"Bugün bayram erken kalkın çocuklar" diyor ya şarkıda, bayram deyince aklıma hep bu dize gelir... Bir de kızının pazarda görüp çok beğendiği kırmızı ayakkabıyı, ona hissettirmeden alıp gece uyuduğunda usulca odaya girip başının ucuna koyan altın yürekli baba....
Nedendir bilmem. Bayram kelimesinin bende yarattığı iç dünya yansımaları işte... Böyle algılıyor beyin!
Maç mevzuları da öyle bende... "En unutamadığın maç hangisidir?" diye sor bana. Sana 2-2 berabere kaldığımız F.Bahçe maçı derim.... Kazansak şampiyon oluyoruz. 2-1 galibiz, kaleciyle karşı karşıya gol kaçırıyor Şekerbegoviç! Dönen topta oyuna sonradan giren İlyas Tüfekçi, F.Bahçe adına beraberlik sayısını attığında şampiyonluk gidiyor bizde... Dünyam kararıyor. 3 saat stattan çıkmıyoruz üzüntüden...
İşte böyle sevinçten gayrı hüzünler hâkim bünyeme...
Lakin bayramlar yaşanmalı, bayramlar ölmemeli, çocuklar gülmeli.
Biz gülmeliyiz...
Gönülden bir merhabaya binlerce selamla gitmeliyiz. Sunucu bir adamın bayram gününde yaptığı giriş gibi..
"İyi bayramlar Türkiye!.."
***
Tüm bayram boyunca imzalı yayınlanan "Bayram yazıları" içinde "1 Numara"yı verdiğim bu okuduğunuz işte.. İki sebepten..***
Bugün için seçtiğim iki yazı daha var. Biri HaberTurk'te Muhsin Kızılkaya.. Öbürü Yeniçağ'da Orhan Uğuroğlu.. Onlar da sayfamda..
***
Muhsin Kızılkaya/HaberTurk
KENTİNE GİTMEK, KENDİNE GELMEK!
Çocukluğun nerede geçmişse cennetin orasıdır. Yaşadığın sürece, nereye gidersen git, o cennet peşini bırakmaz, her daim arkandan gelir. Gözün hep geridedir, dönüp bakarsın hep, bazen hemen oracıkta bazen de çocukluğun kadar uzaktır sana.
Etimologlar, Türkçede "kendine gelmek" deyiminin "kentine gelmek" deyiminden bozulduğunu söylerler. İnsan kentinde ferahlar, orada soluğuna kuvvet gelir.
Kentin senin kayıp cennetindir. Bir tek orada kendini bulursun. Zaten aradığın şey de "kendin" değil "kentin"dir!
*
Bir şehirde doğmuş, hayatı boyunca şehirde yaşamış biri, ilk defa şehri görmenin ne demek olduğunu bilemez. İlk defa bir şehre gitmek, bir şehri görmek, denizin tuzlu olduğunu ilk defa hissetmek gibidir, çarpar insana.
*
Bayram diye bir kez daha "kendime gelmek" için "kentim Hakkâri"ye giderken yine çocukluğum tutmuştu elimden. Her şey elli sene öncesinde olup bitmişti aslında. Çocuktum o şehre ilk ayak bastığımda. İlk defa o şehirde gördüklerimi, şehirde doğmuş hiçbir çocuk görmedi. Şehri temelli terk ettiğimde çocukluk geride kalmıştı, o günden bugüne her kentime gittiğimde her defasında yeniden çocuk olurum.
Şehirde ilk defa gördüğüm sinemanın, yediğim ilk dondurmanın, rastladığım ışıl ışıl vitrinlerin, çatılı binaların, pastanenin, postanenin, kapısında sepet sepet meyve bulunan dükkânların, vitrininde görmediğim yemeklerin sergilendiği lokantanın, buzlu limonatanın, rengârenk floresan lambaların, karpuz sergilerinin orada, çocukluğumda rastladığım haliyle beni beklediğini sanırım ama heyhat onlardan hiçbirisi yoktur. Zaman zelzele olmuş, hepsinin üzerinden geçmiş, nalçalı topuklarıyla hepsini un ufak etmiş; bana kalan tek şey ise, kıvırcık saçlı, büyümüş gözlerle hayretler içinde ilk defa gördüğü o şeylere bir mana vermeye çalışan muzip bir çocukla yoldaşlıktır; onun eşliğinde "kentime gelirim".
