Avrupa'da örnek ülke gösterilen Almanya'da şimdi bir panik havası esiyor.. Koronadan söz ediyorum tabii.. Ben "Ne oldu Almanya'ya, Almanlar'a" derken, Frankfurt'ta yaşayan doktorumuz ve köşemizin ekibinden Dr. Erdoğan Karatay'dan mektup geldi. İçinde öğreneceğimiz ve ders alacağımız çok şey var.
*
Bugünkü korona konulu yazıma Almanya'daki son durumdan bahsetmekle başlamak istiyorum.
Maalesef, Almanya'da ilk kez bir panik havası esiyor.
Gerekçesi şu: Günlük yeni enfekte insan sayısı eylülden beri artıyor, şu an itibariyle koronanın ilk defa yükselmeye başladığı mart ayındaki sayılar geçilmiş durumda. Günlük yeni vaka sayısı 6 binin üzerinde.
Oysa yaz aylarında bu sayı 2 binin altına düşmüştü. İşte panik bu yüzden.
Ben paniklenmeyi şahsen doğru bulmuyorum ve nedenini de şöyle açıklamak istiyorum:
Koronanın yükselişe geçtiği ilk aylarda yapılan test sayısıyla, bugünkü test sayısını karşılaştırdığımızda muazzam bir fark görüyoruz. O dönemde haftada 110- 150 bin arası test yapılırken, şu anda haftada yaklaşık 1.5 milyon test sayısına ulaşıldı.
Dolayısıyla o gün tespit edilen vaka sayısıyla, bugün tespit edilen vaka sayısını kıyaslamak hiç doğru değil. Mart ayında sadece belirti gösteren insanlara test uygulanırken, bugün böyle bir kriter aranmıyor, mümkün olan herkese test yapılıyor; örneğin korona belirtisi göstersin göstermesin, negatif test sonucunu gösteremeyen yolcular uçağa alınmıyor.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için şöyle bir değerlendirme yapabiliriz: İlkbaharda, bilinmeyen, yani test edilmediği için saptanamayan hasta sayısına 10 dersek, bugün bu miktar 3 civarındadır, başka bir deyişle ilkbahardaki gerçek koronalı hasta sayısı muhtemelen, tespit edilenin 10 katıydı, bugün ise yaklaşık 3 katı diyebiliriz.
Ayrıca ilkbaharda yapılan testlerde 100 testin 9'u pozitif çıkarken, bugün yapılan testlerde bu rakam 1'in altında, dolayısıyla test sayısı arttıkça koronalı hasta oranı azaldı.
Bugün itibariyle Almanya'da tespit edilen koronalı insan sayısı yaklaşık 362 bin olurken, ölüm sayısı ise yaklaşık 9 bin 800 civarında.
Peki, şu anda sıkılaştırılan önlemler doğru mu?
Elbette doğru!
Aslında, yeniden normal hayatımıza dönmek, korona korkusu olmadan yaşayabilmek, ekonomileri tekrar canlandırmak o kadar da zor değil.
Bilim insanları, büyük bir özveri ve hızla bu mikrobu yenmek için uğraşırken, sizlerden beklediğimiz tek şey bir süre daha şu M-H-M kuralına harfiyen uymak.
Yani MASKE-HİJYEN-MESAFE!!!
İnanın bu hiç zor değil, yeter ki ciddiye alıp uygulayalım. Şu aşı ve /veya tedavi bulunana kadar biraz daha dişimizi sıkalım. Zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmayalım, zorunlu olmadıkça seyahat etmeyelim. Dışarda mutlaka maskemizi takıp (ama ciddi ve doğru bir şekilde takalım, aksesuar amacıyla değil!), sosyal mesafe kuralına uyalım.
Hijyen yani temizlik konusunu tekrar vurgulamaya gerek bile görmüyorum, zaten hayatımızda hep olması gereken bir şeydi, bundan sonra da hiç eksilmemeli..
Yeniden Almanya'ya dönecek olursak, bu ülkede yeni enfekte insan sayısının yükselmesi, havaların soğumasıyla ilgili olsa da, temel sorun insanların kuralları başlangıçtaki titizlikle uygulamamaları.
"Bu yaz tatile mümkünse gitmeyin, giderseniz de riskli bölgelere gitmeyin" diye uyarılar yapıldığı halde, buna çok fazla uyulmadı. Ayrıca kısıtlamalar azaldıkça, özel davetler, düğünler ve benzerleri toplantılar arttı.
Bu durum azımsanamayacak kadar yeni bulaşmayı beraberinde getirdi. Ve sonuç olarak kısıtlamalar tekrar yürürlüğe sokuldu.
