"İşte koronavirüsle mücadele böyle yapılır" dedim, haberi artık sadece dijital olarak yayınlanan HaberTurk'te okuyunca.. Paparazzileri nerdeyse her gün her saat o otelin önünde nöbet tutan gazetelerimizde pek dikkatimi bile çekmemişti oysa..
..Ve oysa o gazeteler, durmadan "Açılma yaramadı. Koronavirüs hızla yayılıyor. Eskisinden daha sıkı kapanabiliriz" manşetleri atıyor ve köşe yazıları yazıyordu.
Yayılmanın sebebinin, "Maske, Mesafe ve Temizlik" kurallarına uymamak olduğunu bile bile Bebek Oteli, bu eğlence gecesini düzenlemiş, kazanacakları üç kuruş uğruna, koronayı bu salondan İstanbul'un dört bir yanına yayma tehlikesini göze almış. Minareye kılıf uydurmak için de eğlenmeye gelen herkesi otel müşterisi olarak kaydetmişler.
Öyle eminler ki, bu çok popüler, bu çok ünlü otelin basılmayacağı, basılsa da örtbas edileceğinden..
Ama Emniyet Müdürlüğü tüm ülkeye örnek, ibret olacak bir uygulama yaptı..
O seksen kişiye toplam 312 bin lira ceza kesti. Onu geçin.
Asıl önemlisi oteli, Bebek Oteli'ni 5 gün kapattı ve uyardı..
"Bunu bir daha yaparsanız, otelinizin ruhsatını iptal ederiz.." Hadi bakalım Muzaffer, en başta kendi eğlencen için bir daha kullan bakalım benim otelimi!.
Bu cümlede iki sorunuz var, biliyorum. Birincisi "Muzaffer kim?." İkincisi de "Bebek neden benim otelim oluyor?." Anlatayım..
*
Muzo benim en iyi arkadaşlarımın en tepesinde gelirdi. Maç gurubumuzdaki üç Fenerliden de biriydi.. Ötekiler Can (Yaso'nun kocası), Cengiz Özdemir (Minyatür Park'ı kuran harika adam.
Şimdi EKO TV'nin patronu) ve Muzaffer Yıldırım..
Üçü birden geldiklerinde Fener pek kazanamadığı için bizim "totem" meraklısı Cimbomlular her Fener maçında kapıyı, balkonu gözlerlerdi, üçü de geliyorlar mı diye.
Muzo bizim evin ferdi gibiydi. O kadar yakın..
Eşinden ayrılmıştı ama, iki harika ergenlik çağında pırlanta çocuğu vardı, biri kız, biri oğlan.. Ben de onları kendi evladım gibi severdim.
Muzo bugün Sortie diye bilinen deniz kenarını "Leila" diye üne kavuşturan, uluslararası yapan adamdır. Müthiş becerikli ve başarılı bir işletmeciydi.
Sonra sinema işine girdi, bir AVM'de. Bir derken iki, beş, on.. Yüz.. Yüzlerce sinemayı işletmeye başladı.
MARS'ı kurdu. Film de çekmeye başladı. Spora ve fitnesse kişisel merakı olduğundan, fitness center'lar yarattı. MAC oldu onlar da.. Harika tesisler, harika hocalarla..
Çalışmanın, doğru ve inançlı çalışmanın sonuçlarıydı bunlar..
Büyüdü, büyüdü..
1200 sinema salonu falan oldu.
Ve bunların hepsini bugün işleten Güney Kore şirketine sattı..
Milyarder oldu ve ne olduysa o zaman oldu.
Para bizim harika Muzo'yu değiştirmeye başladı.
Kendini eskilerin "sefahat" dedikleri eğlence yaşamına verdi. Rusya ve Ukrayna'dan gelen mankenlerle resimleri çıkmaya başladı gazetelerde.. Bir gün benim bahçeye de birkaç Ukraynalı ile geldi. Bir kenara çektim.. "Bir daha bunu sakın ama sakın yapma.. Buraya gelirken yanında sakın başkalarını getirme" dedim..
Sonra bir baktım, otel işine girmiş.. Büyük şehirlerde ve deniz kıyılarındaki turizm merkezlerinde oteller satın almaya, kurmaya başlamış.. Al sana yorulduğun değil, azdığın yerde han, sanki..
Beni de arayıp sormaz oldu tabii. Ne beni, ne de benden daha evvel tanıdığı birlikte sabahlara dek poker oynadığı gençlik arkadaşlarını..
İyi aile babalarıyla işi kalmamıştı ki?.
Ama Bebek Oteli'ni alınca, gerzek gibi umutlandım.
Muzo benim Bebek Oteli'ni de, onun deniz kenarındaki barını da ne kadar sevdiğimi bilir.
Artık çok eskimiş oteli elden geçirip yeniden açınca bana gelecek, "Hadi Hıncal ağbi, senin otele gidiyoruz, diyecek" diye umuyordum, o harika gençlik günlerinin anısına..
Bebek.. Ankara'da Delta'da çalışırken, Cüneyt Ağbi ile (Koryürek) İstanbul'a toplantıya gelirdik.
Cüneyt Ağbi, dünyanın en güzel manzaralı (Bir Başka Boğaz var mı dünyada) butik oteli Bebek'te yer ayırtırdı. Denize bakan odamda gece ışıkları kapatır, saatlerce Boğaz'ı, gelen geçen gemileri seyrederdim, "Evlerin ışıkları bir bir sönerken.." Akşam üzerleri ise, özellikle en ünlü işadamlarının ve bizim mesleğin ağabeylerinin buluşma yeri olurdu, Bebek Bar ve onun sahildeki terası.. Muhteşem anılar yaşadım orda da.. Anlattım değil mi, Bebek niye benim otelim!.
O muhteşem oteli polis bastı işte ve kapattı..
İçim cız etti.. İçim cız ederek bu yazıyı yazdım..
Yazdım ki, Muzo, daldığı bu gaflet ve dalalet uykusundan uyansın.. Titresin.. Kendine dönsün.. Eski Muzo olsun, o sefahat dostları, o parasını yiyenlerden kurtulup, gerçek yürek dostlarına dönsün..
Onu o kadar iyi tanırım ki, hâlâ ama hâlâ umudum var!.
Hadi Muzo.. Çal kapıyı bir Fener maçına gel.. Her şeyi unutup beyaz sayfa açalım!. Maskeli, mesafeli, uzaktan ama sımsıcak sarılalım gene..
***
YA ÜNLÜLER MÜDÜRÜM?..
"Müdürüm" dediğim İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş.. Bebek Oteli bastıran kamu görevlisi..
Bu yaptığın iş, tam örnek.. Tam ibretlik.. Koronayı değil, yayılmasını, hatta onu da değil, yayılma hızını önlemek, daha fazla kapanmaya sebep olmamak ve bir yıldır aç ve işsiz olan milyonlarca insanımızı gene aşsız bırakmamak için, Maske, Mesafe ve Temizlik kurallarını çok iyi denetlemek, hele tüm ülkeye kötü örnek olan ünlülere hiç acımamanız gerek.
Doğru, her an her yerde olamaz, herkesin başına adam dikemezsiniz..
Ama basın büronuz var. İşleri her sabah çıkan gazeteleri elden geçirmek ve sizinle ilgili konuları dosyalayıp önünüze koymak.
İşte 11 Mart tarihli Hürriyet/ Kelebek..
Mesut Özil ve Mert Hakan bastığınız Bebek Otel önünde, maskesiz.. O gün önünüze konsa.. Ertesi gün cezayı açıklasanız, 13 Mart'ta her gazetenin spor sayfasına manşet ve hem de nasıl ibret olur "Polis, Fener'in milyonluk ayaklarını bile takmıyor. Aman maske takalım" diye..
İşte 9 Mart tarihli bizim Takvim gazetemiz..
Defne Samyeli ve oyuncu Dilara Aksüyek, Cihangir'de maskesiz dolaşıyor.
Resimleriyle.. Basın büronuz gene görev yapmamış, belli. Oysa iki gün arayla bu ünlülere cezanın anında kesildiği duyulsa, İstanbul'un en belli başlı iki "Kovid Yayılma Merkezi" Bebek ve Cihangir'de ipini koparan "Bana bir şey olmaz" diye gezemez..
Sana bir şey olamaz ama seni örnek alan ve virüs taşıdığını bilmeyen bir maskesiz Kovid'li bütün İstanbulluların hemen her gün uğradığı bu iki semtten aldıkları mikrobu 18 milyonluk kentin en ücra köşelerine dek taşıyacak kaç kişiye bulaştırırlar?.
Onun hapşırık ve öksürüğü ile havaya uçan Kovid'li tükürük damlacıkları, üzerine konduğu maskeden içeri sızar ve zavallıya bulaşır. Tekrar yazayım, maske virüsü önlemez.
Geçirir. Virüs taşıyan damlacığın havaya uçmasını ve başkasına konmasını önler.