*
Şehre benim gözümle bakan akranlarımın çoğu burada değil artık. Hakkâri şehirler içinde öyle bir şehirdir ki, herkes bir yolunu bulur terk eder orayı ama "mecburiyetlikler" hariç çok az kişi göçer oraya. Göç verir ama kolay kolay göç almaz. Gidenlerin; tıpkı benim gibi arkasından gelir şehir. Koca Kavafis'in demesiyle, gittikleri yerlerde "yeni bir ülke bulamazlar, aradıkları hiçbir deniz yoktur orada, vardıkları yerlerde, geldikleri şehirlerinin sokaklarında dolaşır, aynı mahallede kocar, aynı evlerde aklar düşer saçlarına, dönüp dolaşıp aynı şehre gelecekler sonunda, binecekleri bir gemi yok, çıkacakları bir yol hak getire, ömürleri nasıl tükettilerse orada, öyle tükettiler demektir bütün yeryüzünde."
Hayatı boyunca gittiği yerde kendi şehrini arar, bulamaz, onlara da kalan tıpkı benim gibi bayramdan bayrama buraya gelirken çocukluklarının elinden tutup gelmektir.
Bu şehre gelen her eski sakinin elinin serçe parmağı, bir çocuğun elindedir.
Kendi çocukluğudur o da.
*
Sakinlerinin ölmesi, şehirlerin umurunda değildir. Ölüme meydan okur şehirler. Sakinleri hoyrat davranır, taşını söker öğütür, toprağını para yapar yer, suyunu kurutur, havasını kirletir yine de şehirlerin bir yerlerinde sakinlerine verecek bir şefkati bağrında bir yerde hazırda tutar. En ufak bir yakınlaşma yeter ona, kendini hemen cömertçe sunar. O da hayalinde dondurduğun çocukluk resmidir.
*
Bu yazıyı balkonda yazıyorum. Tam karşımda Hakkâri Kalesi. Sol yanımda Bay Kalesi... Kendisi kale olan bu şehre neden iki kale inşa etmişler sorusunun cevabını merak etmeyeceğim bu yazıda. Yeşillikler içinde kaybolmuş derme çatma betondan evlerin bulunduğu bütün arazi çayırdı ben bu şehre ilk defa geldiğimde. İncecik bir patika yol uzanıyordu kalenin altından şehrin çarşısı Pagan'a doğru. "Gulîreş Baba"da mola vermek âdettendi, türbesinin yanındaki çeşmede efsunlu su içmek, ermişin ruhuna bir Fatiha göndermek, ondan destur isteyerek şehre girmek her meçhul yolcunun bildiği bir ritüeldi.
O türbe, şimdi sol cenahımda, dönüp bakamıyorum; serçe parmağımı sıkıca kavramış kıvırcık saçlı, gözleri hayretten büyümüş, heyecanı kendisinden büyük bir çocuk engel oluyor bana, "Senin işin bakmak değil artık, yazmak!" diyor, parmaklarım gezinmeye devam ediyor tuşların üzerinde.
*
"Gulîreş"in türbesi, Kasrın Aşağısı (Bin Qesre) dedikleri mevkidedir. Türbenin yanında aynı adla bir cami vardır. Her yılın 15 Temmuz'unda bütün şehir ahalisi yemekler yaparak cümbür cemaat bu türbeye inerdi. Envai çeşit yemek türbenin önündeki tarlada herkese açık sunulduğu için çocukken hepimiz o günü dört gözle beklerdik. Şehre giden yolun bir noktası, o camiye "bağış" yapılan bir noktaydı, bağış da odundu. Şehre sonbaharda yakacak odun taşıyan kamyonlar bu noktaya geldiklerinde mutlaka Gulîreş'in payı kamyondan atılırdı. Kuralı ihlal edenin belasını bulacağı inanışı herkesin gözünü çok korkutmuştu çünkü.
Şimdi kimse Gulîreş'in payını vermiyor; zira artık odun taşıyan kamyonlar kasalarına bir yığın hasreti yükleyerek uzaklaştılar bu şehirden arkalarından bir toz bulutu bırakarak.
