Bozcaada'yı hiç görmedim.. Gitmeye teşebbüs bile etmedim. Ama hayatımın en büyük hayal kırıklığıdır.
Hiç gitmediği, görmediği bir yer insanı nasıl hayal kırıklığına uğratır, derseniz, yakınlarım bilir, zaman zaman bu köşede de söz ettim, ama şimdi tam da zamanı geldi, bir daha söz etmemin zararı yok..
50'li yılların sonları.. Mekteb-i Mülkiye'de sınıfı geçmiş, arkadaşlarla kutlamak için İstanbul'a gitmişiz. Orda harika günler.. Sonra Çanakkale'ye geçeceğim. Orda Jandarma Okulu var, albay babam da kumandan. Annemler de orda.. Boğaz'ı çamlar içinden gören vadide askeriye kampı var. Orada da bir tatil..
İstanbul'dan gündüz vapuru var, Çanakkale'ye.. Bindim.. Tabii salonda kim oturur. Doğru ön güverteye.. Manzara müthiş.. Hele de Boğaz'a yaklaştıkça.. Ama güvertedeki manzara daha da müthiş, 20 yaşındaki Hıncal için..
Gemide sanırsınız, Dünya Güzellik Yarışması'na katılan adaylar var.. Hepsi birbirinden güzel..
Üstelik yansınlar diye, zaten dekolte yakalar açılmış.. Etekler belden içeri kıvrılmış mini yapılmış..
Tam Orhan Veli'nin yazdığı..
"Uzanıp yatıvermiş, sere serpe; Entarisi sıyrılmış, hafiften; Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor; Bir eliyle de göğsünü tutmuş. İçinde kötülüğü yok, biliyorum; Yok, benim de yok ama... Olmaz ki! Böyle de yatılmaz ki!"
Bendeki hevesi düşünün.. Bunlar da Çanakkale'ye tatile, benim gibi kampa giden üniversite öğrencileri..
Yaşadık..
Gemi Çanakkale açıklarına geldi. Demir attı.. Bre aman, ne oluyoruz.. Orda bir tayfa var.. Ona koştum..
"Merak edilecek bir şey yok. İskele derin değil. Gemiler yanaşamaz. Motor gelip yolcuları alacak" dedi ve işaret etti.. Minnacık bir motor geliyor, koca gemi için..
"Bu mu" dedim, dalga geçerek..
"Evet" dedi.. "Çanakkale'de pek inen olmaz.. Bu yeter.."
"Ya bu yolcular" diye kızları gösterdim..
"Onlar Ada yolcusu" dedi. Meğer gemi, Çanakkale'den sonra Bozcaada ve Gökçeada'ya da gidermiş. Bu kızlar oralarda, o yıllar nüfus çoğunluğunu teşkil eden gayrimüslimlerin genelde yurt dışında okuyan kızlarıymış..
O dünya güzelleri gemide kaldı. Ben Hıncal, hayallerimi arkada bırakarak Çanakkale'de toprağa ayak bastım..
Hadi kendinizi benim yerime koyun..
Adalar'da Ermeni, Rum ve Yahudi nüfus, şimdi azınlığın da azınlığı..
Benim köşenin olmazsa olmazı editörüm Fikret "Ağbi, Bozcaada'ya tatile gidiyorum ama nasıl olsa evden çalışıyoruz sen yazıları gene bana maille" dedi.
Tatilde bile bu köşeyle uğraştı. Yetmezmiş gibi "Madem öyle dönünce bana Bozcaada'yı yazacaksın" dedim, bir de..
Yazdı..
Orda bir de "Hıncal'ın Yeri" kurmuş iyi mi?.
İşte Fikret'in yazısı.. İşte hiç gitmediğim Bozcaada'da, Hıncal'ın Yeri..
***
Not.. Bu notu, senin yazını okuduktan sonra, döndüm ekledim, Fikret.. Bir minik gezi ve tatil bu kadar mı güzel anlatılır.. İçimden nasıl Ezine üzerinden Bozcaada'ya gitmek ve saydığın her yeri görmek, herşeyi tatmak ve almak geldi, anlatamam..
*
Havasına, suyuna.. Bozcaada'nın halleri...
Fikret Eser/ Turizm
Bozcaada'nın her halini bilirim. Eh 20 yıllık adalıyım ne de olsa; havasını, suyunu, çivi gibi denizini, koylarını, deli rüzgarını, yağmurunu, kekik kokan topraklarını, daracık sokakları, çay bahçelerini, limanını, bağlarını, üzümlerini, bağ bozumunu, meyvesini, sebzesini bilirdim de kaderde salgın dönemini de yaşamak varmış.
Yılbaşından bu yana sokağa çıkma yasağı, maske, mesafe, önlem, seyahat yasağı derken iyiden iyiye "yok bu sene olmayacak" hesabı yapıyordum ki...
Canım Kuzey Ege'nin yolunda buldum kendimi. Kaz Dağları, Çanakkale'den sonra ver elini Geyikli... Hani şu Ata Demirer'in efsane üçlemesi Eyvah Eyvah filmleriyle meşhur ettiği belde...
İsterseniz kestirme yoldan gitmeyip Ezine'ye devam edin. Hemen girişte, otobüs garının yanındaki salaş esnaf lokantasına uğrayın. Koca tencerelerde pişirilen mercimek çorbası, kuru, pilav ve buz gibi cacığı yemeden geçmeyin.
Kestirmeden giderseniz, Ezine'den 6 kilometre berideki benzin istasyonundan köy yoluna sağa sapın, 100 metre ileride tek katlı şirin bir dükkan var. Dündar'ın Yeri... Dündar Amca 3 yıl önce öldü ama eşi ve çocukları sürdürüyor. Malum Ezine peynirinin bölgesi burası. Beyaz peynir, sepet peyniri, kendi ürünleri zeytinler, sızma zeytinyağı, bal ve reçelin tadına bakın.
Kıvrıla kıvrıla giden yolun iki tarafında sebze, meyve tarlaları ve 40-50 yıllık zeytin ağaçlarının sonsuzluk hissi veren manzarasıyla yarım saat sonra Geyikli İskelesi'ndesiniz... Feribot sırasına arabayı koydunuz. Büfeden buz gibi karadut suyu içmenin zamanıdır...
Salgın döneminde koronanın uğramadığı tek yer olarak haberleri yapılan Bozcaada'ya gidiş eski halini almış bile. Eyvah ki eyvah, günde tek sefere düşürülen gemi seferleri, saatsiz olarak doldukça kalkara dönmüş. Hem de tek gemiyle. Dezenfekte olmadan sürdürülen seferler büyük risk taşıyor. Günübirlik yolcular da kontrolsüz biniyor. Hem de itiş, kakış. Gemide sürekli maske takın anonsu yapılıyor. Ancak yaklaşık 100 araç alan feribotta, yaya yolcularla birlikte yüzlerce insan üst katta mesafesiz dolaşıyor.
Buranın adı Hıncal Abi'nin yeri... Her öğlen bağların arasından buraya yürüyorum. Niye mi; çünkü internet burada çekiyor. Nasrettin Hoca'nın türbesi gibi her tarafı açık tahta kapının arasında oğlumla gölgeye oturuyorum. Hıncal Abi'nin yazısını gazetedeki arkadaşlara gönderiyorum.
İniş oldum olası kargaşa; iki aracın karşılıklı geçemediği caddede feribot boşalırken, yayalar yan yana sıkışık halde bekleme yapmak zorunda. Belediye hoparlörü "maske" diye bağırıyor. Yüzde 99 uysa bile, o yüzde bir var ya... Ama daha önemlisi sosyal mesafe ise hak getire, ona hiç uyan yok.
Esnaf dikkatli, dükkana giriş çıkışlarda uyarı yapıyor, içeriye tek tek alıyor. Pansiyonlar ve oteller önlemlere titizlikle uyuyor.
Her şey bıraktığım gibi, deli bir rüzgar esiyor. Çınarın altındaki masalarda soluklananlar Madam Sofia'nın limonatasını yudumluyor. Dev ağaçların gölgesindeki Çanlı İbo ve Zübeyde Hanım çay bahçelerinde bir tatlı huzur var. Wifi şifresi soranlara, "Mustafa Kemal'in doğum ve ölüm tarihi" diyorlar. Meydandaki Atatürk heykelinin yanındaki okulun bahçesine kurulu dev kitap ve müzik çadırı, sıra sıra dizilmiş incik boncuk satıcıları, envai çeşit reçel satan teyzeler, kekik, ada çayı, nane öbekleri...
Kalenin deniz tarafındaki yürüyüş yolundan mendireğe uzanan kafelerde karşı kıyıların silüeti izleniyor. Limanda demirli yelkenliler ve devasa lüks tekneler ise mutavazı balıkçı teknelerine tepeden bakıyor.
Türk Mahallesi'nin başladığı parkta cıvıl cıvıl çocuk sesleri, karşında tarihi 1500'lü yıllara dayanan ahşap döşemeli cami, Rum Mahallesi'nin ara sokaklarına dağılmış sonu görünmeyen lokantalar... Az ötede her yıl Yunanistan'dan ayine gelen eski Adalılar'ın uğrak durağı görkemli kilise...
Tarihteki adı Tenedos'la özdeşleşmiş şarap dükkanlarının arasından sıyrılıp restore edilmiş taş evin girişinde Veli Dede'yle buluşun. Kavala, sakızlı ve Anna'nın Polonya usulü kurabiyeleri, Belçika çikolatalı bitter pasta, zencefil ve tarçın karışımlı kek, mis gibi poğaça, simit, ekmek. Bitmedi; üzüm, karadut ve koruk suları, reçeller, zeytinyağları...
Kuzu kokoreçi, dondurmacıların ilerisinde Çiçek Pastanesi'nin önünde kapıda kuyruklar, ekmekleri öyle böyle değil...
Elektrik idaresinin az ötesindeki dede yine yerinde yok. Küçük tezgahında 10 sıra fide, altında ise iki kasa var. Birinde kabak diğerinde salatalık. Kendin tart, parayı küçük delikten içeriye at.
Burada her şey başka güzel ve doğal. Ada tanındıkça ve meşhur oldukça fiyatlar da artıyor. Ama yerel meyve ve sebzelerin tadı doyumsuz.
Rüzgar çok sert esiyormuş ne gam, deniz için alternatif bol. Bu aralar Gökçeada yönünden poyraz esiyor o zaman Çayır'da denize girilmez. Ya Habbele ya da Sulubahçe'ye gidilecek.
Sonra Salhane, Beylik, Mermer Burnu, Akvaryum, Tuz Burnu ve irili ufaklı onlarca yer var.
Belediye ve kaymakamlığın şezlong ve şemsiye hizmeti verdiği tek yer Ayazma...
Upuzun sahil kazıklarla ve iplerle düzenlenmiş. Yürüyüş yolları ayarlanmış, sosyal mesafe önlemleri mükemmel. Arabaların park ettiği ve merkezden düzenli olarak minibüslerin çalıştığı yerde lokanta ve kafeler hizmet veriyor. Vahit'in Yeri'nde paçanga böreğinin tadına bakmadan geçmeyin.
Gelişi güzel sağa sola atılan plastikler, şişeler, gıda ambalajları gitgide daha göze batıyor.
Elektrik, tesisat işleri yapan ustalar ise ara ki bulasın, Ada'nın sakinliğiyle yavaş yavaş hareket ederler. Asla zamanında gelmezler ve "acelen ne dur bi bakem" makamındalar....
Bu kadar gözde, ünlü bir tatil beldesinde telefon ve internet her yerde çekmiyor iyi mi... Üç GSM şirketinin de sinyal almadığı yerler var. Hele Ada kalabalıksa yandınız. Telefonunuzu kontrol etmezseniz bir anda Yunanistan'a bağlanırsınız, fatura şişer benden uyarması...
Dönerken bir işletmenin kapandığı haberini aldık, iki kişide korona çıkmış. Lütfen kurallara uyun; önümüz bayram, daha Polente Feneri'ndeki rüzgar güllerinin altında güneşi batıracağız, Eylül'de bağ bozumuna gideceğiz, meşhur Çavuş üzümünden tadacağız...
Aman diyeyim....
*
Pazar Neşesi
Pisliği ile ünlü arkadaşı evine yemeğe davet edince, bir türlü kıramamıştı. Eve geldiğinde, masada, hayatında gördüğü en kirli tabaklar gözüne çarptı.
"Bu tabaklar hiç yıkandı mı?. Temizler mi" diye sordu..
"Su ve sabun ne kadar temizlediyse o kadar temizler" dedi, arkadaşı. Pek inanmadı ama, yapacak bir şey yoktu. Yemeklerini yediler.. Gerçekten fevkalade lezzetliydi hepsi.
"Teşekkürler.. Çok güzeldi, eline sağlık" derken, ev sahibi ayağa kalktı. Tabakları eline aldı. Gitti, kapıyı açtı, iki tabağı da kapının önüne koyup bağırdı..
"Hey Su.. Hey Sabun.. Çabuk buraya!.. Çabuk.. Çabuk.."
*
Latin Sözleri
"Laus nova nisi oritur, etiam vetus amittitur."
"Yeni övgüler yaratılmadıkça, eskiler de yitirilir!"
Publilius