Ahmet Hakan, ondan çok söz ediyorum, çünkü artık sadece köşe yazarı ve TV sunucusu değil, Türkiye'nin en eski gazetesi dünyaca ünlü Hürriyet'in de 1 numaralı yöneticisi..
Hafta sonu köşesinde "Cinayeti gördüm" başlığı altında bakın ne yazmıştı..
"- Malzemeden çalan müteahhitlerin...
- Kolon kesen yamyamların...
- Denetim yapmayan yetkililerin...
- Sazlıklara apartman konduranların...
- Çürük raporuna aldırmayanların...
İşlediği cinayeti gördüm."
Dedikleri bire bir doğru.. İtirazı olan var mı?.
Ama şimdi dikkat..
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Bilgisayar, cep, tablet ne kullanıyorsanız ona "Denizli Acıpayam Deprem" yazın.. Bugün gazete manşetlerinde, köşelerinde "deprem" üzerine ne görüyor, ne okuyorsanız, (Hani Ahmet Hakan'ın özetlediği) hepsini, karbon kopya, Mart 2019'da, yani daha geçen sene aynen yazmışız..
Devam edin aramaya.. Aklınıza gelen tüm deprem isimlerini yazın.. İzmit.. Adapazarı.. Yalova.. Erzurum..
Göreceksiniz.. Ayni şeyleri yazagelmişiz hep..
"Deprem öldürmez bina öldürür.." Cinayeti, bataklığa siteler inşa eden, ederken demirden çalan müteahhitler, dükkan açmak için kolon kesen caniler, denetim yapmayan yetkililer, çürük raporlarına rağmen iskan ruhsatı veren belediyeler işler dururlar.. Benim hayatta ilk yaşadığım ve asla unutmadığım 1943 Van depremi dahil, bu katiller hiç ama hiçbir depremde değişmedi..
Neden?.
Çünkü Ahmet Hakan'ın "Cinayeti gördüm" listesinde sıraladığı katillerin, asıl en başında olması gerekeni, görevini hiç ama hiç yapmadı..
Kim mi?.
Medya, yani "Dördüncü Güç" medya.. Yani biz!.
Biz hep leyleği oynadık Ahmet..
Ömrümüz "Laklak"la geçti..
Deprem salladı. Ezberimizi yazdık.. Üç gün sonra unuttuk.. Taaa, yeni depreme kadar.. Sonra, açtık eski dosyaları gene yazdık, lak lak.. Gene unuttuk..
Aç Denizli/ Acıpayam dosyalarını.. Daha geçen yıl, Denizli'de kırılan fayın, İstanbul'un altından geçen fayı nasıl tetikleyeceğini yazmışız da, burnunun dibinde İzmir aklımıza bile gelmemiş, mesela..
O İzmir ki, bütün büyük gazetelerin, SABAH'ın, Hürriyet'in mesela orda matbaaları var. İzmir'e özel baskı yaparız. İki de büyük yerel gazetesi var İzmir'in.. Yeni Asır ve Ekspres..
Bu yerel gazetelerden birisi, ya da bizim yerel baskılardan bir teki, bataklık üzerine inşa edildiği herkes tarafından bilinen, çürük raporu aldığı açıklanan ve en fazla tek sütun haber olan o "cinayet binaları"ndan birini, bir tekini ele alıp, atanmış vilayet, seçilmiş Belediye yetkililerinin üzerine gitmiş mi?. O binayı boşalttırıp, yıktırana dek takip etmiş mi, ha?.
Bu ülkede hep deprem olur.. İnsanlar hep, depremden değil, binadan ölürler. Biz her depremin ardından ayni şeyleri yazarız.
Ama benim medyam balık hafızalıdır. Haberin, gazetenin, mesleğin temel ilkesi "fikri takip" bizde yoktur.
Yazar, unutur, ertesi deprem gene yazarız..
"Cinayeti gördüm!." Gördün de ne yaptın Ahmet?.
O zaman şimdi söyle Ahmet Hakan.. Erkekçe söyle..
Katil kim?.
Gerçek katil, asıl katil kim?.
Kim?. Kim?.
*
İçimden bir türkü mırıldanmak geliyor Ahmet..
"Hay eden de haya teper peh peh peh peh
Huy eden de huya teper hey hey hey
Köroğlu'nu suya teper
Ağam kim
Paşam kim
Nigâr kim
Gözüm kim
Hanım kim
Canım kim Kim, kim?"
***
Galatasaray, iyi çalışmıyor, Fatih Hocam!..
Galatasaray'da, hem de benim çıplak gözle izlemeye başladığım 1955 yılından beri izlediğim en kötü futbolunu oynadığı Ankaragücü maçında "umut ışıkları" gördüğümü söylemiş ve dün anlatmaya başlamıştım.
Terim, ne zamandan beri ilk defa, kafasındaki takıntılardan kurtulup bir 11 seçmiş ve gene ilk defa takıntısız bir kaptan belirlemişti.
