"1964 yılında Çanakkale'de doğdu. 1983 yılında Polis Koleji'nden, 1987 yılında Polis Akademisi'nden mezun oldu. Sırasıyla Gaziantep, Diyarbakır, İstihbarat Daire Başkanlığı, Ankara, Ordu, Mardin ve Bolu Emniyet Müdürlükleri'nde çeşitli birim ve rütbelerde görev yaptıktan sonra 2011 yılında 1. Sınıf Emniyet Müdürlüğü rütbesine terfi ederek Teftiş Kurulu Başkanlığı'nda görev yaptı. 2016'da Muş, 2018'de Adana Emniyet Müdürü oldu ve nihayet bu haziranda İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne getirildi. Evli ve iki çocuğu var.."
Bu okuduklarınız yeni İstanbul Emniyet Müdürümüz Zafer Aktaş'ın kısa biyografisi. Bir özelliği daha var.
Hemşerim.. Çanakkale doğumlu ama Balıkesir nüfusuna kayıtlı. Ben de Kilis doğumluyum ama, nüfus kaydım baba memleketi Manyas, yani Balıkesir'de..
Makama geleli bir aydan fazla oldu.. "Artık yerleşmiştir" diyerek, Sayın hemşerime "Hoş geldin Müdürüm" diyorum, bugün..
Başta Yunanistan, Avrupa'nın pek çok ülkesini hem de katlayan nüfusa sahip İstanbul'a Emniyet Müdürü olmak çok zor, ama çok da onurlu bir görev.. Bana sorarsanız, Emniyet Teşkilatı'ndaki en büyük görev..
Tabii kağıt üzerinde daha büyük makamlar var.. Genel Müdürlük, Daire Başkanlıkları gibi..
Ama Emniyet Müdürü, "Odadaki değil, sahadaki" polistir. O yüzden İstanbul Emniyet Müdürlüğü, en büyük etkin makamdır.
Sayın Aktaş, en kısa zamanda gelip sizi ziyaret de etmek istiyorum.
O zaman vaktiniz olursa, hem kahvenizi içer, hem de dertleşiriz..
"Dertleşmek" deyince..
İstanbul'un en büyük derdi trafik Sayın Müdürüm.
İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu, göreve gelir gelmez, el atacağı birinci sorunun trafik olduğunu söyledi.
Her sene ortalama bir Anadolu kasabasını mezara ve hastaneye yollayan, Kovid'den beter trafik.. Başta İstanbul, büyük kentlerde insanların her gün saatlerini çalan ve tüketen, yoran, bezdiren trafik..
Neler istediğini, nelerin yapılması gerektiğini anlatan bir kitapçık hazırladı, bakan..
Bakılması çok hoş, okunması ve anlaşılması çok kolay bir kitapçık. Muhtemelen makam odanızda bir yerlerde pırıl pırıl duruyordur.
Hiç açılmamış, hiç bakılmamış olduğuna eminim de ondan..
Çünkü sizden evvelki Emniyet Müdürü o genelgedeki hiçbir şeyi uygulatmadı. Denetlemedi. Aldırış da etmedi.
Sanki, Bakan Soylu'yu baltalama emri almış gibiydi. "İlk hedefim trafik" diyen bir İçişleri Bakanı döneminde trafik daha da kötüye giderse ve İstanbul Emniyet Müdürü çay, kahve oturduğu makamından, sadece Ankara'dan bir "büyük" geldiği zaman, teşrifatçı olarak çıkarsa, halkın işkence çektiği yerlerde bir defa görünmez, bir defa denetleme görevi yapmazsa, başka ne düşünürsünüz ki?.
Bu köşeye yerleştiğim 1990'dan beri, en önde tuttuğum, en çok yazdığım konu trafik oldu.
Selefiniz çay, kahve makamcısı gelene dek, yazdıklarım okunuyor, cevap yazılıyor, sorularım ve plaka vererek yaptığım şikayetlerim hakkında bilgi de veriliyordu.
Ama sizden önceki adını bile öğrenemediğim (Gerek yoktu ki öğrenmeme) hazretin ne makamından, ne benim vergilerimle maaş alan ve anayasa gereği vatandaşın sorularına cevap vermekle görevli basın bürosundan tek satır alabildim.
Hazret emir vermiş olmalı ki, gene adını duymadığım, yüzünü görmediğim Trafik Şube Müdürü de, dilsizleşti.
Belli onun da cevap vermesi yasaklanmış "Bırakın kendi yazsın, kendi okusun" denmişti, şube müdürüne de..
Kulağıma çalınanlara göre, siz, Bakan Soylu'nun İstanbul için düşündüğü, onun kafasındaki kadronun elemanlarından birisiniz.