Bütün bunlara rağmen sevindirici olan, ölümle sonuçlanan vakaların çok düşük seyretmesi..
Almanya'da günlük yeni pozitif vaka sayısı ilkbahardaki seviyelerde seyretse, yani 6 binin üzerine çıksa da, günlük kaybedilen insan sayısı ortalama 10 (On) civarında..
Bunun en önemli nedeni, insanların yine de M-H-M'ye uymaları! Böylece virüs bulaşsa bile, maske ve-veya mesafe sayesinde virüs yoğunluğunun normalden az olması.
Bu durumda korona bulaştığı halde ağır seyreden hasta sayısı nispeten azalmış bulunuyor.
Göz ardı edilmemesi gereken bir durumu yine tekrarlıyorum:
Bütün mikroplar gibi korona da ölmek istemez, varlığını sürdürmek ister. Bunu da ancak konak olarak bulunduğu canlıda sürdürebilir..
İnsanda. Korona, insanı öldürmemeyi öğrenecek, yani mutasyona uğrayacak, bu dönüşüm başladı bile.
Bugünkü yazımın son bölümünde, AŞI konusuna değinmeden önce, antikor, yani bağışıklık konusundan biraz bahsetmek istiyorum.
Geçirilen bir hastalıktan sonra, iyileşen insanda o mikroba karşı antikor dediğimiz maddeler oluşur. Yani o hastalığı yapan mikropla yeniden karşılaşıldığında savunma sistemi hazır olduğundan, mikrobun tekrar hastalık yapmasına izin verilmez.
Bu bağışıklık her mikropta farklıdır, bazı mikroplara karşı bağışıklık ömür boyu sürer, çoğunlukla ise bu durum aylar, senelerle biter.
Aşıların da amacı, vücut daha mikropla karşılaşmadan, antikor oluşturarak, vücudu hastalıktan korumaktır.
Peki koronanın neden olduğu COVID- 19 hastalığını atlatarak iyileşen insanlarda bu durum nasıl?
Pandeminin başlangıcında, iyileşen hastalarda antikorlar oluştuğu, hastalığa tekrar yakalanma olasılığının olmadığı düşünülüyordu.
Yani bir insan COVID-19 geçirmişse bir kere, ikinci kez yakalanma riski yok sanılıyordu.
Durumun tam da böyle olmadığı bugünlerde kanıtlandı.
Sayısı az da olsa (Şimdiye kadar tüm dünyada yalnızca 5 kişi), hiçbir kronik hastalığı olmayan bazı insanlar, COVID-19'u atlattıktan bir süre sonra, tekrar hastalığa yakalandılar. Bu insanlarda ilk hastalık sonrası antikor oluşmamıştı. Ancak ikinci kez korona virüsüyle karşılaştıktan sonra antikorlar oluştu.
Sonuç olarak, şimdilik sürü bağışıklığından bahsetmemiz mümkün görünmüyor.
Aşı, insanlığın şu an için tek umudu. Etkin ve güvenli bir aşı!.
Bu konuda oldukça sevindirici gelişmeler var.
Daha önceki yazılarımda, dünyanın çeşitli ülkelerinde bilim insanlarının aşı üzerinde çok yoğun bir şekilde çalıştıklarını; aşının yılbaşından sonra piyasaya verilebileceğinden söz etmiştim. Şu anda üçüncü, yani son fazı devam eden ve çok olumlu sonuçlar alınan bir aşıda geriye sayımın başladığını söyleyebilirim.
Her şey yolunda giderse, sahibinin Türk kökenli meslektaşlarımız Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Özlem Türeci'nin olduğu bir firmanın aşısı, yıl sonu gelmeden üretime başlayabilir.
Şimdi, bu kadar olumlu bir gelişme varken, sizlere düşen, biraz daha dişinizi sıkıp, çok ciddi bir şekilde kurallara uymaktır. Yani..
"Paniklememek ve M-H-M'den asla ayrılmamak!.."
Lütfen biraz daha sabır!
Sağlıklı ve mutlu kalın...
***
Kadın gözüyle Fransa, İtalya, İspanya Turları...
Perşembe akşamı A Spor'daki haftalık programda da anlattım. Salgın ve karantina süreci hayatı boyu Spor'un "S"si ile ilgilenmeyen, aile içi tartışmalarımızdan bile nefret eden kız kardeşim Serpil birden Fransa Turu'nu kaçırmaz oldu, ekranda.. Sonra İtalya ve İspanya.. Bir gün telefonuma "Froome'u gördüm" diye mesaj düşünce artık dayanamadım. Aradım.. "Benden fazla Tur'cu oldun. O zaman şimdi otur da, köşemize anlat bakalım, bu iş nasıl oldu" dememle "Hıncal ağbi artık snooker da izliyorum" demesi bir oldu. Telefon elimden düşüyordu.
Bizim Serpil, Tour, Giro, Vuelta izliyordu gündüz.. Snooker izliyordu gece..
Vay be!. Vay ki vay be..
Dün sabah istediğim yazı geldi..
Buyurun aynen.. Bakarsınız belki siz de, Giro'nun son iki gününü ve yeni başlayan Vuelta'yı izlersiniz, Eurosport'ta..
*
Salgın sayesinde hiç ummadığım bir şey keşfettim. Ne mi?
Bisiklet!.. Hem de yarış!.. Bisiklet yarışı...
Çocukluğumda bile hoşlanmadığım, binmediğim, yanaşmadığım bisiklet... Ama uzun yaz günleri eve kapanınca ev işi, el işi, okuma, haber programları, TRT2 ve İZ TV zamanla yetmemeye başladı.
Öteki kanalların vurdulu kırdılı film ve uzayan, saatler süren dizileri ve bıktıran tekrarları zaten pek ilgimi çekmiyordu. Sonra bir gün, çaresiz, yerli yabancı hiç uğramadığım TV kanallarını dolaşmaya karar vererek kumandayı elime aldım.
Birden karşıma dağların arasında inanılmaz bir orman manzarası ve bir Ortaçağ şatosu çıktı. Üstelik, şato ve yöre tarihiyle ilgili de bir özet bilgi... Hem de Eurosport'ta... Bilgi notuna baktım: Fransa Bisiklet Turu'ymuş...
Saatlerce karşısından kalkamadım. O küçük köyler, kasabalar, doğa, renkler, yol kenarında alkış tutarak sporcuları izleyen maskeli kalabalık...
Ve yarışların yanı sıra ekrana yansıyanları, satır altlarını çizerek, esprili bir kültür sohbeti havası içinde anlatan iki harika sunucu...
150-300 kilometre uzunluğundaki günlük tur rotalarını tarihi, coğrafi, siyasi, mimari boyutlarıyla... Sanki adım adım size yöreyi gezdiriyorlar.
O gün bugün öğleden sonraları ekran karşısından kalkamıyorum.
Yavaş yavaş sportif detayları öğrenmeye, bisikletçileri de tanımaya başlayınca, ekran daha da ilginçleşti.
Fransa turu bitti. İtalya turu başladı.
Sicilya'dan... Sicilya'nın, Akdeniz'in tarihini, Yunan, Roma, Bizans'tan başlayıp, kalıntılarla örnekleyerek ve rota üzerindeki koylarda Barbaros Hayrettin'i, Osmanlı donanmasını anarak, anakaraya, İtalya'ya geçtik.
Adriyatik kıyılarını, İtalyan Birliğini, Garibaldi'yi, eskilere giderek Medici'leri, şatoları, kaleleri, kiliseleri, üzüm bağlarını izleyip, kuzeye çıktık.
Şairleri, filozofları, yazarları, Rönesans'ı hatırladık. Tur yarın Milano'da bitecek. Bu arada Flanders turunu da kaçırmadım ve merakla beklediğim İspanya turu da, Fransa turunda yarışan bazı sporcuların katılımıyla, Bask bölgesinde sonbaharın en güzel renkleriyle başladı. 8 Kasım'a kadar sürecek.
Eurosport'a böylesine abone olunca, reklam aralarında bir tıkla ikinci kanalına geçmeye başladım. Ve snooker'ı da keşfettim. Siyah kostümlü, papyonlu hakemleriyle bilardo...
Günler, böylece, evde keyif ve merakla geçiyor.
***
Tebessüm
İki arkadaş, doktor ve avukat bir kokteyl partide konuşurlarken, yanlarına bir tanıdıkları geldi ve doktora "Ülserim azdı, ne yapmam lazım" diye sordu. Doktor bir iki tıbbi tavsiyede bulundu. Adam gidince doktor avukata sordu..
"Şimdi bu adama, vizite ücretimi içeren bir fatura göndersem, yasal olur mu?."
"Tabii" dedi, avukat.. "Ofisinde ne yapacaksan, onu yaptın burada da.."
Ertesi gün, ülserli adam doktorun faturasını aldı.
Doktora da avukatın faturası geldi.
Sevdiğim Laflar
"İlgilenemeyeceğiniz çocukları dünyaya getirmeyin. Çocuklar zevk tohumu değildir."
Sokrates