"Yaşlanma, kaybedilen gençlik değil, yeni bir fırsat ve güç aşamasıdır" demiş, Betty Friedan adlı düşünür..
Maureen Shubow Rubin adlı bir amatör yazar da bunu doğrulamış sanki, yaşadıklarını anlatırken.. Satırlarını internette buldum.. Yaşım 82.. Beni çok etkiledi.. Yaşınız genç olabilir ama, bu satırları okuyacağınız ya da okutacağınız yaşlı bir yakınınız mutlak vardır diye düşündüm. Hem de çok güzel bir Pazar yazısı oldu..
*
Yıllık mamografim (meme kontrolü) tamamlandı. Hastane otoparkının koridorlarında arabama doğru yürürken iyi bir ruh hali içinde değilim. Neyse ki arabamı bulabiliyorum.
Çünkü kızım bana iPhone'umdaki kolaylıkları öğreterek mükemmel bir iş yaptı. Çünkü yön duygum yok. Bu yüzden telefonumdaki yer belirleme düğmesine basarak ve uzaktan gelen bip sesini dinleyerek bulurum devasa otoparkta arabamı..
Ah, işte orada!.
Tamam da.. Şimdi içeri girerim, kemerimi bağlarım ve yeni bir meydan okumayla yüzleşirim.
Buradan nasıl çıkacağım? Her yerde çalışma var. Ancak hiçbir yerde, çıkışı gösteren yönlendirici oklar veya işaretler yok. Bir şansım var.. Çıkışa götürür diye bir sıraya giriyorum.
Ama hayır, çıkmaza girdim. Çıkış yolu değilmiş.
Arabamı geri vitese aldım. Dönmek için iyi bir yer gibi görünen iki araba arasından dönmek istiyorum. Çok dikkatli gidiyorum ama neredeyse anında senfoni orkestrasındaki dev ziller kadar gürültülü bir çarpma sesi duyuyorum.
İnip bakıyorum. Bir çimento bariyere çarpmışım ve arka tamponumu kırmışım.
Ama hâlâ nasıl ordan çıkacağımı bilmiyorum.
Sakinleşmeliyim. Yogacı nefesimi alıp veriyorum ve vitesi ileriye alıyorum.. Yaralı Toyota'm doğru şeritte bile aksıyor. Eve doğru gözyaşları ve utanç içinde sürüyorum..
Neyse ki, kazalarım trafik dışında gerçekleştiğinden kendime veya başkasına asla zarar vermedim. Muhtemelen bir dünya rekoruna sahibim: "Çimento direk ve bariyerlerine şimdiye kadarki en çok çarpma.." Ne büyük şeref!..
Beynim bana "Gerçeklerle yüzleş" diyor. "Derinlik algın vuruldu. Sadece makul çarpışma kotanı büyük ölçüde aşmakla kalmadın, aynı zamanda sürüş güvenini de yitirdin.
Dönmekten, park etmekten veya yanaşmaktan korkuyorsan ehliyetini elden geçirmenin zamanı gelmiş olabilir." Araba sürmeyi gerçekten bırakabilir miyim? Bu büyük bir yaşam kararı.
Eve gittiğimde, bir kalem ve not defterimi alıp sayfanın ortasına bir çizgi çekiyor ve ikiye ayırıyorum.. "Neden" ve "Neden olmasın" sebeplerini listeleyeceğim..
"Neden"in altına şunu yazıyorum..
- Uzun süre önce güvenli sürücü indirimimi kaybettiğim için çok artan sigorta ödememden çok tasarruf edeceğim.
- Her zaman bir Uber çağırabilirim.
- Kendimi veya bir başkasını öldürme tehlikem kalmaz.
Evet, bunların hepsi çok büyük sebepler.
"Neden olmasın"ın altına şunu listeliyorum, ancak..
1- Bağımsızlık kaybı.
Kabul edelim, sürüş eşittir özgürlük.
Ehliyetimi aldığım gün, hayatımın ilk on altı yılının en mutlu günüydü.
Detroit'te büyüdüm.
Motor Şehri. Arabalar DNA'mızın bir parçasıydı.
Bir keresinde, üstü açık sarı bir Corvette arabası var diye birkaç ay korkunç bir delikanlıyla çıkmıştım.
Ayrıca toplu taşıma araçlarının olmadığı bir banliyöde büyüdüm..
Ailem, ikna edici bir açıklama sunmadan beni arkadaşımın evine götürmezdi.
Ehliyetim "Hapisten çıkma, bağımsızlık kartımdı" adeta ve buna çok değer verdim.
