Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Bugün Galatasaray’ın “Kurtuluş Günü” olacak.. mı?

Çağlayan 7. Sulh Hukuk Mahkemesi bugün, (Benim hukuk bilgi ve kültürüme göre kesin görünse de) büyük bir olasılıkla, Galatasaray'ın kurtuluş kararını verecek ve Mustafa Cengiz'i, daha önce gene mahkemelerce alınan "Seçim Kararı"nı uygulamaya mahkûm edecek.
Bir daha ve de asla seçilemeyeceğini bilen Mustafa Cengiz de, bin türlü hukuk numarasıyla ertelettiği seçimleri, hatta bu mahkeme tarafından tayin edilecek günde yapmaya mecbur olup, kulübün başından çekip gidecek.
Biliyorsunuz.. Dursun Özbek, muhaliflere, hazırlanma, hatta aday listesi hazırlama fırsatı bile vermeyen bir "Yıldırım Seçim" kararı almış, Mustafa Cengiz de "Derhal Kongre" vaadi ile, Dursun Özbek'ten kurtarmak için birleşenlerin oylarıyla o seçimi kazanmıştı.
Ama o zamana kadar sahip olduğu benzin istasyonuna gelenlerin bile tanımadığı Cengiz'e, gazetelerin manşetlerine, TV'lerin spor haberlerine çıkmak öyle cazip gelmişti ki, sözünü unuttu. Bir daha seçim lafını ağzına almadı..
Bunun üzerine muhalifler bir daha birleştiler ve kongrede Cengiz'i ibra etmediler.
Galatasaray Tüzüğü'ne göre, 45 gün içinde seçim kararı alması gerekiyordu.
Cengiz adının "Mustafa" olduğunu bildiği gibi, seçim olursa kaybedeceğini de biliyordu.
Kongrenin kendisini ibra etmemesi kararına mahkemede itiraz etti.
Sayımın hatalı yapıldığını iddia ediyordu, bir. Hükümet komiseri ve kendi temsilcileri dahil, açık sayım tüm kongrenin önünde yapılmıştı oysa..
Bu tutmayacağı için, "Biz mali ibra aldık. Ayrıca idari ibra gereksizdi" diye Galatasaray Tüzüğü'ne rağmen ve o tüzüğün açık hükümlerine karşı bir dava daha açtı. Bu da iki..
Bu itirazın da tüzüğe ve hukuk düşüncesine aykırı olduğu belliydi.
Mali ibra, kulübün hesapları üzerine yapılıyordu. O hesaplarda tek kuruş usulsüzlük yoksa, kongre tabii mali ibra edecekti.
Ama o yönetim, sportif bakımdan kulübü batırmışsa, voleybol ve basketbolda sıradan bir takım haline gelip, öteki branşlarda yok etmisse, idari ibrayı nasıl alabilirdi?.
O ayrı bir konu değil miydi?.
Zaten kulüp anayasası, "tüzük"te de bu sebeple mali ve idari ibraların ayrı ayrı yapılacağı kesin kuralı yer almıyor muydu?.
Mustafa Cengiz takımı "Yürütmeyi durdurma", falan filan isteyerek, mahkeme sürecini uzattıkça uzattı. Ama sonunda, "Seçim Kararı" çıktı.
Cengiz bu kararı uygulamadı.
Bunun üzerine, muhalifler, İstinaf Mahkemesi'ne giderek, "Seçim Kararı"nın uygulanması kararı istediler.
İstinaf Mahkemesi, "Seçim yapılmalı" dedi.
İstinaf Mahkemesi'nin kararları kesin olduğu halde, Mustafa Cengiz, bunu da uygulamadı.
Bunun üzerine "İstinaf Mahkemesi kararının uygulanması ve seçim tarihinin mahkeme tarafından belirlenmesi davası" açıldı.
İşte bugün Çağlayan 7. Sulh Hukuk Mahkemesi, "kesin olan İstinaf Mahkemesi kararına göre, seçim tarihini belirlemek için açılan dava"da karar verecek.
Biraz hukuk fikriniz varsa, sonuç ne olur diye düşünün bakalım.
Alınan kesin bir mahkeme kararı ve bu kararı uygulamayan bir "davalı" var.
Siz de hâkimsiniz..
Ne karar verirsiniz?.
Mahkeme sürecini adım adım yaşayan muhaliflerle konuştum.
"Mustafa Cengiz seçimden, ölümden korkar gibi korkuyor ve kaçıyor.
Bu yüzden çok iyi bir avukatlık şirketiyle anlaştı. Usul yasaları dahil her ama her şeyi zorlayıp geciktirmeye çalıştılar. Ama artık tüm yollar tıkandı. 7. Sulh Hukuk, İstinaf Mahkemesi'nin kesin kararının uygulanması talebini durduramaz ve erteleyemez" dediler.. ve eklediler..
"Mustafa Cengiz'in anlaştığı T&C Hukuk ve Danışmanlık Bürosu'nun Ticaret siciline bakın.. Avukat Melih Telli Kurucu Ortak. Av. Muzaffer Enes Cirit Kurucu Ortak isimlerini göreceksiniz." Cirit soyadı yabancı değil.
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit.. Muzaffer Enes Cirit, Yargıtay Başkanı'nın oğlu.. Mustafa Cengiz'in o büro ile anlaşması, "yargıyı etkilerim" umudundan.. Ama etkilemedi tabii.. Öyle şey olur mu?.
Sulh Hukuk Mahkemesi de, İstinaf da hep Cengiz aleyhine karar verdi.
Bugün de, elde bu Galatasaray Tüzüğü ve bu mahkeme kararları varken, 7. Sulh Ceza'nın farklı karar vermesi hiç ama hiç mümkün görünmüyor.
Bugün, Galatasaray'ın "Kurtuluş Günü" olacak!.

