Hafta sonu, Hürriyet'in hem Genel Yayın Müdürü, hem de şimdiki tavrına bakarsanız Başyazarı Ahmet Hakan dostumun köşesinde aynen şu satırlar vardı.
"Erdoğan Küpeli diye bir adam vardı.
Bu adam, bir kadını tehdit edip taciz etti.
Bundan dolayı gözaltına alınıp bırakıldı.
Sonra? Adam bu sefer başka bir kadını öldürdü, sonra da intihar etti.
Eğer ilk vukuatında...
Sosyal medyada 'Erdoğan Küpeli tutuklansın' diye bir kampanya yapılsaydı... Ölen kadın, şimdi hayatta olacaktı.
Demek ki neymiş?
'Falanca tutuklansın' diye sosyal medyada kampanya yapmak, o kadar da kötü, fena, berbat bir şey değilmiş."
*
Nasıl kurnaz ve ucuz yoldan, "Anayasanın ve tabii devletin temeli, bağımsız yargı gücünü sosyal medya yönetsin" alkışı ve çağrısı yapıyor, alttan alttan..*
...Ve şimdi Ey Dost...
Ölen kadını hem de bıçakladığı sabit olduğu için müebbet hapisle yargılanan, suratına su bardağı fırlatıp bayıltan ve 35 yıl istenenler, kiralık katil tutmakla suçlananlar "tutuksuz" yargılanıyor ki, bana göre doğru.. Esas olan tutuksuz yargılanmaktır.
Masumiyet Karinesi..
Tüm günahı İstiklal Caddesi kalabalığında bir kadının arkasından yürümek olan bir zavallı, Ahmet Hakan'ın Sosyal Medya Jürisi dediği, Bağımsız Yargı Üstü Trol/ Linççi Ordusu istedi diye, halen tutuklu..
Şimdi bu ülkede adaletin "Bağımsız", bu ülkede adaletin "Adil" olduğunu hâlâ iddia edebilir misiniz?.
Al sosyal medyayı arkana her türlü kararı çıkar.
Onunla kalsa iyi.. Hürriyet gibi bir gazeteyi, Ahmet Hakan gibi bir yazarı da meslek ilkeleri değil, sosyal medyanın "Tık"ları ve "Like"ları yönetsin.. (Gözlerinden öperim Yüksel.. Bir 90 daha..)
Gazeteciliği öldürdük.. Sıra adalete geldi!.
***
Aziz Yıldırım mahkûm!..
Hey gidi günler hey!. Düşmez kalkmaz bir Allah, demişler.. Neydi o Aziz Yıldırım?.
Bir lafıyla en büyük televizyonlar, en büyük yıldızlarını kovar, en büyük gazeteler spor müdürlerinin işine son verirlerdi. Öyle astığı astık, kestiği kestikti ki, zaten doğuştan Fenerli spor medyası, Aziz korkusundan, ondan habersiz nefes alamazdı.
Aziz "gık" dedi mi, manşet olur, pabuç gibi resimleri basılırdı.
Nerdeyse 3.5 yıl önce, bu İmparator Aziz, bir kadın basket maçında rakip Yakın Doğu Üniversitesi takımı başkanı Işık Eyigüngör'e tribünde saldırıp tokadı atınca, hakkında soruşturma açıldı..
Dün sabah, o Aziz'in haberini, spor sayfasının en altında minnacık okudum. Aslında ona verilen en büyük, en ağır ceza bu.. Spor sayfasında manşetlerden en dibe, hem de resimsiz düşmek..
Neyse.. Hapis değil, karşılığı adli para cezası verilmiş, 6 bin lira.. Aziz'in Akmerkez'in altında müdavimi olduğu restoranda bir gece bıraktığı bahşiş kadar.. O komik de, asıl bir de, sportif karar var..
"1 yıl spor müsabakalarından men" cezası..
Şimdi bu mahkûmiyet kararı İstinaf Mahkemesi'ne gidecek, kurallar gereği. Orada onaylanır ve kesinleşirse ne olacak?.
Kalktım kütüphanemde 6222 Sayılı Sporda Şiddet Yasası üzerine yazılmış, en ayrıntılı araştırmayı yapan Bölge İstinaf Savcısı Asım Ekren'in "Spor Suçları / Seyirden Yasaklanma" adlı kitabını açtım.
Orada, "Seyirden Yasaklanma"nın hukuki sonucuna göre Aziz Yıldırım nam zat bakın ne yapmak zorunda?.
"Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı'nın maçı olduğu her gün, yurt dışında değilse, maçın başladığı saatte ve bir saat sonrasında, yani iki defa ikametgâhına en yakın polis ya da jandarma karakoluna gidip imza verecek. Bunu yapmadığı takdirde ayrıca ceza alacak. Ve yasaklı olduğu bir sene içinde, federasyonlarda, kulüplerde ve taraftar derneklerinde görev alamayacak."
Bunları ayrıntılı yazıyorum ki, ajanstan gelen haberi olduğu gibi sayfaya koyarken bir de imza atan kardeşlerime ders olsun.
Bir haber nasıl geliştirilir, nasıl özelleştirilir ve nasıl fark yaratılır, öğrensinler..
***
Beşiktaş Belediyesi'ne...
Tek hedefi aidatları indirmek olan yeni yönetim sayesinde, Alkent'i Alkent yapan bütün güzellikler birer birer gidiyor. Şimdi o rengarenk sitede çiçek kalmadı, ortak alanlarda.. Çünkü bahçıvanlar kovuldu..
Şimdi site içi sokaklar köpek pisliğinden geçilmiyor. Çünkü temizlikçi kadrosu azaltıldı.
Şimdi eski güvenirlik de yok sitede.. Çünkü dillere destan, "Kapını pencereni açık bırak git" güvencesi bitti. Çünkü güvenlik kadroları da daraltıldı.
Sitede, gürültülü iş yapacak olanlar, mesela evde tadilat, mesela çim biçme, sadece belirli saatlerde çalışabilirdi. İstirahat ve yemek saatlerinde iş yapılmazdı. Tüm komşular birbirlerini tanımasalar bile, karşılıklı saygıya ve yardımlaşmaya dayanan bir "Alkent komşuluğu" vardı. Gözleri paradan başka şey görmeyen, üç kuruş aidat tasarrufu için oy veren çoğunluk yüzünden o komşuluk da kalmadı..
Niye mi yazıyorum bu acı gerçekleri bir daha..
Efendim,
aSpor'da bir programa başladık. Stüdyolar, Fulya'dan Kağıthane'ye yeni binamıza taşınıyor ya.. Müdürümüz Ender (Bilgin) "Hıncal Ağabey, havalar güzel. Senin bahçen de güzel. Birkaç hafta çekimleri burada yapalım" dedi.
Geçen cuma geldiler.. Tam çekim başladı, bahçede.. Yan komşu Akasya 4'ün tepesinden taş delme makinesinin korkunç gürültüsü patladı..
Güvenliği aradık "Rica eder misiniz, yarım saat kadar şu gürültüyü kessinler" diye.. "Onlar bizi dinlemez" demiş, Güvenlik Müdürü..
Caner'i yolladım "Sen git, rica et" diye.. Gitti geldi Caner.. "Site yönetimi ve güvenliği bana yardım etmiyor, ben de onlara etmem. Kesmiyorum" demiş mimar..
Caner bakmış, yerlere döşenecek granitleri kesiyorlar. "Hiç değilse ön balkonda kesin. Gürültü bizim çekim tarafına gelmesin" demiş..
Ona da "Hayır" demiş, sanat adamı, güzellikler adamı Mimar (!) Efendi..
Aslında bu işi yönetimin yapması lazımdı, ama öyle bir kurum yok bizde zaten..
Alkent Site Müdürüne bile ulaşamadık.
Ondan da mı tasarruf oldu acaba?
O zaman ben de şimdi doğrudan Beşiktaş Belediyesi'ne başvuruyorum..
Sayın Başkanım Rıza Akpolat?
Tadilat, ruhsatla yapılır. Bu tadilat için de ruhsat alınmış olmalı.. "Alındı mı", İkincisi.. Bu ne menem bir tadilattır ki, bir aydır sürüyor?. Dairenin içini baştan aşağı yeniden mi inşa ediyorlar?. Taş delme, taş kesme makineleri haftalarca niçin çalışır?. Bir yetkiliniz gidip, verdiğiniz ruhsatla yapılan işi karşılaştırır mı?. O "Tadilat" dedikleri, ruhsata uygun mu?.
Denetleyin lütfen.. Aldıkları izin kadarını mı yapıyor, yoksa bildiklerini mi okuyorlar?.
Saygılarımla..
***
Azerbaycanım!..
Yavuz dün beni aldı, yıllar öncesinin Ankara'sına götürdü.
"Azeri sanatçı Zeynep Hanlarova'nın konserlerine bilet bulamazdık" diye yazmış.
Ben bulmuştum Yavuz. İlk konserinde, ilk sıradaydım hem de, Büyük Sinema'da.. Şimdi izi kalmayan o dev salon..
Hanlarova, birbirinden yanık, birbirinden coşkulu Azerbaycan Mahnıları (Manileri, yani) söyleyip coştururken, birden Azerbaycan hasretini anlatan "Azerbaycanım" vurgulu yanık bir mahnıya girdi..
Bizde de Kafkas göçmenliği var. Hasret kanımızda..
Dalmış giderken, hıçkırıklar duydum. Arkama döndüm ki, bir yığın kadın erkek hüngür hüngür ağlıyorlar..
Kılıklarından, hallerinden belli.. Hepsi göçmen..
Azerbaycan göçmeni..
Ülkemizi Azeri müzikle tanıtan gazetecilik anıtımız Abdi İpekçi'ydi.
Bir Moskova dönüşü, beni kuzen Doğan Şener aracılığıyla Milliyet'e çağırdı. Odasına çıktım. Elinde Moskova'dan aldığı kâğıt kaplı bir 33'lük plak..
"Modern Folk Üçlüsü'nü ne kadar sevdiğimi bilirsin, Hıncal" dedi.. "Bu plağı onlara getirdim." Uzattı. Üzerinde Rus Alfabesi ile yazılar. Okumam mümkün değil.. Bir yerde şarkı sırası var. Birinin altı çizili..
"Bu altını çizdiğim şarkıyı Doğan Canku okusun mutlak" dedi.
Aldım döndüm Ankara'ya..
Meğer en büyük, en ünlü Azerbaycan sanatçısı, besteci ve tenor Raşit Baybutov'un albümüymüş.
Abdi Bey'in "Doğan'a" dediği şarkı da, Ayrılık!.
"Fikrinden geceler yatabilmirem
Bu fikri başımdan atabilmirem.."
Doğan da gitarıyla öyle muhteşem okudu ki, efsane oldu!. Hâlâ çalınır söylenir!
***
Başın sağ olsun Özgü!..
En sevdiğim insanlardan biridir, Özgü Namal.. Yazmaya doyamadığım, övgülerimi yeterli bulamadığım da harika bir sanatçı..
Sinemada harikaydı, dizilerde yıldız!. Hele sahnede "Muhteşem"di. Selen Uçer'le oynadığı o unutulmaz Kuçu Kuçu'da (2012) efsaneydi.. Hakkında son yazımı da o günlerde yazdım zaten.
Hatta uluslararası şöhret kapısı önünde açıkken ve milyonla banknotluk bir para nehri önünde akarken, o sade, sakin ve mutlu bir hayatı tercih etti.
Hayır, herkesin gözü önündeki Bodrum'a, Çeşme, Alaçatı'ya değil, en az gidilen, en az duyulan Köyceğiz'in bir köşesine yerleşti.
Bir daha da ne adını duyan oldu, ne yüzünü gören..
Dün bizim Günaydın ekinin dibinde üç satır bir haber oldu.
"Namal'ın acı günü.."
Köyceğiz'de birlikte yaşadıkları, iki çocuğunun babası, eşi Serdar Oral, kalp krizinden hayatını kaybetmiş..
Dondum kaldım birden..
Sevgili Özgü, Orada, Serdar ve çocuklarla nasıl herkesten, her şeyden uzak, asude bir hayat yaşadığınızı düşünürken, Yahya Kemal geliverdi aklıma..
Tam da bugün için yazılmış sanki..
"Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. Ve serin serviler altında kalan kabrinde, Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter" Serdar'ın kabrinde açacak o gül Özgü.. Serdar'ın kabrinde ötecek o bülbül.. Başın sağ olsun!.
***
Tebessüm
İstanbullu ateist genç gezmeye geldiği Van'da, kiraladığı küçük tekne ile balık avlamak için göle açılmıştı. Tam oltasını atmıştı ki, Van Gölü Canavarı, gölün derinlerinden yükseldi. Devasa ağzını açtı ve tekneyi de, delikanlıyı da kaptı. Tam yutmak üzereyken genç haykırdı..
"Tanrım bana yardım et!.."
Yukarlardan bir ses geldi..
"Hani sen bana inanmıyordun?."
Genç inledi..
"Biraz anlayışlı ol, Tanrım.. İki dakika evvel ben Van Gölü Canavarı'na da inanmıyordum."
Sevdiğim Laflar
"Boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardır."
Rabindranath Tagore