Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

..Ve ‘Polislerim işbaşındalar!.’

"Ben 'Fikri Takip' kuralına sonuna dek uyarım. 'Yazdım oldu, işim bitti' demem.. İstanbul Emniyet Müdürü ya da müdürlüğü sorduğum soruya yanıt verene dek peşini bırakmam" demiştim. Her gün sorumu yineliyordum.. Ama dünkü sayfamda satır görmediniz.. Aslında vardı.. Yani olacaktı.
"Yaşasın Savcılarım" yazımın altında şu notu okuyacaktınız..
"Bu arada.. Şu an, perşembe saat 11.50..
Anayasa'yı ihmal, görevini suiistimal eden İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş, bu sütunlarda sorduğumuz cevabı çok kısa soruya hâlâ cevap vermedi. Basın Bürosu'nun vermesine de izin vermedi.
'Cumhurbaşkanı'nın açık talimatını ve ülke yasalarını alenen, resmen ve belgeli ihlal edenler için ne yaptınız?' sorum hâlâ ve hâlâ cevapsız..
Cevap vermeyen, Cumhurbaşkanı emrini yürütmekle görevli Zafer Aktaş Müdür!.."
Yazılarımı bitirdim. Editörüm Sevgili Fikret'e yolladım. Telefonum çaldı. Arayan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Protokol Müdürü Süleyman Gökdemir..
Uzun uzun konuştuk..
"Aradığınız için çok teşekkür ederim. Ama bugünün yazıları şu an gazetede.. Konuşmamızı yarın yazacağım" dedim. Kapadım, hemen Fikret'i aradım.
"Savcılar yazısının sonundaki notu çıkar" dedim.. O kadarını yapabildim ancak..
Şimdi gelelim Gökdemir Müdür'le konuşmamıza..

***

"Son günlerde polis çok yoğun" dedi.. "Neden?" demedim.. Boğaziçi olayları ve ona bağlı protestolar tabii.. "İnanın gazeteleri okuyacak vakit bile bulamadık. Yazdıklarınızdan iki gün önce haberim oldu. Derhal peşine düştük.. Cihangir'de gece yarısı açık olan mekâna gittik. Orası aslında bir şarküteri.. Ama kafe gibi hizmet veriyor. Yani yasak saatte açık olma yanında, bir de ruhsata aykırı iş yapıyorlar.. Her ikisi için de gereken cezalar kesildi. Yasal saatte dışarıda olan Burcu Hanım'ı da araştırdık. Film ve dizi oyuncularının sokağa çıkma izinleri var ya, onu kullanmış.. Ama biz gene de bir dizi veya filmde oynayıp oynamadığını araştırıyoruz. Farah Zeynep Hanım'ın da durumu ayni. O da araştırılıyor.."



