Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Gerçek güneşinin doğması için...

"Ahmet Hakan'a neler oluyor" diye yazmıştım, dün.. Hürriyet'e Genel Yayın Müdürü olduğundan beri, o müthiş lezzetli, okurken bana büyük keyif veren yazılarındaki konu ve üslup düşüşünü anlatıyordum.
Sevgili dostum dün kısacık cevap verdi..
"Bizim meslekle ilgili ilkesel kararlarım" demiş dün köşesinde..
İşte o kararların ikisi..
"1- Hıncal Uluç'un lafının üzerine laf söylememeye karar verdim.
2- Güneri Cıvaoğlu'nun jantiliğiyle yarışmamaya karar verdim."
Güneri'nin jantiliğinin meslekle ilgisi ne, pek anlamadım. Böyle bir kararı alsa alsa Ertuğrul Özkök alırdı.
Benimle ilgili olanı ise, tipik Ahmet Hakan şifreli üslubuyla, "Ey Hıncal Uluç, sen ne dersen de, umurumda değil. Kendin yazar, kendin okursun. Cevap mevap da bekleme. İmam bildiğini okumaya devam edecek" anlamına geliyor.
Bak Sevgili Ahmet,
Bu ülke medyasının, nerdeyse kurulduğu, Sedat Simavi tarafından kurulduğu günden beri Amiral Gemisi Hürriyet'in Genel Yayın Müdürü isen, her ama her türlü eleştiriyi dikkate almak, gerekirse yanıt vermek, tartışmak zorundasın.
"İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa" demiş eskiler..
...Ve de..
"Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar" demişler..
Anladın tabii. Eğitimin uygun. Ben genç okurlar için yazayım.
"Gerçek güneş, fikirlerin çatışmasından doğar." Fikir özgürlüğü denen anayasal temel hakkın sebebi de budur. Herkes fikrini söylemeli, bu fikirler çatışmalı, tartışılmalı ki, "Gerçek" ortaya çıksın.
Bak Sevgili Ahmet, Gerek yaş, gerek meslek kıdemi olarak senden büyüğüm. Senin yaşından fazla gazetecilik yaptım. Kaç gazete çıkarıp, kaç gazete batırdığımı hatırlamıyorum bile.. Hepsi bir "Yaşanmış ders" oldu bana..
Kışlalı Okulu'ndan mezun olarak, bu mesleği 15 yaşından beri, okullu değil, Usta/ Çırak sistemiyle "Alaylı" olarak öğrendim. Cihat Baban başta, çok ama çok büyük gazetecilerle çalışarak bugünlere geldim.
"Bugünler mi" Sevgili Ahmet!.
Yaşım 81!. Bundan sonra ne kadar yazarım değil, ne kadar yaşarım onu bile bilmem.. Bu yüzden, bildiklerimi, öğrendiklerimi, deneyimlerimi ve sonuçlarını, genç meslektaşlarıma nakletmek, onları eleştirmek (Tabii alkışı da var, eleştirinin yergisi de..) gibi bir görev yükledim kendime..
Üzerimde büyük bir "Gazetecilik" mirası var.
Kefenin de cebi yok ki, bu mirası alıp götüreyim.
Gazetelerime kalacak hepsi.. Gazetelerime ve gelecekleri parlak, bu mesleği alıp daha yukarılara götürme yeteneği gördüğüm meslektaşlarıma kalmalı..
Bir deneyimli, bir çok görmüş ve çok geçirmiş bir ağabey meslektaşın olarak, bunu yapmamın neden bir "Görev" olduğunu anlatabildim sanırım.
"Tamam da Hürriyet neden senin gazeten oluyor" diyebilirsin.
Deme..
Hürriyet senin değil, benim gazetem çünkü..
Sen bugün Hürriyet'in Genel Yayın Müdürü'sün. Yarın bir başka yerden, bir başka teklif alır gidebilirsin.
Ben tam 70 yıldır Hürriyet okuruyum.
Bu gazeteyi okumadığım gün olmadı. Öyle ki, yurt dışına gittiğimde, Hürriyet'lerim evde birikir beni beklerdi.
Gençliğimde, bir yaz, çok sevdiğim briç arkadaşım Vildan Güleryüz beni Didim'deki sahil villasına davet etmişti.
15 gün kaldım onda.. Ev kentin dışındaydı ve kasabada bir tek gazete bayisi vardı. Aşağı yukarı bizim eve 2 kilometre.
Her sabah 5'te kalkar, 2 kilometre yürür, yazdığım Cumhuriyet ile Hürriyet'imi alır gelirdim. Niye 5'te..
Çünkü gazeteleri taşıyan kamyon o saatte gelirdi ve Didim'e 5, yazı ile beş Hürriyet gelirdi. Onlar da, sabah erken kalkanın elinde kalırdı. O saatte gitmezsem, Hürriyet'siz, yani "Gazetesiz" kalırdım çünkü..
Didim tatilim bitince, doğru İstanbul'a gittim. "Arkadaşım" Erol Simavi ile, o zaman kaldığı de luxe otelin de luxe suitinde buluştuk.
"Arkadaşım" dedim. Neden?.
Erol Bey, yani Bab-ı Ali'de adı "Patron" diye anılan, hayatı "İmparator" diye kitap yapılan Erol Simavi, Cumhuriyet'te yazı başı 25 liraya, haftada 2 yazı yazan bana Hürriyet'e gelmem için servet teklif etmişti de geri çevirmiştim..
"Neden" diye sordu..
"Bab-ı Ali'de herkesin 'Patron, İmparator' dediği Erol Simavi'ye, bir sıradan gazeteci olarak 'Arkadaşım' demenin parayla karşılığı olur mu" diye cevap vermiştim de, gülüşmüştük.
Arkadaşıma tatilde Hürriyet alabilmek için yaşadıklarımı anlattım..
"Yaz olunca millet tatile gider. Bu yüzden sade Hürriyet değil, bütün gazeteler baskı sayılarını azaltırlar" dedi.
"Tamam da" dedim, "O tatile gidenler nereye giderler?. Deniz kenarında uzananların, her zamankinden fazla gazete okuma vakitleri yok mu?.
Ankara, İstanbul'da tiraj düşerken, Ege ve Akdeniz sahillerinin tirajı niye artmaz?." "Doğru söylüyorsun yahu" dedi, Erol Bey.. "Derhal emir vereceğim. Bu konu araştırılacak.." ...Ve Hürriyet'in mevsimlik tiraj politikası değişti.
Niye anlattım bu geçmiş anekdotları, anladın herhalde Ahmet..
Hürriyet Erol Simavi'nin değil, benimdi çünkü.. Nitekim Erol Bey, sattı Hürriyet'i gitti..
Ama ben satmadım. 70 yıldır hala Hürriyetçiyim!.
Yani aslında maaşını Yıldırım Demirören değil, "Ben" veriyorum..
O zaman ben fikrimi söyleyeceğim.
Sen de söyleyeceksin. Tartışacağız.
Ben kendi gazetemi, 1990'dan beri, yıllık izin bile yapmadan, bayram tatil demeden yazdığım SABAH'ı da en acımasız eleştiren insanım.. Okuyorsun sık sık..
Çünkü benim gazetemin kusursuz, mükemmel olmasını istiyorum.
Deneyimlerimden SABAH'ın da yararlanmasını istiyorum.
Tabak sevdiği deriyi yerden yere vururmuş..
Elime almaz, okumaz olduğum gazeteyi niye eleştireyim ki, Ahmet!.
Ben Hürriyet'imi istiyorum. Ama içinde "Eski" Ahmet Hakan'ım da olarak!.
"Ayın şavkı vurur sazım üstüne Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne" demiş Aşık!.
Bizim sözlerimiz üstüne herkes söz söyler.. Söylemeli Ahmet..
Kızmak, gücenmek yok.. Tartışmak, sonuç çıkarmak var..
Unutma sevgili kardeşim.
"Durmuş saat bile günde iki defa doğru söyler!.."

***


Galerilerimize, sanata kavuştuk!..

Sanat galerilerine koşmak, sergileri dolaşmak baş zevklerimdendir, bilirsiniz..
Karantina günlerinde bu zevkimi kapılarını sosyal medyada açan Kültür Merkezleri, Müzeler'de tatmin ediyordum.
Sakıp Sabancı Müzesi'ne, YouTube'da girip Salvador Dali yazınca, o müthiş adamın hikayesi çıktı karşıma. Hayatı.. Kişiliği.. Sanatı ve eserleri.. Harikaydı. Sizde tıklayın mutlak.
Onu kapatırken, Ipad'ime sevgili dostum Selvin'in mail'i düştü.
Karantinanın gevşetilen kuralları galerilerin de yeniden kapı açmalarına fırsat vermiş. Galeri Selvin de Mustafa Kut'la başlıyor işte, Arnavutköy'de.
Bana Ustanın birkaç resminin fotoğrafını da yollamış Selvin..
Az önce izlediğim Salvador Dali'nin bir dönemini andırıyordu Kut'un üslubu.. Sayfama aldığım örneğe bakın..
Ne görüyorsunuz, ilk?.
Sessizlik değil mi?.
Sessizlik görünür mü?.
Mustafa Kut Usta gösteriyor işte.
Sessizliği dinliyorsunuz resimlerinde..
İnsansız ve hareketsiz resimler ne ifade eder, sessizlikten başka..
Çağdaş Türk resim sanatında çok önemli bir yere sahip olan sanatçımız Muhsin Kut, 60. sanat yılında "Resimler" Sergisi ile Galeri Selvin'de.
Kut, gezdiği onlarca ülkeden izlenimlerini yansıttığı peyzaj çalışmalarını Türkiye'de ve dünyada birçok kez sergilemiş bir usta.
82 yaşındaki büyük usta hala üretmeye devam ediyor.
Sergi 30 Haziran'a dek, Arnavutköy Galeri Selvin'de..

*

Ekavart Gallery de, Ritz Carlton altındaki yerinde kapılarını açtı.
Ülke ve dünya kadınlarına ithaf edilen ve küratörlüğünü Prof. Balkan Naci İslimyeli'nin yaptığı 'Siyahlı Kadınlar/Women in Black' adlı karma sergi salı-çarşamba-perşembe günlerinde 12.00-18.00 arasında serbest, diğer günlerde ise randevuyla ziyaret edilebiliyor.

***


İşte gazetecilik!..

"Haberci Köşe Yazarlığı"nı Uğur Mumcu başlattı bu ülkede.. Yazıları, en muhalifleri tarafından bile peynir ekmek gibi okunurdu. Çünkü Uğur Mumcu her köşesinde bir şey anlatırdı. Bir önemli şey.. Haberdi yazıları..
Kaç defa Hasan Cemal'e (Genel Yayın Müdürü) telefon etmiştim, "Niye birinci sayfadan manşet vermiyorsunuz" diye..
Çarşamba günü, Hürriyet ve Milliyet'te iki harika "Haber Hikayesi" okudum, son günlerin en önemli biri iç, diğeri dış iki olayı üzerine..
Hürriyet'teki, Ertuğrul Özkök'ün köşesindeydi. Kendinden, orta yaş krizinden, kilosundan, belinin çapından nihayet vazgeçip eski günlerine dönen Ertuğrul, Amerikalılar'ın tam 1 milyar 800 milyon dolar ödeyip satın aldıkları, Türk Cep Telefonları Oyunları şirketi Peak'in, Diyarbakır'da, evet orda başlayan hikayesini harika araştırmış ve yazmış. İnternete girin ve mutlak okuyun. Okuyun da, hem ülkenizle, hem de Diyarbakırlı Sidar Şahin'le gurur duyun.
"Muhabir" geçinen meslektaşlarım da, okusun ve öğrensinler, gazetecilik nedir ve nasıl yapılır?.
İkincisi Milliyet'te..
"Amerika yanıyor" demiş, Güneri Cıvaoğlu dostum da.. Onunla nerdeyse Ankara Rüzgarlı'da beraber başladık mesleğe ama ben bir yıl kıdemli oldum, 17 yaşında işe girince..
Haklı Güneri.. Amerika gerçekten alev alev yanıyor.. Sırf zenci diye bir küçük suçlu, ırkçı polis tarafından insafsızca öldürülünce başladı yangın.
Şimdi başkent Washington sokaklarını "Asker" koruyor..
Güneri o hikayeyi yazmış işte, olayı kapak yapan Time dergisini merkeze alarak.
Aslında iki kapak iç içe..
Dış kapak, bakınca Hitler..
Tarihinin en ırkçı, en katil ırkçısı.. Ama Güneri "Hitler'in bıyığına dikkat" diyor.. Dikkat edin bakalım, o bıyık kimin silueti..
İçerdeki kapakta ise, yarısı kokuşmuş ve çürümüş Trump resmi var.
Tepesinde "Gelmiş geçmiş en kötü başkan" yazıyor. Yanında da sebeplerini sıralıyor.
"Divider (Bölücü), Liar (Yalancı), Rapist (Irz düşmanı), Thief (Hırsız), Usurper (Gaspçı), Manipulator (Hilebaz), Collaborator (İş birlikçi), Traitor (Hain).
Bunları, ABD'nin yani Dünya 1 Numaralı Süper Gücü'nün liderine söylüyor Time..
Güneri kendi yorumlarını da katarak olayı öyle güzel nakletmiş ki, olup biteni doğru anlıyor ve bu yıl kasımda beklenen seçimleri nasıl etkileyeceğini de adeta görüyorsunuz. Bu yazıyı da okuyun, internetten sevgili okurlarım ve tabii dış konuları izleyen meslektaşlarım..

***


Tebessüm
Delikanlı annesini aradı.. "Acele tavsiyene muhtacım. Rüyalarımdaki kızla tanıştım. Şimdi ne yapmalıyım.." "Bir çiçek yaptır, üzerinde onu evine, ellerinle pişirdiğin yemeğe davet ettiğini yazan bir kart koy ve yolla." Taktik işe yaradı. Genç kız cumartesi yemeğe geleceğini haber verdi.
Meraklı anne, cumartesi sabahı erkenden aradı.
"-Ne oldu dün gece?."
"- Beni fena halde aşağıladı?."
"- Nasıl yaptı bu işi?.
"- Bulaşıkları yıkıyim diye dayattı.."
"- Bunda ne var" dedi annesi..
"Her kız teklif eder bulaşıkları yıkamayı.."
"- Ama anne, daha yemeklerimden bir çatal bile almamıştık!."

Sevdiğim Laflar
"Günümüzde gazetecilik, yazamayan insanların, konuşmayan insanlarla konuşup, okuyamayan insanlar okusun diye yazdıklarıdır."
Frank Zappa

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA