Geçen hafta sonu kadın voleybolcularımız, son Olimpiyat Şampiyonu, bu Olimpiyatlar için 2 yıldır çok sıkı çalışan ve ülke dışında, bu arada Türkiye'de de oynayan bütün voleybolcularını geri çağıran Çin'i yendiler.
Hayır!. Tesadüf falan değil.. Ezerek yendiler.. Galibiyet güzel tabii.. Ama beni asıl coşturan, oynadığımız voleybol oldu. Hem hücumda, hem savunmada harikalar yarattık. Nasıl akıllı oynadı kızlarımızın hepsi.. Nasıl fedakâr.. Nasıl yardımlaşmalı takım oyunu.. Nasıl bireysel güç ve zekâ..
Voleybolumuz son yıllarda özel Eczacıbaşı ve devlet Vakıfbank, Ziraat gibi kurum takımlarına ek, Aziz Yıldırım'ın inatlı çabaları ile yeniden büyüyen Fenerbahçe ve ezeli rakip Galatasaray'ın katılımı ile eksik olan seyirciyi de kazanarak dünya çapında adını duyurmaya başladı. Kulüpler bazında, yabancılar da oynadığı için biraz daha kolay oldu yükselme..
Kadınlar daha hızlı sonuçlar alınca da daha çok destek gördüler.. Kadın Voleybol Milli Takımı'mız da hızla yükselmeye, daha önce "Set aldık" diye sevindiğimiz takımları yenmeye başladı. Çin zaferi ülkeyi sarsarken, bu başarının arkasındaki harika adamı ihmal ettik gibi geliyor bana.. Dışarıdan çok kolay oyuncu almak mümkünken, onlarla rekabet edecek yerlilerin yetişmesini sağlayan sistemi kuran Voleybol Federasyonu'nun Başkanı Mehmet Akif Üstündağ..
Asıl onun Çin galibiyeti üzerine sözleri manşetlere çıkmalıydı.
Yazan bile çıkmadı doğru dürüst..
Siz bu satırları okurken, takımımız İtalya ile ikinci maçını oynuyor olacak, bu sabah 10.25'te..
Sanırım ofislerde bile TRT Spor kanalları açık olacak..
Şimdi ülkeyi ekran başına toplayan kadın voleybolünde Federasyon'un kurduğu altyapı düzenine bir bakalım..
Üstündağ'a göre başarının sırrı oyuncuların kalitesi, takım çalışması ve altyapı yatırımlarında saklı. İlk ikiyi biliyoruz zaten. Ya üçüncüsü..
Anlatıyor..
"Avrupa'da örnek gösterilen projelerimiz var.
2013 yılında kurulan ve bir voleybol okulu organizasyonu olan Fabrika Voleybol onlardan biri.
6-12 yaş arasındaki çocukları voleybol ile tanıştırmayı ve lisanslı sporcu sayısını artırmayı hedefleyen bu proje ile İzmir'den Kahramanmaraş'a, Tunceli'den Giresun'a kadar Türkiye'nin 35 farklı noktasında okul açtık.
Buradan çıkan yetenekli oyuncuları kulüplerimize servis ediyoruz. Buna ek olarak Ankara TVF Spor Lisemizde 350'den fazla öğrencimiz var, 200'den fazlası yatılı öğrenciler. Karşılıksız burs imkânları sağladık.
Eğitim almalarını, bir yandan da iyi birer sporcu olmalarını istiyoruz.
Ülke çapında 100'den fazla gözlemci ekibimiz mevcut. Türkiye'nin dört bir yanından yetenekli çocukları topluyoruz.
Anlayacağınız hiçbir başarı tesadüf değil!
Uzun vadeli, sabırlı ve sistemli çalışmanın bir ürünü." Kadın Voleybol Milli Takımı'mız Çin'i ezerken, ayni gün bir kadın, bir erkekten kurulu Karma Okçuluk Milli Takımı'mız çok küçük farklarla önce altın, sonra da bronz madalyayı kaçırdı.
Küçük farkların tecrübesizlikten geldiğini anlamak için okçuluk uzmanı olmaya gerek yok.. Ki ben yıllar önceki kişisel dostlarım sayesinde bu sporla tanıştım ve içine düştüm.. O zaman Okçuluk Federasyonu Başkanı Uğur Erdener ve gene o zamanki eşi, Uluslararası Okçuluk Hakemi Macide Erdener soktular beni okçuluğun göbeğine..
Hacettepe Hastanesi'ni adeta yeniden yaratan Dr. Uğur, Antalya'yı bir Dünya Uluslararası Okçuluk Merkezi haline getirmişti. Özenle yetiştirilen ve seçilen kadın-erkek okçularımız burada kampa alınıyor, yarışıyor ve uluslararası şampiyonlarda hem bireysel, hem takım halinde büyük başarılar elde ediyorlardı.
Şimdi 7 Olimpiyat öncesine dönelim..
