamış olman gerek..
"Latife, latif gerek!."
***
TEBESSÜM
Çocukken, Oz Büyücüsü adlı çocuk romanını okurken o Teneke Adam'a bakıp, "Beyinsiz biri nasıl düşünüp konuşur" diye merak ederdim.
Şimdi sosyal medya var!. (Benim özel sorum.. Bugün ailenizde Oz Büyücüsü'nü okumuş ya da filmini izlemiş kaç çocuk var?. Kafasını tablet ya da telefondan kaldırmış yani..)
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Nefret, fikirlerin değil, mizaçların (kişisel niteliklerin) çatışmasından doğar. Honore de Balzac