***


Aşk Tesadüfleri Sever de...

O sman Faruk Sorak ve eşi İpek çok sevdiğim dostlarımdır. Son zamanlarda pek buluşup görüşmesek de, "Orda bir köy var uzakta" ya hani..
Aşk Tesadüfleri Sever filmlerini çok sevmiş, ancak sonunu eleştirmiş..
"Ben olsam.." demiştim onlara..
Yıllar sonra Aşk Tesadüfleri Sever 2'yi çektiler.. Bu defa final muhteşem.
Gördüğüm tüm filmler, Hollywood, Avrupa, yerli dahil tüm filmler içinde, bu final ilk ona girer öylesi..
Amma velakin bu defa da eleştirim, filmin kendisine, özellikle de başına..
İlk yarı öyle yavaş, öyle durağan, insana öyle uzatılmış geliyor ki..
Hikayenin kahramanları aslında Niko ile Sema..
1963/64 Kıbrıs olayları sırasında, İstanbul'da yaşayan ama Yunan vatandaşı olan Rumları "20 kilo eşya ve 20 dolar" kuralı ile Yunanistan'a göndermiştik ya. Kuşaklar boyu İstanbul'da yaşayan, mahallelimiz, canımız kardeşimiz insanlar sersefil göçmüşlerdi hani..
Bilirim o günleri.. Acısını da bilirim..
Can arkadaşım ışıklar içinde yatan Oktay'la, Kuzgıncuklu Kalyopi de yaşamışlardı o aşkı..
Yıllar yıllar sonra, ikisi de evlendiler, kendi ülkelerinde.. Ama yıllar yıllar daha sonra, Oktay'ın muhteşem eşiyle ben, direttik, ısrar ettik ve Oktay'ı Yunanistan'a gönderdik. Kalyopi ile onlarca yıl sonra buluştular. Bir yemek yediler ve döndü geldi, Oktay..
Öylesi bilirim..
Niko ile Sema birbirlerine aşık, evlenmeye niyetli iken, oğlan ailesiyle birlikte sürülüyor işte..
Film o yılların Niko-Sema aşkını anlatırken, günümüzdeki (Günümüz derken 2011) Defne- Kerem aşkını da paralel sürdürüyor.
"Buna ne gerek var" denecek kadar sıradan bir hikaye o.. Ama Soraklar bu öyküyü bir de öne alıyorlar, üstelik..
Oysa Niko-Sema aşkı, tek başına bir Love Story olacak kadar güzel..
Üstelik gerçek.. Öykü gerçek.. Hele finaldeki muhteşem Zuhal Olcay ve harika Uğur Polat kompozisyonlarıyla doyulmaz olurdu..
Yani ben olsam, ilk yarıyı Niko-Sema'yı öne alıp hızlandırırdım..
Film de nefes keserdi.
Bir son güzellik.. Filmin finaline ve son jeneriğine, Zeynep Özyılmazel'in, Erkin Arslan'ın yazdığı 2 yıllık, o zaman kıymeti pek anlaşılmayan enfes şarkısı bindirilmiş. Nasıl cuk oturmuş filme.. Bu film için ısmarlasan olmaz, böylesi.. Nasıl aldı beni avcuna o finalin ardından.. Son kelimeler yazana, temizlikçiler salona girene dek yerimden kıpırdayamadan "Zaman olur"u içime akıttım, akıttım.. Akıttım.. Dilerim bu film, o şarkının yeniden doğuşu olur.
"Hani olur ya bazen, kendini bulamazsın Hiç ummadığın bir an tesadüfen rastlarsın Zaman olur bir sokakta, zaman olur bir şarkıda Hayat geçip gider anlamazsın.." Hangimiz ne zaman anladık ki, hayatın geçip gittiğini..
Boş verin.. Girin YouTube'a..
"Zaman olur" yazın dinleyin..
Anlarsınız!.