Bağımsızlık aynı zamanda daha fazla şeylere bağımlılık anlamına gelir. Bu defa da arabana bağımlı olursun.
Bu ben değilim.
Şoförlük için yeni emekli olan kocama güvenmem gerekeceği düşüncesinden utanıyorum.
Dünyada istediğim son şey ona yük olmak ya da planlarımı onun golf sahası etrafında yapmak zorunda kalmak.
New York'ta yaşıyormuş gibi yapıp her yere otobüsle gidebilir miyim? Ben bir şehirde yaşıyorum, değil mi? Toplu taşımayı araştırmak için internete giriyorum. İhtiyacım olabilecek her otobüsün güzergâhlarını ve duraklarını yazdırıyorum. Yerel şirket otobüslerinin beni neredeyse her yere götürebileceğini öğrendim. Spor salonuna, sanat derslerime, gönüllü sitelerime, filmlere, restoranlara ve arkadaşlarımın evlerine gidebiliyorum.
Ve hiçbiri için birden fazla otobüs değiştirmek gerekmiyor..
Ancak programı gözden geçirirken, her zamanki on dakikalık gezilerimin artık ortalama kırk beş dakika süreceğini de öğreniyorum.
Tabii değiştireceğim otobüsü kaçırmazsam?
Bir otobüs durağında yirmi sekiz dakika daha durmayı gerçekten istiyor muyum?
Gene de otobüs fikrini denemeye karar verdim. Elli sente neredeyse her yere gitmeme izin veren bir üst düzey ücret kartı satın aldım.
Transferler sadece otuz beş sent! Yüzyılın anlaşması. Bu yüzden, Y'deki derin su aerobik dersime giden 15 numaralı otobüs ertesi hafta evimin önünde durduğunda, biniyorum ve yardımsever şoför bana kartımla nasıl ödeme yapacağımı gösteriyor.
Otobüsteki insanların korkutucu görünmediğini keşfetmekten heyecan duyuyorum. Aslında çoğu benim gibi görünüyor:
Yaşlı.
Yolculuk sırasında, bu otobüs olayının işe yarayacağını düşünmeye başladım. Ama tüm ulaşım ihtiyaçlarımı da her zaman karşılayamayacağından endişeleniyorum.
İhtiyaçlarımdan bazıları oldukça uzakta. Kırk yıldır benimle ilgilenen doktora nasıl ulaşacağım?.. Ve saçımı kim kesecek? Güzellik uzmanım ve ben tatiller, düğünlerde nasıl buluşacağız?
Sanırım başka birini deneyebilirim, ama benimki bukle takıntımı anlıyor ve dalgalarımı nasıl katmanlaştıracağını biliyor, bu yüzden Art Garfunkel'e benzemiyorum.
Listeme dönüyorum ve gerçek suratıma çarpıyor.
Çok basit: "Thou Shall Not Kill / Öldürmeyeceksin" kazanır. Kimseye zarar verme şansını göze alamam. Ailem, doktorum ve kuaförüm beni anlayacaktır. Onlardan ayrılmak zor olacak ama benim güzel arabamla ilişkiyi bitirme zamanım geldi..
Aslında artık o kadar da güzel değil. Benim kendime güvenim gibi, ezik ve çürüklerle dolu.
Gerçek önümde açık..
Sürmeyi bırakmaya hazırım ve her şey yoluna girecek. Aslında hayatımda farklı bir sayfa açacağını düşünmeye başlıyorum. Yeni bir duygu hissediyorum, şimdi..
Rahatlama!.
Artık asla başka bir park yeri ile yüzleşmek veya otoyolda şerit değiştirmek zorunda kalmayacağım.
Torunlarımı araba koltuklarına bağlarken panik atak yaşamam da gerekmeyecek.
Bir daha asla sigorta şirketini aramak zorunda kalmayacağım.
Boşum ve hoşum şimdi!.
Hayır!. Yaşlanmadım!. Sadece Yavaşladım!.
***
SABAHATTİN ALİ İLE 'GECE KAPLADI HER YERİ!'
Daha önce yazdım, ama şimdi hatırlatma zamanı..
İş Sanat, Youtube'da yarın gece 20.30'dan itibaren edebiyatımızın usta kalemi Sabahattin Ali'nin üç hikâyesini "Gece Kapladı Her Yeri" başlığı altında sizlere sunacak.. Ücretsiz..
Atilla Birkiye tarafından hazırlanan, Serdar Yalçın'ın müzik yönetmenliğini üstlendiği ve Mehmet Birkiye'nin sahneye uyarladığı, Sabahattin Ali'nin unutulmaz hikâyelerinin yer aldığı gösteri Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek tarafından seslendirilecek.