Öğrenin, anlayın artık..
Ve... Unutmayın.. Dünyayı perişan eden Kovid-19, Çin'den değil, Çin'in Vuhan eyaletinden de değil, Vuhan'daki 1, tek bir, sadece bir, yalnız bir kişiden yayıldı..
Bir kişi önemli Müdürüm.. Her "bir" kişi.. Kim olursa olsun!.
Bir son not müdürüm..
Gazetelerde resimleri çıksın diye her şeyi yapan ünlüler var ve bu ünlüler biliyor ki, paparazzilerin 7/24 nöbet tuttuğu Bebek ve Cihangir'de maskesiz dolaşırlarsa, ertesi gün resimleri ve lafları mutlak yayınlanır!.
***
ALİ KOÇ'UN ÇIRPINIŞLARI...
Bravo Hürriyet Spor!. Ali Koç, Mali Koç dememiş, harika bir sayfa yapmış, Mehmet Aslan!.
Ali Koç başkanlık yaptığı üç sezonda tam 52 futbolcu transfer etmiş. Kadronun 3 yıllık maliyeti, her nasılsa bedava (!) transfer edilenler dahil 225 milyon Euro.. Euro bugün 9 lira.. Yani Ali Bey tam 2 milyar lira harcamış.. Avrupa maçları dahil elde var kaç?.
Sıfır!.
Sıfır başarı.. Sıfır kupa..
Geçen defa kulüpler bankalarla oturup "Borçların yeniden yapılandırılması" için anlaşmaya vardığında Ali Bey, burun kıvırmış, imza atmamıştı.
Öyle mağrurdu. Dün bizim gazeteye baktım. Kulüpler yeni bir anlaşma yapmış bankalarla..
"İlk iki yıl ödemesiz, dokuz yıla yayılan taksitle" ödenecek borçlar..
..Ve bu defa gitmiş kuzu kuzu imza atmış Ali Bey..
Böyle sokağa milyar atmaya okyanus dayanmaz, nerde ki Koç?.
..Ve o okyanus kurutan Ali Bey, gündemde adı geçmesin diye, VAR'ın çektiği bir ofsayt çizgisi, yani bir yudum su için kıyamet koparıyor ki, sahte gündem yaratsın.
Ama galiba bizim medya da Ali Bey'den umudu kesti, ki hatta yeniden Aziz Yıldırım adını bile yazmaya başladı, artık onu fazla umursamıyor sanki...
Bunlar son çırpınışlar..
***
KUTLARIM SABAH!..
Çanakkale Deniz Savaşları Zaferi'nin 106'ncı yılında güzel bir gazete yapmışız dün..
Birinci sayfadan sürmanşet.. İçinde tam sayfa Kurum, pardon Gurur ilanları.. Sonra yukarıdan aşağı nerdeyse çeyrek sayfa, Yavuz Donat.. Anılarla Çanakkale'yi yazmış Yavuz.. Harika..
Ya, Vahit Arslan editörümün hazırlayıp Zeynep Göllü'nün çizdiği "Çanakkale Zaferi" sayfaları..
En başta 106 yıldır saklanan bir şehit mektubu.. Yanında o ünlü "Hey onbeşli, onbeşli" ağıtına destan olan çocuk şehitler anısına, Truva atı önünde tutulan 106 dakikalık saygı nöbeti..
..Ve en hoşuma giden..
1915'te "Çanakkale geçilmez" diyen Türkler, dünyaya Çanakkale Boğazı'nın nasıl geçileceğini gösteriyor.
Dünyanın en uzun asma köprüsü (2023 metre) olacak 1915 Çanakkale Köprüsü, Akif'in "Şu Boğaz harbi nedir / Var mı ki dünyada eşi/ En kesif orduların/ Yükleniyor dördü beşi" dediği Çanakkale Boğazı'nın barış, birlik, kardeşlik içinde nasıl geçileceğinin sembolü, simgesi, anıtı olarak yükseliyor. Daha neler neler.. Sadece okunacak değil, saklanacak sayfalar bunlar.
Ellerinize, yüreklerinize sağlık..
***
TEBESSÜM
Bahriye Bakanı olarak Çanakkale saldırısı için ülkesini zorlayan Churchill için, o zamanların Başbakan'ı Ramsay MacDonald "O koyun kılığına girmiş bir koyundur" demiş ve eklemişti.. "Minnacık bir fikirle saatlerce konuşabilmek gibi bir dehası var."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı'nın ruhudur!. M. Fuat Uluç