Atlanta Oyunları'nda (1996) yabancı gazeteciler Kenan'la (Onuk) bana gelip özellikle Türk kadın okçuları hakkında bilgi istiyorlardı.. Okçulukta yepyeni Türkiye, kadınlarını Olimpiyat favorileri arasına sokmuştu. Madalyaları gene, geçen hafta sonu olduğu gibi kıl payı kaçırdık ama belliydi ki arkası gelecek, ileri olimpiyatlarda harikalar yaratacaktık.
Yarattık da.. Ama okçuluk kadın, erkek milli takımlarında değil, Başkan Uğur Erdener'de..
"Uğur, meğer Antalya'yı Uluslararası Okçuluk Merkezi yaparken kendini düşünürmüş" dedirtti bana..
Önce Uluslararası Okçuluk Federasyonu'na sızdı. Müthiş ilişkiler kurdu ve Uluslararası Okçuluk Federasyonu Başkanı oldu.
Bu başkanlık ona otomatik IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) Yönetim Kurulu Üyeliği getirdi. İşini o kadar iyi biliyordu ki, kısa zamanda IOC Asbaşkanı oldu. 2011'de Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı da oldu. Kasım 2017'de Uluslararası Olimpik Yaz Sporları Federasyonları Birliği Asbaşkanı olmayı başardı..
Bunlar da Türkiye için çok iyi şeylerdi ama, Türk okçuluğunu unutmasa.. 1996'nın arkasını getirseydi..
Onu bir daha Türkiye'de gören, duyan olmadı.. Onu bu makamlara getiren okçuluk sporumuzu da unuttu. Belki de bilerek unuttu. Kafasında IOC Başkanlığı da yattığı için, "tarafsız" görünmek işine geliyordu, belki de. Tarafsızlık da, Türkiye ile hiç ilgilenmemek oluyordu.
*
Bu yazıyı neden yazdım, anladınız sanırım.. İki adamın farkını görmeniz için..
Bir yanda hiç tanımadığım, adını bile bu hafta sonu öğrendiğim Mehmet Akif Üstündağ..
Öte yanda 1980'li yıllardan beri tanıdığım, dostum, arkadaşım, ama IOC'ye asbaşkan olduğundan beri sesini duymadığım, yüzünü görmediğim Dr. Uğur Erdener..
Gerek Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'ni, gerek Türk okçuluğunu yönetirken büyük destek verdiğim, başarıları ile gurur duyduğum ama artık tanıyamadığım Doktor Uğur!.
***
BAŞLARINA GELENLER VE PİŞMİŞ TAVUK!..
Kadıköy Maarif Koleji
Bizim ekselans Ünal'ın (Özüak) maç seyrederken takımı Galatasaray'ın perişanları oynayışını umursamadan dalıp başka yerlere gittiğini görünce "Hayırdır" dedim, deştim... Anlattı; Kadıköy Maarif Koleji'nin 67 mezunudur Ünal.
Karmelit rahibelerine ait manastır iken Kadıköy Maarif Koleji yapılan tarihi binada yatılı okumuş. Güzelim yapı 80'lerde ufak renovasyon ve tıpkı yapımla kullanılabilecekken yıkılmış. Bu yıkıma seyirci kalmalarına yanarken şimdi ikinci bir yıkım olayıyla karşı karşıyalar.
1955 yılında, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile yakınlaşması ve NATO'ya girmesi nedeniyle, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ortaya konan Maarif Kolejleri projesiyle;
Türkiye'nin tüm dünyaya eğitim alanında kendi tavrını koyması amaçlandı. Bu proje ile dil bilen, değerlerine bağlı yurtsever yetişkin insan gücü oluşturulup, bazı yabancı ülkelere ait ya da onlarca desteklenen okullara karşı Anadolu'nun her köşesinden başarılı gençlere ve dezavantajlı kesimlere fırsat eşitliği sağlanarak devlet tarafından ücretsiz eğitim verildi.
İlk yıllarda sadece erkek yatılı okulu iken, 65 eğitim yılından başlanarak kız ve erkek gündüzlü öğrenciler de alındı.. Nerdeyse tamamı antiemperyalist yetişmiş gençlerden oluşan, 66 yıldır eğitim veren Kadıköy Anadolu Lisesi, bugün sadece Kadıköy'ün değil Türkiye'nin okulu oldu.
Türkiye'nin her yerinden öğrencileri ve mezunları ile bir Türkiye mozaiği haline geldi.
1975 yılında Kadıköy Anadolu Lisesi adını aldı..
Sonra manastırdan devşirilmiş canım bina yıkıldı, yerine Bayındırlık tipi ucubeler yapıldı.
Eşzamanlı olarak Kadıköy Maarif Koleji adı Kadıköy Anadolu Lisesi'ne çevrildi. Günümüze gelindiğinde ise eğitimin devam ettiği binalar depreme dayanıksız olarak nitelendirilip, "Takviye maliyeti astarından pahalı olacak" gerekçesiyle yeni kampus şeklinde inşa edilmesi kararlaştırıldı.
Projeler Mezunlar Derneği KALİD, Mezunlar Vakfı KALEV ve okul yönetimiyle uyumlu hazırlandı..
Ve şimdi probleme gelelim..
