Dün sabah gazetemi önüme koydum gene.. İlk gözüme çarpan, ön sayfanın göbeğindeki kocaman dişi başlık, resimli haber ve resimler..
"Gazi hemşirenin Ümit'i söndü.."
Bir nefeste okudum. Ömer Çetin kardeşim harika bir haber hikâyesi yazmış..
Hüzünlü, ama çarpıcı.. Zeynep Hemşire 2016'da ambulansla göreve giderken PKK pususuna düşmüşler. 7 kurşun yemiş hemşire.. 6 ay komada kalmış. Mucize.. Yaşamış. Bu arada Uzman Çavuş Ümit Gıcır'la tanışmış. O koşullarda aşk.. Bu da sevginin mucizesi işte.. Zemin ve zaman tanımaz.. Ama PKK Hainleri, Ümit Çavuş'u da kaçırmışlar.. Zeynep Hemşire tam beş yıl, umudunu kesmeden Ümit'ini beklemiş.. Sonunda..
İşte o kara haber..
Gara'da bozguna uğrayıp kaçan teröristler, rehin tuttukları 13 vatandaşımızı katlettiler ya hani..
Okudum. Bir daha okudum.. Kendimi Ümit Çavuş'un yerine koydum.. Beş sene, o mağara, bu mağara dolaştırılan, her günü, her anı, ölümle yaşam arasında gidip gelerek yaşayan, ne yiyip ne içtiği bilinmeyen Ümit Çavuş'un..
Zeynep Hemşire'nin yerine koydum. Tam beş yıl, hayal mi, gerçek mi olduğunu dahi bilmediği insanı bekleyen Zeynep Hemşire'nin..
Ömer iyi gazetecilik yapmış, Sabah iyi kullanmıştı..
Sonra bu kocaman haberin yanında çift sütun bir yan haber gördüm..
"Gara düştü/ Devamı gelecek!." Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmuş ve Mehmetçiğin günlerdir devam eden fevkalade kritik yurt dışı harekâtının başarı ile sonuçlandığını anlatmıştı.
Kritikti harekât gerçekten.
Gara, Irak'ta iki terör yerleşim bölgesi Kandil ile Sincar yolu üzerinde yer alıyordu.
Bu bölgedeki PKK mevzileri ve mağaralarını ele geçirmek, PKK'nın sınırımızda bir koridor oluşturmasının önüne geçecekti. Terörle mücadelede önemli bir adım atacak, sınırlarımızı daha güvenli hale getirecektik.
Erdoğan şöyle diyordu:
"Gabar'da, Tendürek'te, Bestler Deresi'nde teröristlerin inlerine kadar giren Mehmetçiğimiz bundan sonra da aynı şekilde inlerine girerek buraları bunlara mezar edecek. Gara hadisesi, milletimiz ve devletimizi korumak için sınırlarımızın ötesinde güvenli bir alan oluşturma fikrimizi pekiştirdi.
Gara sıkıntılı bölgeydi, Gara düştü, Allah'ın izniyle iş bitti. Harekâtlarımızı önümüzdeki dönemde tehditlerin yoğun olduğu bölgelere doğru genişleteceğiz.
Teröristlerin bize gelmesini beklemeyecek, biz gidip onların başını inlerinde ezeceğiz." Başkan'ın sözünü ettiği Tendürek'i çok iyi hatırlarım. Babam Van'da görevliyken, yaz geldi mi, asker aileleri Tendürek'te piknik yapar, kuzu çevirir, biz çocuklar o yemyeşil yaylada nasıl koşar, coşar eğlenirdik.. O güzel yaylalar terör kampları olmuştu, düşünebiliyor musunuz?.
O dünya güzeli Doğu Anadolu'mu terörist yatağı, sığınma, saklanma ve saldırma yeri olmaktan kurtarmanın en önemli yolu, sınır dışında ülkem için güvenli bir şerit oluşturmaktan geçiyordu. Yani Gara'dan..
Yeniden düşündüm..
Neden Mehmetçiğin, bu taktik de değil, stratejik harekâtının başarıyla sonuçlandığını açıklayan Cumhurbaşkanı'nın konuşması değildi, asıl manşet?.
Peki bu haberi "İkinci" yapan olay neydi?.
Gara'da bozguna uğrayıp kaçan teröristlerin beş yıldır yanlarındaki 13 Türk'ü öldürmeleri..
İyi düşündüm bu defa.. Geçmişte yazdıklarımı da hatırladım..
Terör eylemlerinin amacı nedir?.
2, 13, 104 sivil öldürmekle savaş kazanılır mı?. Kazanılmaz tabii..
Ne kazanılır?.
Adı manşetlere geçer, reklam olur..