"Peki, tatil günlerinin yasak saatlerinde, Bebek sahillerinde dolaşanlar.. Deyin ki ben, Arnavutköy sahilinde bir apartmanda oturuyor ve pazar sabahı yasak saatte sahil yoluna bakıyorum Yüzlerce insan tur atıyor. Her yaştan, her cinsten insanlar.. Görünmeyen de sadece polis.. Oysa Zafer Aktaş Müdür, kahve davetine uyup, Vatan Caddesi'ne gittiğimde bana 'Polis kritik yerlerde görünecek' demişti. O sahil piyasası resimlerinde polis yok.. O zaman bu manzarayı gören ben ne yaparım?."
"Siz de çıkarsınız tabii" dedi. "Çünkü manzaranız teşvik edici olur.."
Ekledi.. "Bundan böyle kritik yerlerde polisi göreceksiniz. Dedim ya, geçen hafta çok yoğunduk.. Yalnız size bir şey söyleyeyim.. Yasak saatlerde dolaşanların çoğu turist. Onlara yasak yok!."
"Yani ben Hıncal Uluç, Londra'ya gidersem, İngiliz yasaklarına uymak zorundayım, ama İngiliz, İstanbul'da serbest. Olacak şey mi?."
"Olmaz tabii" dedi, Gökdemir Müdür.. "Bu yüzden üst makamlara bir rapor hazırlayıp bu turist özgürlüğünün gözden geçirilmesini isteyeceğiz.."
Özet.. Fevkalade anlayış dolu bir konuşma oldu. Gökdemir Müdür, basına yansımayan kaç "Yasak ihlali vakası" belirlediklerini, kaç milyon lira ceza kestiklerini de söyledi. "Bana mailleyin. Ben yazarım" dedim..
"Yasak ihlallerinin, kim olursa olsun izlendiğini ve cezanın kesildiğini bu millete göstermezsek, bu başıboşluk artarak sürer, bu salgının yayılma hızı kesilmez ve yasaklarda yumuşama olmaz.. Bana, Burcu ve Farah Zeynep hanımlara bir şey olmaz, ama evine sadece aldığı bahşişlerle bakabilen garson, komi gibi milyonlarca insan, restoran ve kafeler açılmazsa aç kalır. Bunların çoğu zaten kadrosuz çalışıyor, onu da düşünün lütfen" dedim.
Polis görevini yapacak.. Ama asıl görev bizlerin. Tüm vatandaşların..
"Bir ben çıkıp azıcık yürüsem ne olur" demeyin.. O sahillerde toplanan, kapalı yerleri açtırıp partileyenlerin her biri "Bir ben" diyenler..
Yani "Salgın gölünü besleyen damlalar", devlet değil, işte o "Bir Ben"leriz..
Kapanacağız. Serbest saatlerde bile mecbur değilsek çıkmayacağız. Maske ve mesafeye çok dikkat edeceğiz. Temizliğe de.. Biz vatandaş olarak üzerimize düşeni yapacağız ki, polisten 7/24, her zaman ve her yerde hizmet istemeye hakkımız olsun!.
Unutmayın.. Hepsi 3 harf ve 3 kelime..
MMT!. Yasaklara, kurallara uyalım!.

***

İKİ SAAT 7 DAKİKA VE 47 SANİYE!..