Onları anlattım ve "Bu yolda devam et, Hocam" dedim.. "Doğru yolu buldun, sakın sapma!." Bugün, samimi eleştirilerime devam ediyorum..
En ağır eleştirim aslında Hocam..
Parlak isimlerden kurulu, maliyeti kulübe kimbilir kaça patlıyor bilmem ama, dev teknik kadrona rağmen, bu takım iyi çalışmıyor. Daha kötüsü..
Doğru çalıştırılmıyor..
Bu takım doğru çalışsa, birtakım adamlar daha 60'ıncı dakikada biter mi?. Mesela Ömer?.
Bu takım doğru çalışsa, birtakım adamlar, darbe yokken, koşar veya ayak sallarken, kendi kendilerine ağır sakatlanırlar mı?.
İşte son hafta.. Marcao da, Saracchi de koşarken düştüler kendi kendilerine.. Kasları attı Hocam..
Hem de yurt dışından getirilmiş bir özel "fizik kondisyon hocası" olan takımın en iyi oynayan iki adamı ayni maçta, durup dururken hastaneye dışarı taşınır mı?.
İkinci ihtimali, isim vererek yazdı bazı gazeteler..
Hep çalıştığın iki menecer, sana kronik sakat adamları sokuştururmuş hep.. İnanamadım..
Ama ortada bir gerçek var..
Marcao ve Saracchi, durduk yerde sakatlandılar..
Neden?.
Bunu önce sen çözmelisin Hocam..
Benim "İyi çalışmıyor" sözüm aslında teknik anlamda..
Galatasaray'ın ne takım, ne bireysel teknik anlamda çalıştığını, çalıştırıldığını gösteren bir emare yok, ama tersini kanıtlayan çok şey var.
1- Galatasaray duran top çalışması yapmıyor..
Kornerlerin hepsi sallama.. Ya tutarsa.. Bir de Fener'in, hele Canerli kornerlerine bak.. Yarım penaltı gibi..
Galatasaray taç atmayı bilmiyor Hocam.. Kendi yarı sahamızda nerdeyse rakibe atıyoruz topu ve kontratak yiyoruz. Rakip sahada taç büyük silah..
Ofsayt yok çünkü.. Hızlı kullansan, gol yolu.. Ama topu eline alan, yarım dakika etrafa bakıyor, çünkü atacak adam bulamıyor. Çünkü "taç" ciddiye alınıp çalışılmamış.. O zaman tacı geriye atıyor.
Galatasaray 10 taçtan 9'unu geriye atıyor.
İkinci lig takımlarında bile korner gibi taç atanlar var. Bizde yok. Çünkü gene çalıştırılmamış kimse..
Galatasaray'da duran top, Ça- lı- şıl- mamış!.
2- Galatasaray kalecisi Muslera'dan başlayarak yavaş oynuyor. Hemen herkes tembihli..
Hızlı oyunu yavaşlatıyor, durmadan yana geriye oynuyorlar. Yayıncı kuruluş istatistik yayınlıyor..
Top yüzde 70 Galatasaray'da.. Yüzde 30 rakipte..
Bir de sahip olunan top hangi yarı sahada oynanmış, onun istatistiğini yayınlasalar ya..
Galatasaray o yüzde 70 sahip olduğu topun nerdeyse yüzde 80'ini kendi sahasında boşu boşuna dolaştırıp öldürüyor.. Topa en çok dokunan üç Galatasaraylı, iki stoper ile kaleci.. Aralarında pas yapıyorlar çünkü.. On pasta santra geçiliyor ama hemen geri dönülüyor, on pas daha..
Takım geriye oynamaya öyle ezberli ki, Galatasaray'ın attığı korner, üç pasta Galatasaray kalecisine geliyor, çok gördük.
Galatasaray hızlı çıksa, sen hızlı çıkma riskini göze alabilsen Hocam, o kadro ile en güzel futbolu oynatırsın, takım da gol rekorları kırar..
Bu haftaki Sivas deplasmanında bir mucize beklemiyorum.
Sivas, tarihinin en kötü futbolunu oynamağa devam eden Sivas'ı, "Kazanmak" için oynarsan kolay yenersin, Hocam.. Ama sen, son zamanlardaki artık tanıyamadığım sen sahaya gene "Beraberlik takımı ve beraberlik taktiği" ile çıkarsan, tüm umut ışıklarım söner..
Sahaya, eskisi gibi "kazanmak için" çıkan İmparatore lakabını, söke söke alan Fatih olarak çıkarsan, Sivas'ta tabelayı bilmem ama (Zaten önemli değil, ona skor yazarları bakar nasılsa) gönülleri fetheder, babanın sana koyduğu isme layık olursun Hocam!.
***
Mehmet Erdem!..
Geçen yaz, Harbiye Açık Hava konserlerinden birine, Aşkın Nur Yengi'yi dinlemeye gitmiştik, Ankara'dan gelen Kemaller'le.. Öncesinde Mehmet Erdem vardı, pek bilmediğim..
