Kamil Koç, babamın yakın arkadaşıydı. Onu sık sık babamın Genel Sekreter'i olduğu CKMP Genel Merkezi'nde görürdüm. Pırıl pırıl bir insan ve işadamıydı.
Çok severdim. Ve yurt içi gezilerimde mecbur kalmadıkça, Kamil Koç'tan başka otobüse binmezdim..
Ölümünden sonra aile işe onun gibi sarılamadı. Sonunda dev bir otobüs holdingine devrettiler.. Ben de bir daha binmedim zaten.. Holding o çok saygın markayı muhafaza etti.. İstanbul, İzmir yollarında zaman zaman yanından geçtiğimiz otobüslerin üzerinde "Kamil Koç" yazısını gördükçe içim sızlardı.
Ama bu defa, Hürriyet'teki o dehşet verici haberin resmindeki otobüsün üzerinde "Kamil Koç" adını okuyunca, dondum kaldım.
Artvin'den Antalya'ya giden Kamil Koç otobüsü, Kırıkkale civarında koronavirüs tedbirleri kapsamında jandarma tarafından durdurulmuştu.
Haber mi?.
Yolcuların HES kontrolü, sistemden yapıldı ve 2 yolcunun test sonucunun pozitif olduğu, yani Kovid-19 virüsü taşıdıkları görüldü.
Olaya Kırıkkale Valiliği el koydu.
Otobüsteki 29 yolcu ve 2 personele hastanede test yapıldı ve tümü, bir Kız Öğrenci Yurdu'nda karantinaya alındılar.
HES kayıtlarında virüs taşıdıkları yazılı olduğu halde, yani bile bile otobüse binen ve bu yolcuları, sistemde kontrol etmeden otobüse alan firmaya toplam 4 bin 50'şer lira para cezası kesildi.
İşte beni dehşete ve umutsuzluğa düşüren haber bu..
..Ve de Türkiye'de virüsün nasıl ve neden bu kadar hızlı yayıldığını gösteriyor.
Artvin'den otobüse kontrolsüz binen o iki kişi, eğer o jandarma tarafından çevrilmese ve Ankara'ya inselerdi..
Ellerini kollarını sallayarak inselerdi?.
"İki kişiden ne çıkar" diyorsunuz değil mi?.
Bugün dünyada başlangıcından beri toplam 109 milyon insan Kovid-19'a yakalandı. 2 milyon 400 bini de öldü..
Türkiye'de toplam Kovid hastası 2 milyon 586 bin 183.. Toplam ölü sayısı 27 bin 471!.
Virüs ilk defa Çin'in Vuhan eyaletinde görüldü.. Ordan dünyaya yayıldı.
Peki Vuhan'da nasıl çıktı?.
1, yazı ile "Bir" kişiden.
Yarasalardan mı, nerden kaptığı hâlâ kesin tespit edilmeyen o bir kişinin etrafına yaydığı virüs, önce çevresini, sonra da yakın ya da uzak seyahatlerle dünyayı sardı ve 109 milyon insana bulaştı..
1 kişiden 109 milyona..
Hadi şimdi, Ankara'ya virüslü olduğunu bile bile gelmeye kalkan ve otobüse binen o iki kişiyi ve o iki kişinin virüslü olduğu sistemde kayıtlı iken, 2 dakikalık kontrolü bile yapmayan, iki bilet daha satmak için otobüse alan Kamil Koç'u yargılayın kafanızda lütfen..
4 bin 50 lira ceza ödemişler, yakalanmasalar gerçekleştirecekleri katliam için..
Geçen hafta yazdım.. Yasak hafta sonu günleri, hem de maskesiz parklarda, sahil yollarında pervasız yürüyenleri..
Topluma kötü örnek olanları..
Onlara "Siz niye evlerinizde hapis hayatı yaşıyorsunuz..
Çıkın bizim gibi dolaşın, eğlenin gerzekler" dercesine şov yapanları.. Kapalı mekânları açtırıp partileyenleri..
Neden bu kadar umursamıyorlar?.
Çünkü vicdanları yok.. Peki onlar vicdansız diye ben ölecek miyim?. Hadi hayatta kaldım.
Onların bu rezil davranışları yüzünden salgın hızı düşmedikçe, bu yasaklar yumuşamayacak?.
Yumuşamayınca da, evlerine sadece çalışarak para götüren milyonlarca insan, mesela çoğu zaten kadrosuz milyonlarca garson, komi, ahçı yamağının aileleri, çocukları nasıl karın doyuracak?.
Bakın İstanbul Emniyeti'nden bana ancak bir haftada ulaşan rakamlara..
(Kahrolsun bürokrasi..
Bu bürokrasi kölesi Emniyet mi, Kovid yayılma hızına erişecek?.) Aralık ve ocak aylarında toplam 702 bin 869 maske kontrolü yapmış polisimiz ve maskesiz 16 bin 146 kişiye işlem yapmış.. İşlem ne?. 392 lira ceza..
Ayni iki ayda 369 bin 811 işyerinde Kovid-19 yasakları denetimi yapılmış.
Yasaklara uymayan 19 bin 103 işletmeye ceza kesilmiş. Nedir ceza.. 4 bin 50 lira işte..
Gene ayni iki ayda sokağa çıkma yasağı denetimleri yapılmış. Yasağa uymayan 55 bin 92 kişiye ceza verilmiş.
Adam başı 3 bin 150 lira..
Peki bu yasaklar etkili oluyor mu?.
Hemen her gün okuduğumuz, okumaya alıştığımız haberler meydanda..
İnsanlarımız yasakları hiçe saymaya devam ediyor..
Neden?.
Çünkü cezaların önleyici etkisi yok..
Bir zengin masasının bahşiş diye bıraktığı para müessesenin cezası olursa, Kovid'i yurdun bir yerinden alıp öbürüne taşıyan kuruluş 3 otuz para ceza öderse, o da yakalanırsa yani.. Hani nerde o polis.. Gören var mı, etrafta?.
Bakın Sayın İçişleri Bakanım..
Suçların pervasız işlenmesini önleyen şey, AYR denen bir merdivendir.
Algılanan Yakalanma Riski..
1'den 100'e..
Bu rakam 1'e ne kadar yakınsa halk o kadar pervasız olur. 100'e ne kadar yakınsa o kadar kurala uyar..
Peki nedir bu AYR merdivenini etkileyen şey?.
1- Suç işlendiğinde yakalanma oranı.. İnsan yüzde 100 yakalanacağını bilirse suç işlemeye korkar. Bu oran düştükçe, korkusu azalır, hatta hiç kalmaz.
2- Ödenecek cezanın büyüklüğü..
Öyle bir ceza koyarsınız ki, "Yakalanma riskim nerdeyse sıfır ama ya yakalanırsam batarım" diyorsanız eğer, o AYR merdiveninde 100'e yakınsınız demektir.
Sayın İçişleri Bakanım, Süleyman Soylu..
Bizdeki kontrol sayılarıyla maske ya da sokağa çıkma kurallarını ihlal edenlerin yakalanma riskleri nedir, bir..
Ödedikleri cezalar, hele bu işlerde başrol oynayan ünlü ve zenginleri ürkütür mü?. Bu da iki..
Kovid salgınının hızını düşürmenin, giderek önlemenin yolu Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'dan değil, sizden geçiyor, İçişleri Bakanım Süleyman Soylu..
Bu komik cezalarla biz yasalara saygılı insanlar gerzek gibi evlerde oturur ve ölürüz.. Ünlüler ve zenginler, kimseyi ama kimseyi umursamadan günlerini gün etmeye devam ederler..
Anlatabildim mi, Soylu Bakanım!.
***
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
ELVEDA TOPBAŞ!..
Çok iyi ahbaptık. Onu severdim. O da beni severdi.. Çok buluştuk. Çok sohbetimiz oldu. Çok övdüm, çok da eleştirdim.. Dostluk ayrı, görev ayrı.
Bu ikisini birbirine karıştırmamak ilkem benim..
Ben yeşili severim.. Bunca para ile bana durmadan sahil evleri teklif edilirken "Ben yeşil isterim, bana bahçeli ev bulun" demem ondandı. Yemyeşil ve çiçekler içindeki Alkent'i seçmem ondandı. Şimdi benim bahçem dışında çiçek yok. Çünkü aidatlar üç kuruş düşsün peşindeki son yönetim, bahçıvanların nerdeyse tümünü kovdu. Çiçek, fide, tohum alımlarını sıfıra indirdi. Alkent'te artık çim de değil, otlar var..
Neyse..
Kadir Topbaş'ın en büyük zevki İstanbul'u güzelleştirmekti. Kentin içinden geçen iki temel yolla başladı.. E-5 ve TEM.. Harika da bir Parklar ve Bahçeler Müdürü vardı.. İhsan Şimşek..
Ben dikine bahçeciliği ilk defa Topbaş ve Şimşek'le gördüm. Yazları her hafta sonu Tuzla'ya Serpil Bacı'ya TEM'den giderken "Ercan yavaş sür" derdim, otoyol boyu diklemesine yamaçta, çimler ve çiçeklerle yapılmış, resim, minyatür gibi süslemelere bakmaya doyamadığımdan.
Kadir Bey, nasıl bahçeci ve çiçekçi olduğumu bildiğinden, her lale zamanı, Emirgan Parkı içinde Sarı Köşk'te kahveye davet ederdi beni..
Lalezar denen güzelliği, Lale Devri şiirlerinde, edebiyatında çok duymuştum.
Ama çıplak gözle ilk gördüğüm Lalezar işte o Emirgan Parkı'ndakilerdi.
Dönümlerle renk, dönümlerle güzellik..
Hem de nasıl bir güzellik, anlatamam..
İnsana şiir yazdırır. Öylesi.. Sahil yolu iki şerit.. Park yasak.. Bu lalezarları görmek için sade İstanbul değil, yurdun dört bir yanından gelen yüzlerce otobüs, Maslakİstinye yokuşuna iki taraflı park ederdi. Öyle meraklıydı insanım güzelliğe..
Türk'ün lalesine sahiplenip dünyaya hava atan ve "Bizim" diye satan Hollanda'ya karşı bizim ilk hamlemizdi adeta o lalezarlar..
Bir de erguvan ağaçları.. O kadar çok ağaç dikmişti ki, Kadir ve İhsan Beyler İstanbul'a.. Her erguvan mevsimi, bu defa sokakları, otobanları değil, ara sokakları dolaşırdım erguvanları görmek ve koklamak için..
Kadir Ağabey!. Her lale, her erguvan mevsiminde seni hatırlayacağım..
Dilerim "Her şey çok güzel olacak" diye seçim kazanan yeni başkanımız da, bu güzelliklere senin kadar âşıktır ve sürdürür..
Çiçekler, güzellikler içinde yat, Kadir Ağabey!.
***
ŞİŞİRMEYİN SPORCULAR!.
Bu gazeteyi "Okunur" yapmak hepimizin görevi.. En başta da sorumlu bölüm müdürlerinin.. İtina.. Özen..
"Mükemmellik ayrıntıdadır" kuralına dikkat.. Yazılan her kelimenin önemini, anlamını bilmek..
"Okur neyi merak eder" düşünmek. Onun haberini yazmak.. Gazetecilik işte bu..
Hadi gece maçlarında "Baskıya yetişmek" sorunu var. Yahu saat dörtte maç yakalamışsın, dört dörtlük yazsana.. Televizyonda yayınlanmış bir maç, ertesi sabah gazetede nasıl işlenir göstersene..
Hele de elinde bu ülkenin en seçkin, en ünlü, ne diyecekleri en merak edilen yazarları varken..
Açtım, Galatasaray-Kasımpaşa maçını okumak için spor sayfasını.. İlk, çerçeveye baktım.
Bu gazetede santim çok kıymetli ya.. Spor Müdürüm Özbostan, takımları yazdığı çerçeveye yedekleri koymamakta inat ediyor. Uyardım bu sütunda.. Ama inat sürüyor.
1-1 devam eden maça müdahale için 70 dakika bekleyen Fatih Hocamı kulübede bekleyenler kimler, okurun bilme hakkı değil mi?. Hele de internet aracılığı ile maçı hiç izlemeyen bir dünya köşesindeki Sabah okurunun..
O çerçevede, hiç şut atmadan gol atan Kasımpaşa'nın o golünü adeta hediye eden Muslera'nın notu 5!. Maçın ilk yarım saatinde kalesine gelen 8 şutun hepsini (Ki en az üçü net gollüktü) kurtaran Ertuğrul'un da notu 5..
Ki senin sayfanda Bülent Timurlenk'in yazısının başlığı şöyle: "Ertuğrul olmasa ilk yarıda biterdi".
Kim verdi bu notları?.
Hangi futbol cahili?.
Okuyan, denetleyen yok mu?. Yahu saat altı daha.. Acelen de yok..
Özensene.. Düzeltsene..
O çerçeveyi tümüyle at, Özbostan Müdür.. Okuruna "Palavra" sunma..
Peki o sahanın hali neydi?. Hiç mi karlı sahada maç görmedik?.
O bataklıktan sorumlu kimdi?. Bir çim mühendisi, çim otoritesi bulup soramadın mı?. Maçı izleyen herkes onu soruyordu. "Akşamdan üzerine muşamba serilen saha nasıl böyle bataklık olur" diye. Senin spor servisinde bunu soran, merak eden, araştıran tek kişi çıkmadı mı, onca vakit varken?. Sen merak etmedin mi, peki?.
Maçın en kritik sorusu son dakikada gelen penaltıydı..
Bir köşe açsaydın ve tüm yazarlarına sorsaydın.. Hepsini ayni yazıda toplasaydın.
"Penaltı mıydı" diye..
Erman Toroğlu, Ahmet Çakır, Levent Tüzemen, Bülent Timurlenk, Ömer Üründül, Ali Gültiken, Fatih Doğan mesela..
Bir köşe de açsaydın. Bu defa Kasımpaşa lehine çalınmayan ve VAR'a çağrılmayan penaltıyı sorsaydın hepsine ve sonuçları manşete çekseydin, fark yaratır mıydın, yaratmaz mıydın?.
Herkes bugün hâlâ Sabah'ı konuşuyor olur muydu, olmaz mıydı?.
Bu yazıyı, dünü eleştirmek için yazdığımı sanıyorsan aldanıyorsun..
Sana "Gelecek" için örnek sunuyorum, Murat Özbostan Müdürüm!.
Bu yaşta Sabah gibi bir gazetenin spor müdürü olmak ne büyük şans, ne büyük fırsat.. Layık ol..
Fark yarat.. Bak nerelere gelirsin?.
***
TEBESSÜM
Rahip, iskelede dolaşırken, kıçtan takma motorlu bir sandalın çok ucuz fiyatla satıldığını gördü. Hemen satın aldı. Ertesi sabah da hazırlık yaptı. Olta takımlarını da aldı. Sandalına bindi. Motoru çalıştırmak için, "Start" ipini birkaç defa çekti. Tık yok.. Hemen sandaldan indi. Motoru aldığı adama koştu. "Bu motor start almıyor" dedi. Satıcı "Sövmüyorsun da ondan" dedi.. Rahip şaşırdı. "Ben bir din adamıyım. Sövmem. Hatta nasıl küfür edildiğini bile unuttum" dedi. Satıcı güldü. "Sandalına bin. İpi çekmeye devam et, hatırlarsın!."
SEVDİĞİM LAFLAR
"Yolunu değiştirmeden gittiğin sürece ne kadar yavaş gittiğinin bir önemi yoktur." Konfüçyüs