Nerdeyse 10 gündür, hemen bütün gazeteler ve köşe yazarlarının çoğu durmadan Bülent Ersoy'u linç ediyorlar..
Önce "AVM'ye gidip orda 6 saat kalmış.. Milyonluk alışveriş yapmış.. Poşetleri taksiye sığmamış" kıyameti.. Taksinin arkasına yığılmış poşetlerin resimleri pabuç gibi basılmış..
"Alışveriş delisi Diva gene ortaya çıktı" havasında, yerden yere vuruldu kadın..
Birkaç gün sonra, kadın gene alışverişe çıktı ve tanesi 40 bin liradan iki kürk aldı..
Gene kıyamet koptu. Kadını yerin dibine sokmayan kalmadı..
"Alışveriş manyağı, doğa düşmanı bir ruhsuz, vicdansız" ilan edildi..
Haberlerini, köşelerini sosyal medyadan topladıkları mesajlarla beslediler..
"Bülent Ersoy 150 bin liraya kürk alıyor, ben 500 liralık kredi kartı borcumun asgari ödemesini 2 aydır yapamıyorum." "Bülent Ersoy'a bir şey olsa kürk satışları yarı yarıya düşer, tilkilerin nesli bir anda artış gösterir." Böylesi onlarca sosyal medya alıntısı okuduk..
Gazete tirajlarını yarıya düşüren sosyal medyanın reklamcısı biz olduk. Ah, bindiği dalı kesen Nasrettin Hoca ah!.
Kadın bu lince dayanamadı..
"Benim değeri 2.5 milyon lira olan 22 kürküm var. Onları satıp, hayranı olduğum Türkan Saylan'ın Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne bağışlayacağım" dedi.
Dernek Başkanı, anında açıklama yaptı..
"Biz, o parayı bağış olarak kabul edemeyiz. Kürk satışından gelen gelir, doğaya ihanettir." Medyamız bu gelişmeleri de, Bülent Ersoy aleyhine magazin sayfalarının ve eklerinin manşetlerine taşıdı.. Gene köşe yazarları, sosyal medyanın çok hoşuna gideceğini düşündükleri yazılarla kadını linç ettiler, onu refüze eden dernek başkanının ellerini öperken..
*
Dikkat edin, buraya dek yazının içinde defalarca Bülent Ersoy'dan "kadın" diye söz ettim..
Kadın da ondan!. Onun "kadın" olduğunun altını çizmek istedim de ondan..
"Kadına en küçük şiddet"e bile kıyametin koparıldığı ülkemde Bülent Ersoy adlı kadının, hem sosyal, hem yazılı medyada linç edilmesi tam tersine "alkış" alıyor..
"Like" alıyor.. Yüzlerce sitede alıntılanıyor..
Başta Hürriyet "sosyal medya jürisi"ne yaranmak için çıkan gazeteler, Ersoy'u lanetlemek için yarışıyorlar..
Neden Efendiler, neden?.
Kadına şiddet, ille tekme, tokatla, bıçakla, tabanca ile mi olur?.
Eskiler "Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez" demişler.. O hiç düşünmeden, sırf sosyal medya jürisine yaltaklanmak için yazdıklarınızla Bülent Ersoy'un ruhunda onulmaz yaralar açmanız, "şiddet" değil mi?.
Düşünmeden tabii..
AVM esnafı kan ağlıyor.. Günü siftahsız kapatanlar var.. Ama dolara, euroya bağlı kiralar peşin alınmaya devam ediyor. O boş dükkanlarda çalışanlar, tezgahtar, kasiyer ve çıraklar için gelen ve milyon bırakan müşteri ne demek bilir misiniz?.
O taksilere sığmayan poşetleri dükkandan taşıyan çocuk, aylardan beri ilk defa bahşiş alıyor belki.. Ersoy'un avucuna sıkıştırdığı kağıt para onun için ne demek, hiç düşündünüz mü?. Ama o bahşiş, o çocuk umurunuzda mı, sıcak odanızda yazar, istediğiniz önünüze, istemediğiniz arkanıza gelirken..
Ülke ekonomisi durma noktasında..
Keşke parası olan herkes çıksa da, ihtiyacına değil, parasına göre alışveriş yapsa da, ekonomi dönmeye başlasa..
Böyle zamanda böyle alışveriş yapan kadın alkışlanır, beyler, ağalar, paşalar..
Alkışlanır.. Sırça köşkünde oturup düşünmeden yazanlar!. Size söylüyorum..