En önde oturuyoruz..
Nerdeyse iki saat nasıl çığlık çığlığa şarkı söylüyor, beynimiz dumura uğradı.. Bittik resmen..
Aşkın'ı dinleyecek hal ve kulak kalmadığı için kalktık, arada hemen kaçtık.. Yüzlerce insan bizim gibi kaçtı. Ardından zehir zemberek yazdım..
Ondan sonra espri oldu, Kemal'le aramızda.. TRT Müzik'e adını, ya da yüzünü gördükçe "104.. Hemen.. Kaçırma" diye gırgır mesajlar atar olduk, karşılıklı.
Bir yıldır aile mizah konumuz..
Dün, yani pazartesi size göre, Kemalleri uğurladık. İndim yazıları bitirdim. Yukarı çıktım. TRT Müzik'i tıkladım. Divana uzandım bir nefes almak için ki, ekranda Mehmet Erdem belirdi.
Vallahi kalkıp değiştirecek halim yoktu.
Bir elinde bağlamayla o çok sevdiğim Diyarbakır efsane türküsü Suzan Suzi'yi söylemiyor mu?.
Vallahi de, tallahi de, çok da güzel söylüyor.. Hiç bağırmadan..
Şarkıyı, efsaneyi anlatır gibi çalıp söylüyor..
Yazdıklarımı hatırladım..
"Mehmet'e haksızlık etmişiz" dedim..
Ama kabahat bende değil..
O gece arkasında kendisini Jimmy Hendrix sanan bir gitar, ortalığı yıkan bir klarnet ve kulak yırtan bir saksafon vardı ki, Mehmet de, onları bastırabilmek için yırtınırmış meğer!.
Saz ekibine "eşlikçi" derler Mehmet!. Senin izin verdiğin sololar dışında, eşlikçi arkada kalır.
Solisti ile yarışmaz..
Doğru seçilmiş bir ekip ve repertuarla seni bir daha dinlemek isterim, pandemi izin verdiği zaman..
***
Atilla Gökçe'ye...
Sevgili Atilla,
Doğum günümde aldığım sayısız kutlama mesajı arasında seninki de vardı. Ama cevap vermedim.
Çünkü sen bana ısrarla cevap vermiyorsun.
Bu sütunda adınla yazdım birkaç kez.. Ve net cevap isteyen sorular sordum. "Yanlış anlama" falan denmesin diye de "yazılı" cevap istedim. Sana verdiğim mühlet doldu aslında.. Ama beni unutmayan çok sevdiğim Gökçe ailesinin hatrı için sana bir fırsat daha veriyorum..
Mustafa Cengiz için yazdığın, haber üsluplu köşe yazının kaynağı olarak gösterdiğin, sana bir şeyler anlatan "dost" kimdir.
Mustafa Cengiz, Fatih Terim hakkında, senin yazında yazan ve yer aldığın Demirören grubu gazeteleri başta, hâlâ Galatasaray'ı karıştırmak için ısrarla kullanılan cümleyi etmiş midir?. Değilse, Cengiz'in gerçek sözleri kelime kelime nedir?. Bilerek, bilmeyerek yazdığın o hatalı sözlerin hâlâ ve Galatasaray'ı yıpratmak için senin gazetelerinde kullanılması, seni, benim tanıdığım Atilla Gökçe'yi rahatsız etmiyor mu?.
O yazının iç yüzünü tüm gerçekliği ile anlatmazsan, bu defa her şeyi ben yazacağım.. Bir dostumdan dinlemiş olarak değil, kendim, bizzat birinci elle konuşmuş olarak.
Eğer susar da, beni yazmaya zorlarsan Atilla, o yazımın başında "sevgili" sözcüğü de ne yazık ki olmayacak?.
***
TEBESSÜM
Temel her ama her şeyden endişeleniyor, buluttan nem kapıyor, hayatı kendine zehir ediyordu.. Sonunda bir ruh doktoruna gitti.. Doktor çözümü buldu.
"Kendine profesyonel bir endişeci, merakçı tut. Senin yerine o merak eder, endişelenir, sen rahat edersin.." Bir hafta sonra Temel'i kahvede pür neşe gören Dursun "Hayırdır, ne oldu sana, bu ne keyif" diye sorunca Temel Doktoru anlattı ve "Kendime bir endişeci tuttum. Benim yerime o merak ediyor artık" dedi..
Dursun "Kaça tuttun yahu, o adamı" diye sordu..
"Ayda 10 bin liraya" dedi, Temel..
Dursun "Hadi ulen" dedi.. "O kadar parayı nerden bulursun ki sen?." "Umurumda mı" dedi, Temel.. "O düşünsün!."
SEVDİĞİM LAFLAR
"İnsan, iki küçük et parçasıyla ölçülür.. Kalbi ve dili!."
İmam Gazali