Benim hedefim de, Sayın Bakan'la ayni, yani İstanbul trafiği olunca, bu defa "Medya-İstanbul Emniyet Müdürlüğü İlişkileri"nin daha sıcak, daha el ele, yürek yüreğe olacağını düşünüyor, başarılar diliyorum, Sayın Aktaş!.
***
Yanındayım Özdemir!..
Hayatım boyunca hiçbir Futbol Federasyonu Başkanı'nın bu kadar yanında olmamıştım.
Geldiği günden beri pek çok karar ve davranışını eleştirdiğim, Nihat Özdemir'in şimdi öylesine yanında, öylesine safındayım ki..
Güya kulüp başkanları, güya teknik direktörler ve güya medya üçlüsü Özdemir'in "Yabancı kısıtlaması" kararına karşı birleştiler ya..
İçlerinde samimi olanlar da var ama, çoğunluk için adeta arpalık, yabancı transferi..
Bu ucuz arpalık yüzünden Türk futbolunun alt yapısı bitti. Bu alt yapı yüzünden milli takım yedek kulübesinde bekleyenlerden kurulur oldu.
Türk futbolu biterken "Efendim Avrupa'da bize başarı sağlayacak" kandırmacasıyla getirilen ve 14 yabancı ile alınan maçlarda alınan sonuçlar ortada..
Kulüpler battı. Türk futbolcusu battı. Peki kimler kazandı?.
Lisede öğrenmiştik, kimya dersinde. Lavoisier şöylemişti ya.. "Hiçbir şey kaybolmaz.
Hiçbir şey de yoktan var olmaz" diye.. Birileri kazandı yani.. Özdemir, hakkında uydurulan "Gitti, gidiyor, görevden alınıyor" dedikodularına da cevap gibi, birbiri ardına radikal kararlar açıklıyor. "Yeni sezonda maçları yüzde 40 kapasite ile seyircili oynatma hedefindeyiz." Tabii, "Hedefinde.." Çünkü bu Federasyon'un tek başına alacağı karar değil. Devletin, yani Sağlık Bakanlığı'nın ve Bilim Kurulu'nun da olumlu karar vermesi şart.. Özdemir Başkan, yanındayım!. Bunları yenmemiz şart!. Türk sporu ve Türk insanı için..
***
Veda'nın ardından...
Frankfurt'ta yaşayan dostum, kardeşim Doktor Erdoğan Bayraktar, Orhan Seyfi Orhon'un kızın ardından yazdığı Veda şiirinden söz etmişti bana attığı mesajda.. Ardından devamı geldi ve önceki gün okuduğunuz o çok duygusal yazı ortaya çıktı. Bunca yıllık deneyimlerimle, o yazının çok tutacağını tahmin ettiğim için, sonuna eklediğim iki satırla takıldım doktora..
"Yerimde gözün var galiba.. Ben Frankfurt'a gelip korona hastalarına bakıyor muyum?."
Dün, mesajlar yağmaya başladı telefonuma, beklediğim gibi. Karantina günlerinde duygu başka türlü çarpıyor insanı..
Sabah alt katta yazılarımı bitirdim.
Yukarı, salona çıktım, televizyonu tıkladım ki, karşımda Mustafa Sağyaşar.. Benim en sevdiğim erkek solistlerin başında gelir.
Ankara'daki gazino gecelerinde onu dinlemeye bayılırdık, ağbimle..
Ailenin sanatçısı gibiydi. Ve Mustafa ne söylüyor, inanmazsınız..
"Veda!."
Orhan Seyfi'nin dizeleri ve Yusuf Nalkesen'in bestesiyle Veda..
Televizyonumda "Geri al, yeniden dinle" imkanı var..
Üç kere dinledim "Veda"yı ve size o dizelerin yaşanmış öyküsünü daha ayrıntılı yazmaya karar verdim
*
Orhan Seyfi, kızının kapısını açarken biraz duraksadı. Sessizce kapının kolunu aşağı indirdi, onun bugün daha iyi olması için dua etti. Gün boyunca ona doyasıya sarılmayı düşünüyordu . O yüzden bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar kızının yanında olmayı planlamıştı.
Uyuyup uyumadığını kontrol etmek için usulca yatağına eğildi. Kızı bitkindi.. Yaşaran gözlerini görmesini istemediği için usulca eğildi ve dudaklarını alnına koydu. Öylece durdu ve derin derin nefes alarak kızının kokusunu içine çekti.
Dudakları kızının alnında öylece durdu bir süre. Az daha dursaydı gözyaşları kızın yüzüne damlayacaktı, ağladığı anlaşılacaktı. Yatağın yanındaki sandalyeye oturdu.
Kız o kadar halsizdi ki. Çok kısık bir sesle, "Annemin öldüğü günü hatırlıyorum, günlerce çok ağlamıştın.
Şu son anlarımda senden bir şey istiyorum babacığım" dedi.
"Ben öldükten sonra hiç ağlamayacaksın, gözünden bir damla yaş bile düşmeyecek, söz mü?"