Dinletide yazarın çaresizlik, hüzün ve sevgi temalarını işlediği Hanende Melek, bir aşk hikâyesi olan Gramofon Avrat ile halk öyküsü Hasan Boğuldu hikâyeleri yer alıyor.
İş Sanat, Youtube'da sürdürdüğü 21. sezonunda edebiyatımızın önemli isimlerini ağırlıyor.. Sait Faik Abasıyanık, Nâzım Hikmet, Gülten Akın, Âşık Veysel, Haldun Taner ve Cahit Sıtkı Tarancı'nın eserlerinin sahnelendiği dinletiler bugüne kadar iki milyonu aşkın seyirciye ulaştı. Kaçıran veya tekrar izlemek isteyenler için tüm etkinlikler sezon sonuna kadar İş Sanat'ın Youtube kanalı ve internet sitesinde yayında olacak.
***
PAZAR NEŞESİ
Yaşlandıkça şu 10 şeyin farkına vardım..
1. Kendi kendime konuşuyorum. Çünkü bazen uzman tavsiyesine ihtiyacım oluyor.
2. Bazen gözlerimi faltaşı gibi açıyorum.
3. Öfke kontrolüne ihtiyacım yok. İnsanların biraz sağduyulu davranmasına ve bu kadar aptal olmayı bırakmasına ihtiyacım var.
4. İnsani becerilerim gayet iyi. Aptallıklara karşı hoşgörülü olmaya biraz çalışmalıyım sadece..
5. Kendime söylediğim en büyük yalan, "Bunu not etmeme gerek yok. Nasılsa çok kolay hatırlarım."
6. Çocukken öğleden sonra uykusunun ceza olduğunu düşünürdüm. Şimdi, küçük bir ödül gibi.
7. Dünyada içkinin bittiği günü düşünmek çok korkunç.
8. Koli bandı bir aptalı düzeltemez ama sesini boğabilir.
9. Kendimizi 10 dakika kurutucuya koysak harika olmaz mıydı?. İçine koyduklarımız kırışıksız ve üç boy daha küçük çıkmıyor mu?
10. Şanslı olmak bir odaya girince, neden orada olduğumu hatırlamak anlamına gelir.
***
YAŞA TRT 2!..
Her ama her akşam harika filmler gösteriyor, TRT 2.. Harika belgeseller yayınlıyor, yerli yabancı..
Ya müzik programları?. TRT Müzik'e ders veriyor.. Elinde koca TRT arşivi varken, her gün 24 saat yeni yayın yapmaya 40 yıl yetecek malzeme demek bu.. Ama TRT Müzikçiler tembel.. Haybeye maaş alıyorlar oturdukları yerden.. Durmadan, beşinci, onuncu tekrar, "Arşivden" adlı programları bile.. Ve de bir yığın kimsenin bilmediği gezginci guruplar.. Tekrar tekrar.. Nasılsa hesap soran yok. Nasılsa gazetelerin güya televizyon yazarları(!) 24 saat dizi izleyip dizi yazıyorlar. Adam gibi bir eleştiri yok. Biri çıksın bana desin ki, "Bak ben yazdım da şu düzeldi!."
Ciddi eleştiri yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, mecbur kalınca "Okur mektubu" diye yayınlıyorlar.
Ağlanacak halimize gülüp geçiyorum..
Neyse.. Geçen akşam TRT 2'de John Wilson Orkestrası'nın benim gibi film ve müzikal meraklıları için kaçmaz bir konseri vardı.. "Warner Bros.
Filmlerinden Müzikler!." Oturdum ekran başına, nasıl ama nasıl keyifle izledim.. Hele en sevdiğim müzikal, yurt içinde en az 20 kez, Londra'da da Sevgili Hüseyin Özer sayesinde, hem de Kraliçe'nin locasında izlediğim My Fair Lady'ye gelince sıra, nasıl dikkat kesildim..
Aaaa!. En arkadaki perküsyoncuya yaklaştı kamera.. Adam kaşık çalıyor.. Resmen bizim kaşık havasının kaşığı.. Onunkiler metal yalnız..
Bir senfoni orkestrasında kaşık..
Silifke'nin Yoğurdu'nda değil, "Get met to the church on time"da kaşık.. "Aman Nikâh Kalmasın" diye söylerdi Türkçe'sini, ışıklar içinde yatan dostum Tekin Akmansoy!
***
LATİN SÖZLERİ
"Oculi pictura tenentur, aures cantibus!."
"Gözler resimle büyülenir, kulaklar müzikle!" Cicero