Hezimete uğrayıp kaçarken bile bu rezil eylemi yapıp, yandaşlarına "Biz ölmedik" mesajı verirler.. Medyanın, yazılı sözlü, hezimeti değil, o eylemi yazmasını sağlarlar..
Kaç yazı yazmıştım, "Terör eylemlerini büyütmeyelim". Bağrımıza taş basalım, içimiz kan ağlasa da bu alçakların, bu rezillerin oyunlarına düşmeyelim. Haberi verelim tabii.
Ama büyütmeden.. Ama günlerce sürdürmeden, günlerce gündem yapıp, Mehmetçiğin hem de sınır ötesindeki inleri temizleme harekâtının zaferle sonuçlandırmasını gündemden düşürmeden..
Ömer Çetin Kardeşimin yazısı fevkalade güzel, fevkalade duygusaldı..
Peki ama nerde benim savaş muhabirlerim?.
Harekât alanına gitmeseler bile, Ordu Basın Bürosu aracılığıyla şehit edilen değil, yaşayan, o inlere giren bir kahraman Uzman Çavuş'la konuşup, onun ağzından zaferle sonuçlanan Pençe Harekâtı'nı yazsaydı, mesela?.
Terörle savaş, sadece Mehmetçik'le yapılmaz.
Öyle olsa, 1978 yılında Lice'nin bir köyünde Abdullah Öcalan ve 21 arkadaşı tarafından kurulan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bugüne dek savaşımız sürer miydi?. 43 yıl!.
Terör mücadelesi, topyekûn mücadeledir.
Halk, inanmalı, güvenmeli ve yüksek moralle devletine yardımcı olmalıdır.
Öyle olursa, gündüz külahlı aramızda dolaşanlar, gece silahlı terör baskınları düzenleyemez mesela.
Burada "Moral" en önemli unsurdur.
Güvenmek ve inanmak, yüksek moralle mümkün olur..
Yani Gara'yı ve önemini anlatmak, o zaferin sonuçlarını herkesin anlayacağı dille söylemek ve yazmakla..
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, TRT 1 kanalı ile 83 milyonun hepsine hitap etmeli ve konuyu hiç iç politikaya getirmeden, Gara Harekâtı'nı, planlar ve haritalar eşliğinde halka izah etmeli ve zaferin önemini her beyne sokmalı" diye düşünüyorum.
Sokmalı ki, özellikle Doğu bölgesinde "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye korkup sinenler değil, "Bitsin artık bu savaş.. Biz de eskisi gibi, Tendürek'e çıkıp piknik yapalım" diyenler ve devlete yardımcı olanlar çoğalsın.
Terörle mücadele, her fikirden, her düşünceden, her partiden vatandaşın bir ve beraber olması ve devletle el ele tutuşması sayesinde kazanılır!.
Terör günlük politikaya alet edildikçe Kandil ve Sincar dağlarında halaylar çekilir, unutmayalım!.
***
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
KOVİD BEBEKLERİ..
Jimmy Fallon şovda "Karantina, hamilelerin sayısını artırdı" yarı şakasını dinlerken, aklıma sevgili dostum, kardeşim Kadın Doğum Doktoru Banu Çiftçi geldi.. Ertesi gün aradım..
"Yahu nedir, karantina günlerinde halin" dedim.. Eskisinden fazla koşuşturuyormuş, gerçekten.
"Banu" dedim, "Sen hep, bebeğin beyninin ana karnından başlayarak çalıştığını, koşullanmaya başladığını söylersin.. Bu karantina bebeklerine nasıl yansıyacak?." "Doğum anından başlayarak gördükleri hep maskeli insanlar.. O bebeklerin beynindeki insan, baş, gövde, kollar ve bacakların ötesinde bir de maske ile belirlenecek.
Maskeyi insanın bir doğal parçası kabul edecekler" dedi..
İlginç..
Niye bir televizyon mesela o on para etmez, hep ayni meraklıların belki de üste para vererek koştuğu ve konuştuğu o aptal oturum programları yerine, Banu'nun söylediklerini tartışacak bir Çocuk Doktoru, Çocuk Psikolojisi uzmanı, Beyin uzmanıyla, yani yepyeni yüzlerle yepyeni bir konuyu tartışmayı düşünmez..
Koyun olmak kolay da ondan mı?. Yoksa "Sürüden ayrılanı kurt kapar" diye mi korkarlar?.
***
BRAVO YÖK!.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK),
Galatasaray Üniversitesi'nde görev yapan Fransız vatandaşı öğretim üyelerinin dertlerini anlatabilecek derecede Türkçe bilmelerini şart koymuş ve sınav açmış..