İhalesi MEB tarafından yapılan inşaat, 30 dönüm arazi boşaltılıp tek seferde ve 2 yıl sürede yapılacak.. Bu öğretim yılında binlerce öğrenci MEB (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından birisi Kadıköy dışında iki ayrı okula yerleştirilecek.
300 adet yatılı öğrencinin ise ne olacağı belli değil...
Ünal ve "300 Spartalı" denen Maarif ve KAL'li arkadaşı kurdukları "Martı Demokratik Düşünce Platformu" (MDDP) oluşumuyla gelinen noktanın olumsuzluklarına takılmadan iki yıldır çözüm üretmeye çalışıyorlar..
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu dertleriyle ilgilenmemiş, hatta Kadıköy Belediyesi fırsattan istifade defalarca reddedilen, okulun içinden geçecek hiçbir yere çıkmayan sokak yapma isteğinin altını ısıtmaya başlamış.
Aile Birliği ve kimi öğrenciler okul önünde basın toplantısıyla dertleri dillendirmişler ama duyan olmamış. MDDP'ciler "Yaptırmam, yıktırmam" demek yerine yapım sürecinde Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencilerinin, Milli Savunma Üniversitesi'ne tahsisli ve fakat boş duran Kuleli Askeri Lisesi'nde misafir edilmesini Sayın Bakan Hulusi Akar'dan rica etmeyi düşünmüşler..
30 bin kişilik öğrenci ve mezun camiasını mutlu edecek, içinden bugüne kadar tek bir FETÖ'cü veya bölücü vatan haini çıkmamış köklü kuruluşun, dağılmadan sürdürülebilir eğitim verebilmesini sağlayacak en kolay çözüm olarak "Kuleli"yi öne sürüyorlar...
Bakan Hulusi Akar'la bir zamanlar İtalyan Kültür'de sınıf arkadaşlığı yapıp Aldo Baldini'den İtalyanca dersi almışız. Ben de MDDP'cilere katılıyorum, Sayın Akar.. Bu işi acilen bir inceleseniz, Milli Eğitim Bakanı'mızla birlikte..
***
HANGİ İMAMOĞLU!..
Özellikle Şile kıyılarında görülen ve uluslararası adı RİP olan, ölümcül bir akıntı var.. Kıyıdan denizin içine doğru çeken bir akıntıdır ve özellikle bu sahilde her yıl boğulmalara sebep olur. Bu ters akıntıyı uzun anlatmıyorum. İnternette RİP yazın bulacaksınız.
Bu sebeple Şile'de resmi plajlar dışında denize girilmesi tavsiye edilmez, bir.
Buralarda belediyenin özel yetiştirilmiş cankurtaranları vardır.
İkincisi, girer ve bu akıntıya yakalanırsanız, kesinlikle akıntıya karşı, yani sahile doğru yüzmeyecek, kendinizi boşuna yorup, nefessiz bırakıp ölüme yaklaştırmayacak, akıntı yönünde yüzüp yorulmadan su yüzünde kalarak kurtarılmayı bekleyeceksiniz.
Sahile birlikte geldiğiniz insanlar sandalla gelecek ya da tam teçhizatlı, iyi eğitimli cankurtaranlar yetişecekler. Bu iki husus çok önemli.. Sahile değil, açığa yüzmek, hayat kurtarır yani..
Geçen hafta tatilde Şile sahillerini izlemeye giden A Haber muhabirlerinin, cankurtaranlarla RİP akıntıları ve kurtarma yöntemleri konusunda konuşma yapmalarını şefleri olduğu söylenen bir herif "A Haber ile konuşanın ümüğünü sıkarım" diye engellemiş. Böyle konuşan birine "herif" dememi yadırgamazsınız herhalde.
Yetmemiş, plajda çekimler yapan muhabirlere de cankurtaranlar, isim değiştirip "canalanlar" gibi saldırmışlar..
Bunlar artık tanıyamaz olduğum Ekrem İmamoğlu'nun adamları ve gene artık tanıyamaz olduğumuz İmamoğlu'nun başdanışmanı Murat Ongun'un bir de sıkılmadan savunduğu kişiler.. Yani bakarsanız, bizimkiler ümüklerinin sıkılmasını hak etmişler..
Peki ya isimlerinin sonunda "Sendika/ Dernek" lafları olan basın kuruluşları nerde?.
Ara ki, bulasın..
Gazeteci, bu ülkenin en yalnız adamıdır!.
***
TEBESSÜM
Kırmızı Şapkalı Kız, karanlık ormanda tek başına yürürken birden çalıların arkasından hışırtılar duymuş. İlerlemiş, çalılığın dallarını aralamış ki, ne görsün.. Koca Kötü Kurt orda eşeleniyor. Hemen sormuş..
"Hey Koca Kötü Kurt, senin neden böyle kocaman kanlı gözlerin var?."
"Git işine be" demiş Koca Kötü Kurt.. "Şimdi seninle uğraşacak halim yok. Burada kakamı yapmaya çalışıyorum, ben.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir." Rene Descartes