Sosyal medya yağcılığını bırakın da ülkenizi ve pandemi ile aç kalanları düşünün..
Bizimki dahil her gazetenin ekonomi sayfaları var, tonla.. Bir ekonomi yazarı çıkıp da "Bravo Bülent Ersoy" deme cesaretini gösteremedi..
Ya o Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği?.
Türkan Hanım'ın kucağında kedileri, köpekleriyle resimleri.. Neymiş Türkan Hanım doğa âşığıymış.. Çağdaş Yaşam, doğayı korumakmış. Hayvanları öldürerek yapılan kürkü alan ve satandan bağış kabul edilemezmiş.
Yani onlara göre, Türkan Hanım vejetaryen de değil. Vegan!.
Daha anne sütüne doyamamış kuzuları, danaları, piliçleri löpür löpür ye.. Sonra "Vay bu kürk için hayvan öldürdün" diye kıyamet kopar!.
Bülent Ersoy "Ben Türkan Hanım'ı çok sevdiğimden, vasiyetimde Çağdaş Yaşam Derneği'ne büyük bir bölüm bırakmıştım.
Şimdi o vasiyeti değiştireceğim.
O derneğe artık zerre bırakmam" demiş.
Bravo Bülent Hanım..
Çünkü bunların amacı artık çağdaş yaşamı desteklemek falan değil. Kendi kişisel reklamlarını yapmak ve adlarını duyurup tatmin olmak..
O paraları, amacı gerçekten muhtaçlara, yoksullara ve felakete uğrayan derneklere, mesela Kızılay'a, mesela AKUT'a bırak.
Emsal olsun!.
..Ve de, Nobel gibi bırak.. Yani ana parayı aynen bağışlama. Bir hesap açtır, ana parayı yatır. Yıllık faizinin her yıl o derneğe verilmesini vasiyet et. Böylece dünya durdukça adın yaşasın!.
Bir gazeteci olarak sana, meslektaşlarım adına özür, kendim ve ülkem adına teşekkür borcum var, Bülent Hanım!.
***
Teşekkürler Doğan Ağbi!.
Benim gençliğimde bu ülkenin en değerli Gazetecilik, Bilim, Kültür ve Sanat Ödülleri'ni Türkiye Gazeteciler Cemiyeti dağıtırdı. Zamanın Hürriyet patronu Erol Simavi'nin öncülüğünde 1997'de kurulan ödüller, Hürriyet'i kuran ve Gazeteciler Cemiyeti'nin oluşmasında öncülük eden Sedat Simavi'nin adını taşıyordu.
Erol Bey, gazetesini Aydın Doğan'a satınca, Hürriyet Sedat Simavi ödülleri sponsorluğundan çekildi. Ödüller haber bile yapılmaz oldu.
O zaman Dinç Bey'e (Bilgin) "Ödülleri biz sahiplenelim. Biz destekleyelim.
Biz yapalım" dedim. Hürriyet kurucusunun adını taşıyan ödülleri SABAH ve atv dağıtıyor, iyi mi?. İkna edemedim. Ve ödüller unutuldu gitti. Gazeteler her yıl, sadece kendi bünyelerine verilen ödülleri minnacık haber yaptılar, o kadar.
Ötekileri görmediler. Kamuoyu tüm kazananları asla öğrenemedi.
O zaman da, o ödülü almanın zerre değeri kalmadı.
2020 Sedat Simavi Ödülleri'ni kazananlar tam bir hafta önce, 27 Kasım'da belli oldu..
Ama biz, yani Türk kamuoyu, ancak salı günü Hürriyet'te Doğan Ağabey (Hızlan) köşesini bu ödüle ve kazananlara ayırınca, hem listenin tümünü öğrendik, hem de Doğan Ağbi'nin kaleminden Sedat Bey'in hayat hikayesini okuduk..
Teşekkürler Doğan Ağabey..
Kendine, mesleğine ve yer aldığın Hürriyet gurubuna duyduğun saygı ve vefa hissi için..
Tüm ödül kazananları yürekten kutluyorum.
(Yazıyı okumak isteyenler "Sedat Simavi Ödülleri belli oldu Doğan Hızlan" yazıp tıklayabilirler.)
***
Yurdakul ağabey de..
Yurdakul Ağabey de gitmiş..
Yurdakul Fincancıoğlu.. Allah'tan Cemiyet ilan vermiş de ordan öğrendim..
1957'de gazeteciliğe başladığımda, Yurdakul Ağabey de benden 5 yaş büyüktü ama, bizim kuşaktan sayılırdı.