Kıyamet kopuyor..
Ülke kutuplaştı ya.. Bilir bilmez muhalefet..
O zaman yukardaki başlığı atan ben de "Yalaka" oluyorum..
Okey.. Şimdi bizahmet "Yalaka"yı okuyun..
Yıl 1972.. İktidarda 1971 askeri müdahalesinin kurduğu hükümet var. Dışişleri Bakanlığı'nın genç genel sekreteri, benim Mülkiye'den sınıf arkadaşım Yalım Eralp.
Yalım bir telgraf alıyor.
"Türkiye Cumhuriyeti'nin haysiyetini korumak için, aksine talimatınız yoksa bugün saat 14.00'teki THY uçağıyla Ankara'ya dönüyorum." Fransa, Lyon'da bir Ermeni soykırım anıtı açıyor o gün.. Bakanın yapacağı bir şey yok. Hasan Esat Işık, 14.00 uçağıyla dönüyor ve Türkiye, Paris'e 2 yıl elçi yollamıyor.
Bunu niye anlattım. Fransa hep ayni Fransa da ondan.
YÖK açıkladı, kaçınız duydu, ilgilendi.
"Fransa, ülkesinde çalışan Türk vatandaşı öğretim görevlilerinin dertlerini anlatabilecek derecede Fransızca bilmelerini şart koymuş ve sınav açmış.." YÖK de, Devletler Hukuku'nun en geçerli yaptırım silahını uygulamış.
Bizim Mülkiye'de okuduğumuz kitapta "Mukabele-i bilmisil" diye yazar..
Ayniyle cevap, yani..
..Ve YÖK diyor ki.. "Fransa, Türk hocalarına koyduğu sınav şartını kaldırdığı gün biz de kaldırırız!." Bravo YÖK!. Türkiye'yi kendi iç politikası için alet diye kullanan Macron'un suratına hem de anında tokat böyle atılırdı işte!.
Ne yalaka anlattım değil mi?.
***
14 ŞUBAT!.
Ne birleştirici yanı varmış meğer, Sevgililer Günü'nün.. Bu ülkenin iki kutbunda yer alan muhafazakârlar ve solcular ilk defa birleştiler ve Sevgililer Günü'nü aşağılamak, yerden yere vurmak için neler yazdılar, nasıl dalga geçtiler..
Peki niye birleştiler?.
İnançları ya da görüşlerinden dolayı mı?.
Yok canım..
Onların hepsine ortak sorum var..
Aynaya bakın ve gördüğünüz yüze sorun.
"Sen hiç sevdin mi?. Sevildin mi?."
Bu duyguyu yaşayanlar 14 Şubat'ı sormazlar..
Soranlar mı?. Öyle bir hayata acırım ben!.
Sevgisiz hayat, boşuna yaşanmıştır çünkü..
*
Bu arada Milliyet Cadde'de "Seyyah-ı Alem" köşesini yazan Cüneyt Sadıç kardeşime teşekkür ederim. Tanışmadık ne yazık ki...
"14 Şubat Kutlu Olsun" başlığı altında günün tarihsel gelişimini anlatmış.
Yazısı şöyle bir vefa duygusuyla bitiyor, teşekkürüm ondan..
"Bizim tanışmamız ise Sevgili Hıncal Uluç'un 1981 yılında Erkekçe dergisinin ikinci sayısında Sevgililer Günü'nü detaylıca ele almasıyla olacak, Vakko da aynı yıl Sevgililer Günü temalı vitrin yapan ilk mağaza olarak hafızalarımızda yerini alacaktır."
Sevgili Cüneyt, O Vakko Vitrini'ni o zamanlar Bay Vitali'nin Halkla İlişkiler Danışmanı Deniz Adanalı ile birlikte hazırlamıştık. Deniz yakın dostumdu. Aradım.. Erkekçe o zaman 100 binin üstünde satıp rekorlar kırıyor. "Deniz" dedim, "Sevgililer Günü'nü anlatan kapak yaptık. Sen de Beyoğlu Vakko'da vitrin yapıp öncü ol.."
Deniz cin gibi.. Gelmiş geçmiş en iyi PR'cılardandı. Bütün gazetelerin birinci sayfalarındaki Vakko Vitrini resimlerini daha ben söylerken anladı. Aynen de öyle oldu..
Ben duyurdum, 14 Şubat'ı asıl patlatan Deniz ve onun Vakko'su oldu!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Örümcek için normal olan, sinek için kaostur. Hint Deyişi (Teşekkürler Serpil)
TEBESSÜM
- Evlilik nasıl bir süreçtir?.
- Eşiniz, nasıl bir erkeği tercih etmeliydi, anlama süreci..