*
Bayramda "kendime gelmek" için "kentime geldim". Çocukluğum karşıladı beni "Gulîreş"in orada. İbni Batuta devrinde yaşasaydım eğer, kabrinin üzerindeki türbede durur, caminin bahçesine serilir, türbedara onun hikâyesini sorar, o da tıpkı İbni Batuta'nın Cebele'ye girerken karşılaştığı İbrahim'in türbesine vesile olan Edhem hikâyesine benzer bir hikâye anlatır bana, ben de onu seyahatnameme yazmaya çalışırken bir çocuk serçe parmağımdan çekerek beni "Hadi acele et, Pagan'da dağdan indirilmiş kar ve keçi sütünden yapılmış dondurma eriyecek neredeyse, limonatanın içindeki buz daha fazla bekleyemez, akşama da Lale Sineması'nın yazlık kısmında Yılmaz Güney'in 'İnce Cumali' filmi var, yetişmemiz lazım" deyip o zamanlardan beri hafızamda tazeliğini muhafaza eden cennete sürükleyecekti beni.
Çocukluğumun elinden serçe parmağımı çektim, tuşların üzerinde geziniyordu parmaklarım, "Önce yazıyı bitir" diyordu bana yaşlı halim.
Yazı büyüdür bu coğrafyada. Kimisi muska yapar taşır yaralı kalbinin üzerinde, kimisi de benim gibi cennete giderken bir uçan halıya dönüştürüp kurulur üzerine.
Bana eşlik ettiğiniz için şükran hepinize, bu vesileyle Kurban Bayramı mübarek olsun size ve ailenize!
(Biraz kısalttım.. Kusura bakma, Muhsin..)
***
Orhan Uğuroğlu/Yeniçağ
TONTON ÖZAL İLE MUTLU BAYRAMLAR
(Orhan kardeşimiz, yeni bir yazı yerine, o yıllarda çalıştığı Günaydın Gazetesi'nden aldığı görevle, Özal Ailesi'nin tatil yaptığı Bodrum Aktur'a Ramazan Bayramı röportajı yapmaya gitmiş ve çektiği resimlerden seçmeler yapıp onları yayınlamış, köşesinde..)
Siyasi yasakların kalkmasından sonra 6 Kasım 1983'te yapılan milletvekili seçiminde tek başına iktidar olan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi (ANAP) Türkiye'de çok kısa sürede çok önemli ekonomik kararlara imza attı.
Kurban Bayramı nedeniyle siyasi yazı yerine sizlere fotoğraflı bir yazı sunacağım.
Efsane Günaydın Gazetesi'nde muhabir iken Ramazan Bayramı ile yıllık iznimden bir bölümü birleştirerek eşimle izinlerimizi aldık ve Marmaris'te bir otelden de rezervasyon yaptırdık.
1 Mayıs 1984 doğumlu küçük oğlum Alp 2 aylık, ağabeyi Alper ise 7 yaşındaydı. Bavulları arabaya yükledim, son eşyaları alırken evin telefonu çaldı.
Ankara temsilcimiz merhum Bekir Coşkun, "Orhan, ajans haber geçti Özal Bodrum'a tatile gidiyor. İzleyelim" dedi.
Bekir abi otelde yer ayırttım, ailece Marmaris'e gidiyoruz dedim.
Bekir abi, "Orhan daha iyi, ailece Özallarla tatil yaparsın. Gel iş avansını al hem iş, hem tatil" dedi.
Bodrum'a vardık, oteller, pansiyonlar ağzına kadar dolu. Merhum Özal'ın Bodrum Aktur Tatil Sitesi'nde kiralık yazlık olduğunu öğrenince ortaya gittik ve Deniz Gökçer'in yazlığını kiraladım.
ÖZAL'IN TATİL KEYFİ
Merhum Özal'ın başbakanlığının 8'inci ayında 30 Haziran 1984'e denk gelen Ramazan Bayramı'nda tatile çıkması, siyaset dünyasında da kamuoyunda da çok dikkat çekmişti.
Bayram boyunca halk plajından denize giren, plajın duşundan yararlanan Özal ve ailesinin işte o ilginç fotoğrafları:
Görevi başında vefat eden 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal'ı rahmetle anıyorum, Semra Özal Hanımefendi'ye ve Zeynep kardeşime selam ve sevgilerimi sunuyorum...