O zaman, gazeteler bugünkülere göre küçük, ama kadrolar gene bugüne göre misliyle büyüktü. Çünkü gazete haberlerini kendi muhabirleriyle toplardı.
Ajans haberlerine imza koyup yayınlamak, akıldan bile geçmezdi.
Her İstanbul gazetesinin öyle Ankara Büroları vardı ki, ilerde gazetenin başına geçecekler, Ankara'dan yetişirdi.
Öylesi müthiş rekabet ortamında, bugün hayali bile kurulmayan bir dostluk vardı. Herkes herkesi tanırdı. Herkes herkesle dosttu. Mesela Demokrat Parti organı Zafer'le, CHP organı Ulus'ta çalışan iki gazeteciyi Kızılay'daki Cemiyet Lokali'nde ayni masada keyif yaparken görürdünüz.
Partiler arasındaki o korkunç çekişmeler bile bizim dostluğumuzu engellemezdi.
Bugün ayni gazetede dostluklar yok.
Merhaba'yı geç, bir asansör tebessümünü bile esirger olduk, birbirimizden..
Yurdakul Ağbi'yle ayni gazetede hiç çalışmadık. Ama ağabey, kardeş iyi ahbaplık ettik..
Bizim kuşağın yukarı taşınması hızlandı.
Yok canım.. Kovid falan değil..
Doğa hükmünü infaz ediyor artık..
Bizden evvel gidenlere selamlar söyle, Yurdakul Ağabey!.
Ne demişti, Kemal?.
"Tekrar mülaki oluruz bezmi ezelde;
Evvel giden ahbaba selam olsun erenler."
***
Ah Yüksel ah!.
Yüksel Aytuğ kardeşim, benim köşede okuyunca, saatini ayarlayıp yatmış cumartesi gecesi.. Sabahın beşinde, tam da rüyasında kızıyla Disneyland'de eğlenirken canhıraş alarm sesi ile uyanmış. Ekran başına geçip Tyson-Jones maçını izlemiş. "Felaket sıkıcı 8 raund izledim. Bana harika bir rüya borçlusun Hıncal Ağabey" diye yazmış dün köşesinde..
"Haklı ama, rüya nasıl ödenir" diye düşünerek, alttaki yazısına geçtim.
Bir haber bülteninde, özel harekât polisi olan babasını 15 Temmuz gecesi bir hava bombardımanında kaybeden dünya şirini bir küçük kız çocuğunu izlemiş.
"Büyüyünce ne olacaksın" diyen muhabire, küçük kız "Pilot" demiş.
"Çünkü pilotları çok seviyorum." Yüksel'in cümlesine bakar mısınız?.
"Bilmiyordu ki, babasının canını alan bir hain pilot müsveddesiydi.." Oldu mu Yüksel?. O zaman o kızın idolü Sabiha Gökçen'in adını da kaldıralım hava meydanımızdan..
Böyle genelleme ile, minnacık bir beyne, kin ve nefret tohumu atılır mı?.
Yoksa şöyle mi demeliydi?.
"Küçük kızdaki güzelliğe bakın.. Babasını bir pilot yok ettiği halde 'Pilotları severim. Ben de pilot olacağım' diyor.
Ne mutlu ki, ona bu eğitimi veren bir annesi var?."
O dünya şirini kızdan özür dilersen Yüksel, rüyanda onu ve annesini de alıp Disneyland'e dörtlü gidersiniz ve ödeşiriz!.
***
TEBESSÜM
Küçük John matematikten bir türlü iyi not alamıyordu. Hoca tutup özel derse kadar her şeyi denediler olmadı. Sonunda onu yerel bir Katolik okuluna naklettiler. Oradaki disiplin son umutlarıydı.
John ilk gün okuldan çok ciddi bir yüzle döndü ve derhal odasına gidip ders çalışmaya başladı.. İlk karnesini getirince, annesi şaşkına döndü. Matematikten 10 almıştı..
"Ne oldu John" dedi, annesi.. "Üniformalı okul, rahibe hocalar ve sert disiplin mi seni yola getirdi."
"Hayır" dedi, John!. "Okulun ilk gününde sınıfa girince, duvara çizilmiş artı işaretinin üzerine çivilenmiş adamı görünce 'Burada işler ciddi' dedim.."
SEVDİĞİM LAFLAR
Nazik olun, çünkü karşılaştığınız herkes daha zor savaşlar veriyor.
Platon (Eflatun)