Hem de Sina Koloğlu gibi, bu ülkenin en "Gazeteci" bir babasının, unutulmaz Doğan Ağabeyimin oğlu da, ne yazık ki, dizi dedikodusu yazarak TV köşesini dolduruyor.. Ekranlardaki bunca rezillikle savaşan yok.. Hemen hepsinin yazdığı, genelde kendi guruplarının kanallarına reklam ve yağlama..
Sina da Kanal D'nin Hekimoğlu dizisi için döktürmüş, Milliyet'te..
Kronometre tutmuş üşenmeden.. 2 saat 7 dakika 47 saniye dediği temiz dizi.. 3 saate, yani 180 dakikaya tamamlayın.. Aradaki fark da reklamlar.. Sondakiler hariç tabii.. Son sahneyi görüyorsunuz. "Devam edecek" yazısı bitiyor. Arka arkaya iki bant, yani toplam 30 dakika reklamdan sonra, o son izlediğiniz sahne bir daha geliyor ekrana ve bu defa üzerine jenerik biniyor.. Yani seyirciyi eşek yerine koymanın üstüne bir de tüy dikiyorlar..
RTÜK nerde?. Yok?. Televizyonların bağlı olduğu Yürütme Makamı nerde?. Yok.. Peki bu rezillikle savaşan medya nerde?.
"Yok" değil bu defa.. Var.. Hem de nasıl var?. Kendi kanalının dizisini yıkayıp yağlamak için var ya onlar.. Gerisi, halkın aldatılması, dizi çalışanlarının hayvan yerine konup insanlık dışı çalıştırılması umurlarında değil.. Eee!. Gazeteler kâr etmiyor, her gurupta maaşları televizyonlar ödüyor ya.. Onlar da maaş peşindeler, ne de olsa..
Oturup bunları yazacaktım bugün..
"Hadi özel kanalları bu 180 dakikalık dizi rezilliğine koyduğu o aptalca reklam yönetmeliğiyle RTÜK sebep oldu. Bu yüzden böylesi hilelerle seyircinin eşek yerine konmasına 'Gık' diyemiyor.. 'Peki, özel kanallarla sidik yarışına girmesin, halkın eğlenme ve öğrenme haklarına saygılı, onu adam yerine koyan gerçek programlar yapsın, yani reklam uğruna reyting dizileri yapmasın' diye bu ülke insanının hatta televizyonu bile olmayan en fakir halkının kullandığı elektrikten bile pay alan TRT'ye ne oluyor" diyecektim..
"Hiç olmazsa sen yapma TRT!. Hiç olmazsa sen yapma da, doğru örnek ol.. Halkını sahiplen" diyecektim bu sabah size..
Soracaktım..
"Dünyada niye sadece bizde hemen her ulusal kanal 180 dakikalık diziler yayınlıyor da, onlarda yok?."
Sonra da anlatacaktım..
Çünkü orada güçlü sendikalar var. Dayanışma içinde.. Örnek verecektim.. New York'ta Ünlü Lincoln Hall'de Modern Folk Üçlüsü ile konser vereceğiz. Amerika'yı ziyaret eden Başbakan Mesut Yılmaz da onur konuğu.. Öğleden sonra prova var. Gittik. Sahnede ses düzeni kuranlar çalışıyor. Onlar bitirecekler ki, biz Sound Check/ Ses Kontrolü yapacağız.
Saat 17.00.. Adamlar son mikrofonu da taktılar ve toplanmaya başladılar.
"Ne oluyor" dedim. Şefleri saati gösterdi. "Saat beş. Mesaimiz bitti."
"Bre amandır, zamandır. Biz üstelik vokal gurubuyuz. Ses kontrolü yapmak zorundayız.. Fazla mesai ücreti neyse ben sağlarım. Aman yarım saatçik daha kalın.."
"Kalmak isteriz tabii" dedi adam.. "Ama izinsiz fazla mesai yaptığımız ortaya çıkarsa öyle bir ceza alırız ki, inanmazsınız."
Oralarda sendikalar öyle.. Hiçbir aktör sendikası, üyesini yasal sürenin dışında çalıştırmaz. Çalışanı kovar. Üye olmayan da iş bulamaz zaten. Üye olmayanlardan bir oyuncu ekibi kurun. Oyuncu sendikasını destekleyen senaryocular sendikası senaryo yazdırmaz.. Dekorcular sendikası dekor yaptırmaz. O dizide, o filmde neci varsa, hepsi birden boykot yaparlar.. Hatırlayın geçmiş yıllarda "Senaryocular Sendikası" grevi yüzünden Amerika'da aylarca dizi çekilememişti..
Bizde nerde o sendikalar..
Tek çare reklama ihtiyacı olmayan TRT'nin örnek olması, yani..
"Benim Adım Melek"i izliyorum ya, sadece televizyona ben başlattığım için kendimi bir yerde sorumlu hissettiğim Nehir Erdoğan için.. "Her hafta 180 dakikalık dizi, her hafta iki Türk filmi demek. Haftada iki film çevirmek için o kadro haftada kaç saat çalışır, varın hesaplayın. Hadi teknik ekibi vardiyalara bindirdiniz. Peki ya oyuncular" diye girecektim, Sina'nın övgü döşenmelerinden girip. Akşamüzeri Nehir aradı.. Görüntülü.. Nasıl keyifli.. Fırat ağbisi üç gün için Antep'e, yanına gelmiş.. Nasıl mutlu olmuş onu anlattı önce.. Sonra bana dahi "Müjde" olan olayı anlattı.
Geçen hafta Çalışma Bakanlığı'ndan bir müfettiş, Ethem Bey, TRT dizi çekimlerini denetlemek için Antep'e, Benim Adım Melek'in setine gelmiş.. Bir süre dolaşmış, izlemiş, araştırmış, konuşmuş.. Sonra Nehir'le oturmuş.. Bizimki daha ağzını açmadan "En büyük sıkıntınızın 180 dakikalık dizinin yarattığı ağır çalışma koşulları olduğunu biliyoruz" demiş.. "İkincisi telif hakları.. Türk dizileri yurt dışında müthiş bir pazar buldu. Dünya çapında satılıyor ve hepsi yapımcıya.. Yaratıcı kadroya bir şey yok.. Yüzde 1 alsanız tonla para eder" demiş.. ve kapamış.. "Çalışma Bakanlığımız bu iki konuda da haklarınızı araştırıyor!."
Müthiş değil mi?. Devletim, bir yanda halkının, öte yanda sanatçılarının hakları için, kendiliğinden, hem de ortada sendika mendika bile yokken kendiliğinden harekete geçiyor..
Kutlarım Sayın Bakanımız, Zehra Zümrüt Selçuk!.
Ayni bakanlıkta daha önce görev yapan Fatma Şahin'in şimdi "Benim Adım Melek" dizisinin yıllardır çekildiği Gaziantep'te Belediye Başkanı olması da bir tesadüf mü acaba?.