Baba imkansızı isteyen kızına baktı, ağlamaklı halini bastırarak başını hafifçe salladı. Kızı çok zor nefes alıyordu. Birkaç saniye içinde nefes alışverişleri kesildi, başı yana düştü.
Orhan Seyfi, kızını kucağına aldı. Cansız bedeni hala ateşler içindeydi. Artık annesine kavuşmuş kızını üşümesin diye battaniyeyle sardı bahçeye çıkardı. Sandalyeye oturttu. Kendisi de önüne çöküp başını kızının kucağına koydu, ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
İşte o an o ölümsüz dizeler beyninde oluştu.
"Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda buseni
Yüzüne bu türlü bakmayacaktın.
Hani ey gözlerim bu son vedada,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda
Birini çağırmak için imdada
Yaktığı ateşi yakmayacaktın?
Gelse de en acı sözler dilime
Uçacak sanırdım birkaç kelime...
Bir alev halinde düştün elime
Hani ey gözyaşım akmayacaktın?"
*
Tam bu yazıya nokta koyarken, doktordan mesaj geldi.. Hani "Adam yerime göz dikti" demiş ve çatmıştım ya "Ben senin yerine Frankfurt'a gelip korona hastası bakıyor muyum" diye.. Tehdidim yerini bulmuş olmalı ki, "O köşeyi kapmak için bir fırın değil, dünyadaki bütün ekmekleri yesem yetmez" diyor, şimdi de.. Ha şöyle doktor..
Haddini bil bakalım!.
***
Eşitlik olsa keşke...
"Kadın- erkek eşitliği" diye kıyamet kopuyor.. Valla ben kadınlarla eşit olmaya razıyım.. Hiç değilse berberde eşitliğe..
O mu ne demek?.
Allah Lütfi Albayrak'tan (Takvim/ Facebak) razı olsun. O gözümü açtı.
Çocukluğumdan beri berbere gittim mi, traştan sonra berber eli ile başıma yüklenir, boynumu kırar, kafamı musluğun altına sokup sabunlar ve yıkar. Bu arada ben nefes bile alamam.. Erkek kafası berberde böyle yıkanır.
Peki kız kardeşim Serpil ve kadınlar. Başlarının altına bir dayanak. Kafa rahatça arkaya yaslanır, adeta koltukta uyuma durumuna gelinir, saçlar arkaya sarkar ve orda yıkanır..
Yahu bir saç yıkama eşitliğimiz bile yok!.
***
Can Sayın/ Türk Popu
Temmuz şarkılarımız...
Geçen ay haziran şarkılarıyla uzun zamandan sonra bir araya gelmiştik.
Bu ay da size favori temmuz şarkılarımı sıralayacağım.
1. 'Vay Be' ile Kenan Doğulu.. Geçen yaz çıkardığı albümün bence en iyi şarkısı olan 'Vay be'ye 1 yıl beklediğimize değecek güzellikte harika bir klip çekmiş. Bu yaz 'Vay Vay Vay Be' nakaratları dillerde slogan olacak!
2. Yalın'dan 'Oyunbaz'. Bence yazın olmazsa olmazlarından Yalın.
3. Zeynep Bastık'tan 'Bir Daha'. Geçenlerde Altın Kelebek ödüllerinde yılın en iyi çıkış yapan şarkıcı ödülü alan Zeynep Bastık, bir daha, bir daha dinlenecek bu yaz.
4. Emir Taha'dan 'Faydası Yok'. Geçen ay, Emir Taha ile ilgili yazımı bu köşede okudunuz. Orda "Yeni şarkılarının devamı gelecek" demiştim, beni yanıltmadı ve özellikle günbatımlarında dinlenecek lounge tarzı "Faydası yok" temmuzda yayınladı.
5. Ece Seçkin'den 'Acayip İyi'. İsmi gibi bir şarkı. Acayip iyi, gerçekten!
***
TEBESSÜM
Ziraat Fakültesi öğrencisi genç, yaz tatilinde deneyimlerini arttırmak için civar köylerde dolaşmaya çıkmıştı. Arabasını bir meyve ağacının ötesine yanaştırdı ve orada çalışan köylüyü uzun süre seyrettikten sonra seslendi..
"Hey amca, çok çağ dışı çalışıyorsun, bakıyorum da" dedi. "O ağaçtan 10 kilo elma alabilirsen, şaşarım!" Köylü güldü..
"Ben 1 kilo bile alsam şaşarım" dedi, köylü.. "Bu, portakal ağacı da.."
SEVDİĞİM LAFLAR
Politikanın en güçlü silahı sevgidir. İnsan sevgisidir, vatan sevgisidir, millet sevgisidir, bayrak sevgisidir. Bu sevgileri çoğaltabilirsiniz. Ben insan sevgisiyle yola çıktım.
Ali Naili Erdem