İdlib'de ikinci defa beş şehit verdiğimizin akşamı haber kanallarından birinde, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'i gördüm..
"Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır"
diyordu..
Babamın çocukluğunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, benim çocukluğumda Trakya sınırlarında manevralar yapan Hitler ordularını siperde beklemiş bir ulusun çocuğu olarak, ilk ezberlediğim şiirlerdendi o..
Orhan Şaik Gökyay'ın dizelerini, Bandırma'da, Kilis'te, Antakya'da kaç milli bayram töreninde kürsüye çıkıp okudum, gururla..
O gün bugün, her dinleyişimde de duygulanırım..
Ama Akşener'inki pek oturmadı gibi geldi bana..
İdlib Türkiye değil ki.. Ahmet Davutoğlu adlı başbakanın başımıza sardığı bir çatışmada, Suriye'den geliyor şehit haberleri..
Orta Doğu'da ülkemizin siyaseti, diplomasisi başka ve usta.. Orda çok başarılıyız..
Kararlı diplomasimiz sayesinde sadece Orta Doğu'da değil, dünyada liderlerden biriyiz artık.. Her toplantıda aranıyoruz. Öndeyiz.
Orta Doğu'da petrol yüzünden, Amerika'sı, Rusya'sı başta herkesin gözü, hesabı var. Almanya, Fransa'nın var. Var oğlu var..
Ama şimdi hepsinin yolu bizden geçiyor..
Başkanımızın bir telefonunun ucunda Putin var, ötekinde Trump.. Macron, Merkel sırada..
Gelin Türk olun da bundan gurur duymayın..
Ama diplomatik başarımızı, Davutoğlu'na kanıp bulaştığımız Suriye iç savaşı karıştırıyor.
İdlib üzerinde, Suriye Rejim Ordusu ile, o rejimi devirmek isteyenlerin milis güçleri savaşıyor.
Vatan onların vatanı.. Savaş onların iç savaşı!.
Bize yönelik bir tehlike olsa, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk ordusu, NATO'nun en büyük silahlı gücü olarak, sınırlarımızı aslanlar gibi korur. Bundan şüphesi olan var mı?.
Öyle olunca, her şehit haberinin ardından, hep ayni adeta ezber "Şehitlerimizin kanı yerde kalmadı.. Misliyle karşılık verildi" sözlerini dinlemek kimseyi kesmiyor.. Bu klişeler acıları hafifletmiyor..
İntikam, gideni geri getirmiyor ki?.
Orta Doğu'da diplomatik yolla çözüme ulaşmamız, hele bugünkü "lider" konumumuzla çok daha kolay olur gibi geliyor, bana da, dün bu konuyu yazan baş yazarımız Barlas gibi..
***
Yaşa Mustafa!.. Teşekkürler Sezen!..
"Bu ülkeye bir Egemen Bostancı daha gelmez mi" diye düşünenlerin aklındaki isim, ben dahil, hep ayniydi..
Mustafa Oğuz!.
Ama Mustafa, o dost, arkadaş canlısı, o durmadan üreten, yaratan Mustafa ortalardan kaybolmuş, inzivaya çekilmiş, adeta telefonunu bile kapatmıştı.
Ne olmuştu bu hayat dolu adama bilen yoktu..
Sonra birden imzasını gördüm..
"İzmir'in Kızları" diye bir müzikal hazırlanıyordu.. Yapımcısı da Mustafa Oğuz..
Ne muhteşem haber.. Diriliş.. Hayata dönüş..
Mustafa'yı gördüm.. O anlattı..
Mucize'yi yaratan Gül olmuş.. Eşi Gül Oğuz..
"Böyle eve kapanarak yaşayamazsın.. Silkin, kendine gel.. Gene eskisi gibi yaratıcı ol" diye öyle bastırmış ki, Mustafa, evde oturmaktan artık iyice büyüyen göbeğini kaldırmış..
Yıllar yılı Sezen'in meneceriydi Mustafa.. Ayrıldılar.. Ayrılış ikisini de vurdu, bence.. Birlikte nasıl doruklarda geziyorlardı..
Mustafa, dönüşünü en iyi bildiği, tanıdığı Sezen'le yapmaya karar vermiş..
Hani Abba şarkılarından oluşan Mamma Mia Müzikali vardı ya.. Kafasındaki fikir "Sezen şarkılarından oluşan bir müzikal" yapmak..
Sezen İzmirli.. O zaman müzikal "İzmir'in Kızları.."
Oyunu yazacak Serdar Saatman'a "Önce Sezen'in şarkılarını seçip, o şarkılara göre hikaye yazmayacağız. Sezen'in beş yüz şarkısı var. Her konuya göre şarkı nasılsa buluruz. Sen otur oyunu rahat rahat yaz" demiş.. Öyle de yapmışlar.. Şarkıları da yerli yerine cuk oturan seçmişler..
Devlet Balemizin ustalarından Selçuk Borak dansları, Murat Cem Orhan da müzikleri düzenlemiş.. Gaye Çankaya da çok çok iyi sahnelemiş..
Oyun üç kuşak üzerinden İzmir Kızları'nı anlatıyor.. Gerçekten çok başka olduklarını çok iyi bildiğim İzmir'in Kızlarını..
Anneanne Derya Alabora.. Anne Seda Akman.. Kız da Gökçe Bahadır..
Üçü de nasıl harika inanmazsınız..
Hele üçünün bir arada oldukları, benim en sevdiğim, en bayıldığım, en öldüğüm Sezen şarkısı Yalnızlığın Senfonisi'ni söyledikleri sahne var.. Hiç ama hiç bitmesin istedim..
"Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Alışır her insan, alışır zamanla
Kırılıp, incinmeye
Çünkü olağan yıkılıp, yıkılıp
Yeniden ayağa kalkmak.."
İlk dinleyişimde Uğur Yücel'le Sezen düet yapıyorlardı. Büyülendim. Üç gece üst üste Balta Limanı'ndaki gazinoya taşındım o şarkı için..
Bu defa da, bu Gökçe, Seda ve Derya için, tiyatroya taşınırım, öylesi..
Gökçe Bahadır'ı dramatik bir dizi Efsane'de tanımış ve alkışlamıştım. Ama bir müzikalde böylesi bir süper yıldız olacağı aklıma bile gelmezdi.. Oyunculuğu, şarkıları, dansları ve fiziği ile, Broadway starı düzeyinde Gökçe..
İzmir'in kızları, Egemen'den beri hasret kaldığımız bir müzikal olmuş...
Mustafa, hemen kolları sıvamalı ve İzmir'in Kızları 2'nin hazırlıkları şimdiden başlamalı..
Çünkü bu çok çok güzel Sezen müzikalinin arkası istenecek ve beklenecek belli..
***
Mustafa kaldı!..
Galatasaray Kongresi'nde ibra edilmediği halde, kongre kararı almayan Mustafa Cengiz gene görevinin başında kaldı.
Haberi son dakikada aldım. Mahkemenin ret kararı ve gerekçesi henüz elime geçmediği için bir yorum yapamıyorum.
Ancak tahminim, muhaliflerin bu kararı da Bölge İstinaf Mahkemesi'ne götürecekleri yolunda...
Yani Galatasaray daha bir süre mahkeme yollarında dolaşacak.
***
Gürer Şefim!..
Bu ülkenin en büyük uluslararası gururlarının başında gelir Gürer Aykal. Ama klasik müzik hele bizim gazeteler için "konu dışı" olduğundan, bir ikoncan minisi kadar değer taşımadığından ne resmini görürsünüz, ne haberini okursunuz..
Gürer Şefim, dünyanın en büyük ve en ünlü konser salonu New York Carnegie Hall'da, üstelik kendi kurduğu (Dünya üzerinde kaç orkestra kurdu bilir misiniz) New Manhattan Sinfonietta orkestrasıyla konser vermiş. Hem de ikinci konseri bu orkestranın.. Onu duyabildim ancak..
"Anadolu Esintileri" adını verdiği konserde Ferit Tüzün çaldırmış.. "Esintiler.."
Sonra, kendi en sevdiği besteci Mozart.. 5 numaralı keman konçertosu.. Bu konçerto kayıtlarda "Turkish" diye geçer.. "Türk Konçertosu" yani..
.. ve 2020 Dünya Beethoven yılı ya.. Ondan 4 numaralı senfoni..
New York'ta, Carnegie Hall'da bir Türk ve bir Türk gecesi..
***
Kadıköy'ün Cihangir'i Yeldeğirmeni...
Ünal Özüak/ Kitap
Daha kapağını açmadan çocukluğuma götürdü beni "Evvel zaman içinde YELDEĞİRMENİ" kitabı. Yaşdaşım ve meslektaşım mimar Arif Atılgan'ın "Bugün kaç kişi bilir yemeğin kokusu komşuya gitti diye, mutlaka bir tabak komşu hakkı gönderme adetini?..." arka yazısıyla sunduğu kitabı, semti şiirsel dilde anlatıyor.
Beni ilk yakalayan, anlatıma çocukluğumun geçtiği Moda Mektep Sokak'taki arnavut kaldırımı tarzından dem vurarak başlaması oldu.
Bu sokaklara "Doğal parkımızdı sanki" demesinde çok haklı. 6-7 Eylül azınlıkları kovalama aymazlığı öncesi bu sokaklarda Niko'yla futbol, Marika'yla evcilik oynardık. Hava karardıktan sonra sokak bitirim marko kediye kalırdı.
Arnavut kaldırımı parke taşlarının ortasında, daha iri, parlak kayrak taşından bir sıra olurdu ki bu, faresi bol ahşap mahallenin avcısının voltasına ayrılmıştı. Sabah olunca köşe bakkal hacı Halim Efendi (son bakkal hala duruyor şükür) ekmeğimizi ve Cumhuriyet gazetesini, önceden içine parasını koyup sarkıttığımız, sepete koyardı. İsviçre değil burası Moda. Varın siz hesap edin komşuluk seviyesinin düzeyini. Hemen karşımızdaki bağdadî evin penceresinde kent ikonu gibi oturan merhum Adalı Avni'nin eşi Suzan hanım manzarayı tamamlardı.
Kadıköy Kent Konseyi Başkanlığı da yapmış yazar Atılgan, bugün Kadıköy'ün unutulmuş değerlerine hayıflanıyor. "Mesela" diyor; "Dört yüz yıllık en eski tarihi değerimiz Ayrılık Çeşmesi'nin yerini tarif etmek için 'Alışveriş Merkezi'nin karşısında' demek zorunda kalıyoruz."
Metronun kavşak noktası Ayrılık Çeşmesi 1600'lü yılların başında Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından yaptırılmıştı. Biz bugün nasıl orada güzergah değiştiriyorsak, hem Osmanlı Ordusu sefere çıkarken, hem de hacı kafileleri Kâbe'ye giderken, buluşma noktalarıydı bu çeşme.
Marmaray'a geçişten çok daha fazlası yani. Osmanlı'nın tören yolunun başlangıcı.
Tarihi süreçte Yeldeğirmeni semtinin başına gelenleri irdeleyen yazar yenileşme adına semte hor davranıldığı görüşünde. Yeldeğirmeni yardım beklemiyor sadece kötü müdahalelerle yıpratılmak istemiyordu.
Oysaki 2010 yılında yapılan "Yeldeğirmeni Canlandırma Projesi"yle 3-4 yıl içerisinde Anadolu yakasının Cihangir'i haline getirildi. Yeme içme dükkanları, ofisler, atölyelerle birlikte gelen yeni insanlar Yeldeğirmeni hafızasını tahriş ettiler.
Tescilli tarihi eser Özen Sineması hangar oldu. Oldu da oldu sizin anlayacağınız. Atılgan diyor ki "Bundan sonra yapılacak tek şey var Yeldeğirmeni'ne.. Semti kendi haline bırakmak.".
Belki de "Beni benimle bırak giderken başka bir şey istemem senden..." şarkısını da mırıldanmıştır.
Evvel zaman içinde
Yeldeğirmeni
K- İletişim Yayınları
***
TEBESSÜM
Karadeniz'in küçük bir kasabasına yeni bir dişçi gelmişti. Ünü, "Acısız dişçi" diye kısa zamanda kasabayı sardı. Bir akşam üstü Temel kahveye geldi..
"Palavra" dedi.. "Bu dişçi acısız falan değil.."
Bütün kafalar ona çevrildi. Anlattı Temel..
"Bugün gittim. Koltuğa oturdum. Ağzımın içine soktuğu parmağını hart diye ısırdım.. O da canı acıyan herkes gibi çığlık attı."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Başkalarının ayıbını senin önünde sayıp döken, senin ayıbını da mutlak başkalarına söyleyecektir."
Sadi Şirazi