***

YAŞA BEŞİKTAŞ!.



Perşembe gecesi ekran başında hayatta olmadığım kadar Beşiktaşlıydım. Penaltılarla kazandığında yerimden nasıl "Yaşaaaa" diye fırladığımı komşular görse, 112'yi ararlardı, kafayı üşüttüğüme hükmedip..
Yahu hem de o genç hoca, İlhan Palut, nasıl iğrenç ve nasıl aptal bir top oynattı Konyaspor'a.. Daha doğrusu oynatmadı. Sahaya oynamak değil, oynatmamak için çıkardı takımını. Ekran başındaki milyonları hiçe sayarak.
Rakip savunmanın nasıl büyük hatalar yaptığını, minnacık preste bile darmadağın olduğunu göre göre, 10 Konyalıyı kalesinin 25 metre önüne Fransızların o ünlü palavra Majino hattı gibi dizdi. Beşiktaş o aptal savunmaya 10 tane atardı ama, bir defa şut atmadılar. O kalabalığın içine kısa paslarla dalmaya teşebbüs ettiler durmadan. Gene de tonla gol kaçırdılar. Yani Sergen, oyunu bir türlü çözemedi. Tuzağa düştü ve biz 120 dakika ızdırap çektik.. Uzatma yarım saatinde de "Oynatmamak ve vakit geçirmek" için her türlü sahtekârlığı yapan Konya'nın amacının maçı penaltılara götürmek olduğunu 10 yaşında çocuklar bile anladı.
Sonunda Palut, planladığı zaferi kazandı. Yani penaltı atışlarına geçildi ve tam 120 dakika "Maç penaltılara kalsın" diye oynayan Konya, beş penaltıdan sadece ikisini atınca Beşiktaş, beşinci penaltıyı atmasına gerek kalmadan turu geçti. Şimdi siz benim yerimde olun da, havalara uçmayın, zevkten ve keyiften..
Bu anti futbolcuların her ezilişinde havalara uçuyorum bilesiniz ödlekler sürüsü!.

***

TEBESSÜM

"Tak tak tak!.."
"Kim o?."
"Ben!."
"Hangi Ben?."
"Kapıyı on dakikadır çalan Ben!."

***

SEVDİĞİM LAFLAR

'Seni seviyorum çünkü..'
"Hiçbir şey söyleme" diye sözünü kesti. "İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur."
Paulo Coelho
(Bu laf aslında yarın için.. Ama yedeklemenizde bir mahzur yok..)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA