Almanya Süper Kupa Finali'ni izlerken düşündüm başlıktaki sorunun cevabını...
...Ve onların niye Alman, bizim niye Türk olduğumuzu anladım..
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olsam, bu maçın kasedini Kanal D'den alır, çoğaltır, bütün Türk kulüplerine dağıtırdım. Başta Fatih Terim, bütün Türk hocalar ve bütün Türk futbolcular izlesinler ve tıpkı benim gibi anlasınlar, "Onlar niye Alman, biz niye Türküz?.
O kadar çok ders vardı ki, aslında başta Federasyon, sonra biz spor medyası ve siz seyirciler, herkes ama herkes için..
İşte madde 1.. İlk ders daha maç başlamadan..
Takımlar sahaya çıkarken, Almanya Süper Kupası'nı, en büyük Alman Derbisi Bayern- Dortmund maçını 3 kadın hakem yönetiyor..
Kadın hakları ve eşitliği dediğimiz şey, sosyal medyanın peşine takılıp, boş şovlar yapmak değil..
Uygulama.. İşte bu!.
Hadi Süper Lig'den vazgeçtik.. Böyle sembolik, ama anlamlı bir maçı hiç değilse, kadınlara emanet etmek, Türkiye Futbol Federasyonu'nun aklından geçti mi?.
Biz gazeteciler önerdik mi?.
Kadın derneklerinin aklından geçti mi?.
2. Ders.. Bu kadın hakemler de, zırt pırt düdük çalarak, oyunu 30 saniyede bir durdurup futbolu öldürmediler. Oyun kurulmasına ve seyre değer güzellikler yaratılmasına izin verdiler.
3. Ders.. Oyuna sonradan girenler dahil, sahaya çıkan 32 futbolcudan hiç biri kendini yere atmayı aklından geçirmedi. Darbe alanlar düşmemek için direndiler. Sekmelerine rağmen, kendilerini yere bırakmadılar. Ayakta kalıp hücumu devam ettirdiler.
Gollerden biri de öyle geldi.
4. Ders.. 90 dakika boyunca, 1, sadece bir futbolcu yüzünü bir an ovuşturdu. Yavaş çekimde gördük.
Rakibin parmağı gözüne gelmişti gerçekten.
Başka yüz tutup yere kapanma yok..
5. Ders.. Ayakta kalamayıp düşenler, yerde bir saniye bile kalmadılar. Düşer düşmez ayağa fırladılar. Sadece son 20 dakika içinde, üç futbolcu yerde 10-15 saniye falan uzandı. O çok hızlı maçta çok yorulduklarından bir an nefes almak için.
6. Ders.. 90 dakika boyu kendini yere atma, kolu bacağı kırılmış gibi, tribünden duyulan çığlıkla yere balıklama uçma, düşünce yerde en az üç tur dönme, yüzü koyun yattıktan sonra, eliyle çimleri dövme şovuna, artistliğine, sahtekarlığını hiç ama hiç görmedik. Bu yüzden oyun, bizdeki hemen her faulden sonra olduğu gibi dakikalar boyu durmadı. Soğumadı. Hep sıcak kaldı, hep futbol izledi, seyirciler.
7. Ders.. Bayern topa rakibinden yüzde 20 fazla sahip olan taraftı. Ama seyircinin başını döndüren maçta Dortmund da durmadan gol pozisyonuna girdi. Neden?.
Çünkü iki dedim ya, iki taraf da çok hızlı, iki taraf da gol için oynuyorlar ve bu yüzden riskleri göze almaktan çekinmiyorlardı.
Futbol risk alınırsa güzelleşir çünkü. Risk alınırsa heyecan yaşatır.
Dortmund korner attı, Bayern kesti açtı ve 4 topta golü buldu. Özellikle, 27 yan geri pasla oyunu öldüren ve santraya bile gelmeden kendi sahasında oynayan Fatih Terim görmeli, korneri keser kesmez üç pasta rakip kalede gol pozisyonuna nasıl girilir ve dördüncü pas nasıl gole çevrilir..
Bayern topla çıkarken, Dortmund, presle santrada topu kaptı ve üç pasta gol attı. Hem de iki tane..
Fatih Terim, Fener maçında yüksek sesle saydım bizim ev maç takımına.. Bir defasında 10, ötekinde 7 pas sonra hala santranın Galatasaray tarafında döndürülüp dururken, beraberliğe zaten razı Erol Bulut'un takımı karşıdan bakıyordu. Onca yan pastan sonra, o iki top da, Galatasaray kalecisi Fatih'te son buldu. Kimsenin aklından geçmedi hücum etmek, ya da pas arası topu kapıp kontratak yapmak.
8. Ders.. İki takımın kalecisi de topu oyuna hızlı top sokma ustasıydı.
Galatasaray Ali Sami Yen'de hem de sıradan bir takımla 0-0'da oynarken, her avut atışı, ya da degajında maçtan en az 20-30 saniye çalan Muslera korkağı yoktu orada.
Kalecilerin ikisi de, topu oyuna hızlı sokmanın çalışmasını yapmışlardı belli.. Öyle ki, rakibin yedi sekiz oyuncusu baskıda iken hatta, topu yakında bir yere hem de bakmadan çıkardıklarını gördüm. Çünkü orada birisinin olacağını biliyordu kaleci.. Çünkü çalışılmıştı.
9. Ders.. İki teknik direktör de, beş değişiklik haklarını kullandılar. Kullanırken de sahanın en iyilerini çıkarıp, en gençleri, 17-18 yaşındaki isimsizleri soktular.
Amaçları maçı kazanmanın ötesinde, gençleri kazanmaktı çünkü. Oyuncu değişiklikleri son dakikada vakit çalmak, ya da ulufe dağıtır gibi, "O da tam prim alsın" diye değil, "genç futbolcu" takıma, formaya alışsın diye yapıldı ve gencecik ayaklar, bir kupa maçında, hem de skor 2-2, ya da 3-2 gibi çok kritikken, sorumluluk yüküyle girdiler ve en az 10 dakika oynadılar. İki Hoca, Favre de, Flick de ayni kafadaydılar çünkü.. Genç adamı kazanmak, maç kazanmaktan hatta daha önemlidir.
Oysa Fatih Terim, Galatasaray'da tek gence şans tanımadı. Celil gibi, Yunus gibi fevkalade ışık veren alt yapıdan gelenlere forma vermedi.
Yetmedi, ikisini de yolladı, kulüpten..
10. Ders.. Almanlar neden daima kazanıyor ve biz, neden hem Milli Takım, hem de kulüp takımları olarak yurt dışında başarı elde edemez olduk?. Niye sırf "Avrupa'da başarılı olmak için" Türk futbolu ve futbolcusuna kıyıp, yabancı transferi serbest bıraktık ve bir sürü çöpün bu ülkeye doluşmasına sebep olduk?.
Neden Almanlar Alman da, biz Türküz?.
Çünkü Türkiye'de, Fener- Galatasaray derbisindeki gibi "Sahaya yenilmemek için çıkan" ve oynatmamayı hedefleyen hocalar (!) var .
Almanya ise, Bayern- Dortmund derbisinde olduğu gibi "Her koşulda yenmek için oynayan" ama gençlere de en kritik anlarda sorumluluk vererek, maçtan da fazla gençleri kazanmak isteyen GERÇEK HOCA'lara sahip!.
Onun için Almanlar Dünya Şampiyonluğunu, Şampiyonlar Ligi'ni kaybedince üzülür. Biz eleme turunu geçersek, zafer kutlamaları yaparız.
Daha da çok yaparız..
***
Iska değil, "Doksanda gol" Yüksel!..
Bu köşede yazmıştım. Can dostum Can Bartu (Işıklar içinde yatıyor) anlatmıştı. Maça çıkarlarken, her defasında kaleci Şükrü (Ersoy) tuvalete koşarmış. Can "Bu bir uğur yapıyor, acaba ne" diye merak etmiş. Bir gün çaktırmadan peşinden gidip yandaki tuvalete sızmış. Tuvaletlerin bölmeleri alttan ve üstten açık ya. Yan tarafı duyuyor.
Yediği pis gollerle ünlü Şükrü "Tanrım ne olur, gol 90'dan olsun" diye dua edermiş meğer..
Sevgili Yüksel, "Hukuk bir gün hepimize lazım olacak" yazıma cevap vermiş.. Başlığı "Yine ıskaladın Hıncal Ağabey.."
Yüksel'i ıskalamadan okuduğum yazıları kadar, bu yanı ile de seviyorum. Çünkü pek çoğu için eleştirdim mi, "Hıncal Ağabey" olmaktan çıkıp, "Hıncal Uluç" oluveriyorum birden.
Eskiler "Gerçek güneşi fikirlerin tartışılmasından çıkar" demişler. İki yanlılarla tartışmaktan vazgeçiyorum ben de..
Sevgili Yüksel'in "Gene ıskaladın" laflarını okurken geldi, Can'ın anlattıkları işte..
Hayır.. Iskalamadım. Tam tersine 90'dan taktım Yüksel.
Ben "hukuk" yazdım. Sen hikaye..
Bak şimdi.. Gazetemizin bir Hukuk Bürosu var. Ordan istediğin avukat arkadaşımızı seç. İster tek başına konuş, sor "Kim haklı" diye.. İstersen, üçlü oturalım. Senin ve benim iddialarımı dinlesin, kararı o versin.
İkincisi. Verdiğin örnek de hikaye..
Central Park'ta yürürken taciz edilen genç kızın "Hi-kaye" si..
Bir defa Central Park değil, Londra'nın hemen her mahalle arasındaki minik parklardan biri.
Central Park, günün 24 saatinde ışıl ışıldır ve 7-24 orda insanlar, sağlıkları için yürür ve koşarlar. Londra mahalle arası parkları ise geceleri karanlık ve ıssızdır. Central Park'ta herkes, herkesin peşinde koşar. Ama karanlık ve ıssız parkta yalnız bir kız, gece yarısı peşinden gelenden korkar.. (Bu iki olayın hukuk farkını gene bizim büroya sor.).
Yani olay Amerika'da değil.
Kararı veren Amerikan yargıcı değil.
İngiltere ve İngiliz yargıcı..
Ortada bir İçtihat Kararı da yok.
"İçtihat kararı"nın ne olduğunu da bizim Hukuk Bürosu'na bir soruver.
(Aslında Hukuk yazdığın her yazını onlara göster de böyle fahiş hatalara düşme..) Ortada 24 yıl 3 ay hapis kararı da yok.. 7 yıl 7 gün hapis kararı var. Nerden mi bu kadar iyi biliyorum.. O olayı bu ülkede ilk defa ben yazdım da ondan. Sonra defalarca tekrar ettim..
29 Ekim 2008 tarihli SABAH'tan aynen aldığım yazı da köşemde bugün, senin için..
*
Hikaye yazarı Sevgili Dostum.. İstiklal Caddesi'nde güpegündüz, karşılıklı nehir gibi akan insanlar arasında yürümekle, ıssız, karanlık bir parktan gece yarısı yapayalnız geçmenin farkını, tekrar ediyorum, bizim Hukuk Bürosu anlatsın sana..*
Şimdi İstiklal Caddesi'nde güpegündüz kızın peşinde yürüdüğü için tutuklama isteyen ve alan savcıyı alnından öpen sana ben soruyorum..
Emre Aşık boşanma aşamasında olduğu eşi Yağmur hakkında "Beni öldürmek için kiralık katil tuttu" dedi. Yağmur'un eski sevgilisi olduğunu söyleyen biri "Yağmur bana 'Emre'yi bağlayacağız.
Önünde sevişeceğiz.
İş bittikten sonra kafasına sıkıp öldüreceğiz' dedi. Düzce'de Emre'yi öldürecek yer bile baktık. Benim cinayeti işlemeyeceğimi anlayınca 300 bin liraya Baycan'ı tuttu" dedi, televizyonda. Kayıtlarda var.
Buna rağmen Baycan adli kontrolle serbest bırakıldı. Eski sevgiliye soruşturma bile açılmadı.
O savcıyı da alnından öptün mü, Yüksel?.
Peki tersi olsa.. Emre, Yağmur'u öldürtmek için adamlar tutsa, onlar da bu itirafa rağmen "tutuksuz" yargılansa ne derdin Yüksel?.
***
Hukuk!..
(Bu yazı 2 Ekim 2008'de SABAH gazetesindeki Hıncal'ın Yeri sayfasında yayınlandı.)
Londra'da gece yarısı tek başına parkın içinden geçen genç kıza saldırmıştı delikanlı.. Çığlıklar..
Elini süremeden yakalandı.
İngiliz Yargıç 7 sene 7 gün ceza verdi..
Gazeteciler sordular..
"Ama delikanlı kıza elini bile süremedi.."
"Kızı korkutmasının cezası 7 gündür" dedi yargıç..
"Yedi yıl, İngiliz genç kızlarının geceleri parkta tek başlarına dolaşma haklarına saldırının bedeli.." Ankara'da, oteldeki düğüne gelecek devlet büyüklerine yaranma peşindeki bir koruma, görev yapmak için orada bulunan gazeteciye saldırdı.
Kolu beş yerinden kırılan foto muhabiri, 5 saatlik bir ameliyat geçirdi. Altı ay iş göremez raporu aldı.
Savcı, saldırganı serbest bıraktı!..
Basın özgürlüğünün hem de nasıl bir tecavüze uğradığını aklına dahi getirmemişti.
Hukuk İngiltere'de öyle, Türkiye'de böyle işliyordu!..
***
TEBESSÜM
Karantina beni fena halde kitaplara çekti. Dün de üç tanesini bitirdim.
Resimleri rengarenk boyadım, harika oldu ama boya kalemlerim de tükendi..
SEVDİĞİM LAFLAR
Sevgin yoksa, dost arama.
Sadi Şirazi