***


Oscar!..

En azından benim bildiğim Oscarların en heyecansızını yaşadık.
Öyle ki, pazar gecesi, hiç değilse başlangıcını izleme gereği duymadım..
Sabah uyanınca bile televizyona davranıp sonuçları öğrenme çabasına girmedim..
Ben, sinema delisi Hıncal o kadar meraksızdım bu defa..
Ankara'ya dönüş için hazırlık yaparken Kemaller, bizim Nükhet "Oscarlar ne oldu?" dedi de kumandaya dokundum..
Tek sürprizle "Kesin" denecek tahminler tutmuş. Sürpriz, sadece "En İyi Film" de 1917'nin değil, Kore filmi Parazit'in kazanması..
Oscar tarihinde ilk defa bir yabancı film "En İyi Film" ödülü aldı, düşünün hem de nasıl sürpriz..
Peki ama neden sizce?.
Safter ne der bilmem ama, adaylar açıklandığında küçük bir kıyamet kopmuş 2020 Ödülleri "Beyaz ve Erkek Oscarı" damgasını yemiş, "Aday seçiminde 'Irkçılık ve cinsiyetçilik' yapıldı" denmişti.
Akademi üyeleri, bu damgayı silmek için, "Koreli Bong Joon Ho"nun, filmini de, kendisini de ödüllendirdiler..
Yani adaylar arasında ne kadın, ne de zenci bulunmadığı için, ödülü hiç değilse "çekik gözlü"ye vererek, en azından "ırkçılık" damgasını sileceklerini düşündüler, gibi..

*

Bu arada kafamdaki cevapsız soru devam ediyor..
Oscar heykelciğinin de, heykelin adının da "erkek" olmasına Feministler neden yıllardır ses çıkarmıyor, itiraz etmiyorlar?.
Ödüllerin bazılarına niye "Neriman" adlı kadın heykelcik verilmiyor, mesela?.

***


Yaşa İş Bankam!..

Bankayı İş Bankası'nı ilk kumbaramla öğrendim ben, beş yaşındayken.. Ne severdim o pırıl pırıl, şıngır şıngır oyuncağımı..
Evet.. Evet.. Oyuncağımdı benim, kumbaram..
Büyüdükçe, Atatürküm'ün bankasının, sanata, kültüre ve eğitime katkısını öğrendikçe, sevgim de, saygım da daha çok arttı.
Geçen hafta bir reklam gördüm..
İş Bankası Kültür Yayınları imzalı..
Sabahattin Ali'nin üç romanı, Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf, ikinci baskılarını yapmışlar..
100'er bin adetle ikinci baskı..
Hem de insanların o kahrolası yok olası ekran bağımlılıkları yüzünden üç kuruşluk gazeteyi bile avuç içlerine sığan cep telefonlarından okudukları devirde, 300 bin Sabahattin Ali kitabı basmak nedir, bir düşünün..
İş Bankası, sadece "Sabahattin Ali'ye Saygı" basımı yapmıyor.. Sadece Türk Edebiyatı ve Kültürüne yatırım yapmıyor..
Madde bağımlılığından beter, cep telefonu iptilasına savaş açıyor bu 300 bin baskıyla.. Bakın nasıl?.
Kürk Mantolu Madonna 7 lira.. Kuyucaklı Yusuf 8 lira.. İçimizdeki Şeytan 9 lira..
Yani üç kocaman Sabahattin Ali Romanı toplam 24 lira.. Sudan ucuz.. Kelime anlamıyla.. Evinize aldığınız bir damacana su kaça bilir misiniz?.
Siz bağımlı anne ve babalar?. Rahat etmek için "Sussun" diye her defasında eline tablet veya telefon sıkıştırdığınız evlatlarınızı kitapla eğitmeyi düşünün hiç değilse..
"İş Bankası Yayınları" yazın o lanet aletinize.. Her yaş için ne kitaplar var, 7'den 70'e.. Telefon ya da tablet eroinleri gibi anında susturmaz ama, kitabı sevdirirseniz, öz evladınızın geleceğini garanti altına alırsınız..
Eğer, kendi anlık keyfinizi değil, çocuklarının hayatını ve başarısını düşünen anne ve babalarsanız!.

***


Yalçın'a koşun!..

Ankaralılar, gerçi sergi mart sonuna denk sürecek ama, siz şimdiden fırsat yaratıp koşun ki, sonra bir daha gidecek, sevdiklerinizi götürecek vaktiniz olsun.. O kadar eminim bu sergiyi seveceğinizden..
En sevdiğim ressamların başında gelir, Yalçın Gökçebağ.. Hem o oya işi gibi işlediği, insanı anında çarpan peyzajlarına, Anadolu'mun kırsalından, köyümden resimlerine bayılırım.. Hem de kendisini çok severim..
1969'da TRT Televizyonu yayına başladığında, ben de başlamıştım spor sunarak.. Daha sonra yarışmalar da sunmaya başlamıştım, 1971'de falan ki, Yalçın da geldi.. Kameraman olarak.. Birlikte çok işler yaptık..
En önemlisi arkadaşlığımızın temellerini attık.
Yalçın'ın sergisi retrospektif.. Bu İngilizce laf, Latince kökenli, "Geriye bakış"tan türemiş..
Yalçın 65 yıllık resim yaşamına bakarken, başka koleksiyoncularda bulunan eserlerini de derlemiş..
(Bendeki Gökçebağ'ı istese verir miydim bilmem.) Bu bakımdan "Bir daha"sı çok zor bir muhteşem sergi bu..
Nerde mi?. İş Sanat'ya gene..
İş Sanat Ankara Galerisi'nde..
Hani daha çocukken okuma kitaplarından resmini ezberlediğimiz İş Bankası binası var ya.. Orası..
Ben bu sergi için Ankara'ya gideceğim.. Siz de hemen koşun..
Reklam mı yapıyorum!.
Kültür ve sanata yatırım yapanları seve seve göklere çıkarırım ki, başkaları da özensin..

***


TEBESSÜM
Arkadaşıyla kavga eden kızımın çığlığını duydum..
"- Sensiz yaşayamayacağımı söylüyorsun.. Kimsin ki sen?. Cep telefonumun şarjı mı?."

SEVDİĞİM LAFLAR
"Özür dilemek sizin haksız olduğunuz manasına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin, egonuzdan yüksek olduğunu gösterin."
Sigmund Freud

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA