Başlığa bakar bakmaz "Futbol"dan, futbolumuzdan söz edeceğimi anladınız tabii.
Ne Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'un başkan adına yaptığı açıklamalar, ne Spor Bakanlığı'nın düzenlediği "Çalıştay" ne o çalıştaya katılanları, en başta kulüp başkan ve sorumluları olmak üzere Saray'da ağırlayan Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarının her hangi bir etkisi olmuş..
Futbolumuz, devre arasında nasıl bıraktı isek, bu hafta, Türkiye Kupası maçları ile, aynen kaldığımız yerden başladı..
Yani tüm çirkinlikleri ve tatsızlıklarıyla.
Kabahat kimde?.. Hepimizde.. Başkanı, teknik direktöründen futbolcusuna, kulüplerde..
Gördüğü rezillikleri düzeltmek için kılını kıpırdatmayan Futbol Federasyonu ve Merkez Hakem Komitesi'nde.. Prof. Dr. Altun'un açtığı kampanyaya rağmen, herkese ve her şeye kafa tutan Ali Koç'u görmez, duymazdan gelen 6222 Özel savcısında, Yargı'da..
Ve biz medyada.. Yazılı medya gazeteler, yayıncı kuruluşları ile görüntülü medya televizyonlarda..
Futbol seyirci ortalaması, maç başına 12 binlere düşmüş. Yani statların dörtte biri dolmuyor..
Televizyon reytinglerini Bein ve atv açıklayabilirler mi acaba, son on yıllık ortalamalarla..
Düşüşün nasıl feci olduğunu görelim!.
Ben bizim evdeki konforlu izleme olanakları içindeki düşüşü söyleyelim.. 20 kişi toplanırdık.
Şimdi en fazla beş.. Çoğu maçı Caner'le ikimiz izliyoruz.
Ben de aslında izlemem ama, meslek zorluyor.
Bir yandan bu köşedeki yorumlarım, bir yandan da aSpor'daki 90a için, kahrolarak, uyuklayarak, ama çoğu zaman küfrederek ekrana bakmak zorunda kalıyorum.
Bana futbolun "F"sini göstermeyen, ama dakka başı öfkeden delirten ekrana..
Yayıncı kuruluştan başlayalım.. Açılışı kupa maçları ile, bizim grup, atv ve aSpor yaptı.
Benim aSpor'daki 90a programımda, Bein için yaptığım bitmez tükenmez eleştirileri yanı başımda dinleyen müdürüm Serkan Korkmaz'ın yönettiği aSpor, hepsini, fazlasıyla tekrarladı, iyi mi?.
Yahu daha dün Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Prof. Dr. Altun "Rakibinize jest yapın" demedi mi?. Yahu FIFA "İyi başlayalım, iyi devam edelim" diye maç başında rakip futbolcuların el sıkışmalarını mecburi hale getirmedi mi?.
Kupanın Son 16 maçlarının tümünü izledim. Hepsinde el sıkışma sahnesi kesildi, hepsi seyirciden kaçırıldı.
Yerine reklam yayınlandı.
Reklam dedim de.. Gene benim bitmez tükenmez eleştirilerim sonunda RTÜK Canlı Maç Yayınları Reklam Yönetmeliği'ni değiştirmişti. Canlı yayın üzerine reklam bindirilmesini ve maçı anlatan spikerin reklam yapmasını yasaklamıştı. Oysa biz kupa maçları boyunca, tüm atv dizilerini, yayın üzerine binen reklamlar ve spikerin maç anlatmayı kesip giriştiği tanıtımlarla ezberledik nerdeyse..
Aklıma, atv'nin kuruluş günleri geldi. Bir maçı canlı yayınlıyorduk. Kenan (Işıklar içinde yatsın, can kardeşim Onuk) anlatıyor, ben de yorumculuk yapıyordum.
Kenan ara ara atv programlarının tanıtımını yapmaya başladı. Mikrofonu kapayıp "Ne yapıyorsun" diye sordum. "Merkezden kulağıma talimat geliyor, ben de söylüyorum" dedi. "Bir daha söylersen, ben kalkar giderim. Tek başına anlatırsın. Seyircisine saygısı olmayan bir yayıncı kuruluş başarılı olamaz." dedim.
Kenan maç sonuna dek, merkezden gelen talimatlara uymadı.
Kupa yayınlarımız hep Büyük Kulüp yanlısıydı.
Sanırsınız sahada 1 takım oynuyor.. Fener ve Galatasaray'ın rakipleri yoruma giremediler bir türlü.
Sevgili kuzenim Gürcan (Bilgiç) Fener'in, sevgili dostum Levent (Tüzemen) Galatasaray'ın gözlüklerini takıp yorumladılar ve "Küçük Takımları" hiçe saydılar.
Bu sistemden vazgeçilmeli. Büyük kulüplerin maçlarını, o kulüp taraftarı yorumcu görev almamalı ki, küçüklerin de adı geçsin ve her defasında küçüklerin hakkı yenmesin. Gürcan Galatasaray'ı, Levent Fener'i yorumlamalı mesela..
Bunları ayrıntılı yazıyorum, çünkü amacım "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" demek ve yarın başlayacak İkinci Yarı yayınları için Bein'i uyarmak..
Tabii, Bein'i benim uyarmam işe yaramaz.
İmam bildiğini okur.. Benim asıl amacım RTÜK'ü ve onun başkanı Ebubekir Şahin'i uyarmak..
Reklam yasanızı ufak ufak da değil, kocaman kocaman delmeye başladılar Başkan..
Maç yayınları halkın en ucuz eğlencesi.
Zaten tatsız tutsuz bir futbol.. Bir de konsantre olmanızı iyice zorlaştıran o canlı yayın üzerine reklamlar, insana, ekrana papuç fırlatma isteği veriyor. Lütfen sopanızı elinize alın ve kendi koyduğunuz kuralları acımasız ve istisnasız uygulayın.
Ve de Mehmet Sepil Başkanlığı'ndaki Üç Büyükler Uşağı "Sözde" Kulüpler Birliği.. Bir bildiri yayınlayın da, Küçük Takımları hiçe sayan yayıncı kuruluşları kınayın..
***
Hakemler.. Takımlar ve futbolcular!.
Merkez Hakem Komitesi diye bir kurul fiilen yok.. Çünkü, ara verilen futbol, Kupa maçlarıyla başladı ve gördük ki, "Süper Sahtekarlar Ligi" aynen devam edecek.
Futbolcular, en ufak temasta, kendilerini yere atıp, elleri, ayakları ile çimleri yumruklamaya devam ediyorlar. Sanırsınız adam, ambülans yetişmezse ölecek. Sonra hemen ayağa kalkıp tazı gibi koşuyor ve hakemler sessiz.. Şaşkın.. Aval.. Öyle bakıyorlar.
Yutturan rakibinin kart görmesine sebep olup, ödüllendiriliyor. Yutturamamanın cezası yok.. Sonuç?. Kendini atan atana.. Futbolu öldüren, öldürene..
Belden yukarı her temasta, dokunulan yüzünü tutarak yere atıyor kendini. Yutturan rakibe kart yediriyor. Yutturamayan, şaşkın hakem yüzünden aynen fırlayıp koşuyor.
Merkez Hakem Komitesi Başkanı Zekeriya Alp'e anlattık. Çözüm yollarını da gösterdik. "Gık" demedi.. Belli ki, hakemlere de dememiş. Ayni pislik, ayni rezillik, aynen berdevam.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'un başlattığı(!) "Rakibinize jest yapın" projesi, "Hakemi aldatın.
Rakibini oyundan attırıp ekmeğiyle oynayın" şeklinde uygulanıyor MHK Başkanı Zekeriya Alp sayesinde.
VAR'da hafif bir düzelme var. Rize- Galatasaray maçında, Galatasaray golünü haklı olarak iptal ettiler, ama Galatasaray lehine penaltı pozisyonunda hakemi davet etmediler..
Olacak.. VAR'a zaman tanımak lazım.
Futbol Kuralları uygulamasını yüz yıldır tartışıyoruz.
VAR, daha dün bir, bugün iki..
Üç Büyükler'in üçü de, ikinci yarı için heves, heyecan uyandıracak futbol oynamadı. Nerdeyse bütün maçları uyuklayarak izledik.
Üçü de Kupa için belirli rotasyon yapmışlardı.
"Şans verilenlerin kaçı ligde oynar" diye düşündüğümde, saydıklarım bir elin parmaklarını geçmiyor.
Galatasaray başta hocaların oynattıkları futbol da, eski tas eski hamam..
Yani ikinci yarıda "Futbol zevki" açısından fazla umutlu olmayın.
Gene o tatsız, o bol yere yatmalı, o yavaş, o ruhsuz Sahtekarlar Ligi'ni izlemeye hazır olun.
*
Bu ülkede Futbol Federasyonu diye bir kurum yok. Göstermelik bir Başkan var o kadar. Ama ben gene de yazayım.
Bu Kupa sistemi iflas etti. Yıllardır görüyoruz..
Her kulüp, antrenman maçı gibi kullanıyor Kupa'yı. O zaman ne heyecan var, ne seyirci.
Kupa maçı'nın Lig'den farkı, "Puan hesabı olmaması.." Ölüm kalım maçı Kupa yani..
Yani, öyle olması lazım ama, karşılıklı iki maç olunca, bu fark yok oluyor. İşin içine 180 dakika hesapları giriyor. Kupaya heyecan kazandırmak için "Tek Maç" sistemine dönülmeli. Tek maç ve o tek maç, puan cetvelinde daha altta olan takımın sahasında..
O zaman görelim bakalım, Kupa Maçı, ciddiye alınıyor mu, alınmıyor mu?.
Heyecan fırtınası oluyor mu, olmuyor mu?.
Görelim bakalım stat, doluyor mu, dolmuyor mu?.
***
Keşke Necip Fazıl/ Nazım günlerine dönebilsek..
Selahattin Demirtaş'ın "Devran" adlı eserinden uyarlanan ve eşinin baş rol oynadığı oyunu seyre gitti diye linç edildi Kadir İnanır biliyorsunuz.. Konuya en hoş dokunan Yüksel Aytuğ oldu. Dünkü şakasına bayıldım.
"Selahattin Demirtaş'ın 'oyun yazarı' olduğunu zaten biliyorduk. Peki bu oyuna kim inanır?
Tabii ki Kadir İnanır..." Hoş bir kelime oyunu ile çifte eleştiriye can kurban.. Mizahı kullanmak harikulade.. Ama nerde mizah?.
Hala kıyamet kopuyor.. Peki medyada tüm bu eleştirileri yapanların içinde Devran kitabını okuyan veya oyunu izleyen bir kişi var mı?.
Aslında "Gazeteci" isek, hele HDP muhalifi gazeteci isek oyunu izlemek görevimiz değil mi?.
Hapiste yatan bir parti başkanın oyunu neyi, nasıl anlatıyor?. Sahnede nasıl yorumlanıyor?.
Seyircinin tepkisi ne oluyor?. Bunları, yazmasak bile bilmek zorunda değil miyiz, tekrar ediyorum "Gazeteci" isek?.
Ben ilke olarak galalara gitmiyorum. Ama Devran'ı takip ediyorum. İlk fırsatta göreceğim..
64 yıldır yaptığım mesleğim bana bunu emrediyor..
Kadir İnanır'ın linç edilmesi üzerine dün yazarken "Nazım Hikmet/ Necip Fazıl günlerine geri mi dönüyoruz" demişim dün..
Keşke dönebilsek aslında..
Bakın, beş sene evvel (Ekim 2015) yazmışım bu satırları, bu köşede..
*
Allahın günü birbirini hedef gösteren, en ağır şekilde saldıran, can düşmanı meslektaşlarımı gördükçe, ne kadar üzülüyorum..*
O günlerde, sanat ve siyaset gerçekten çok ayrıydı.
Mesela, Deniz Harp Okulu olaylarında isyan çıkarmaktan ve o zaman yasak olan komünistlikten suçlu olarak hapiste yatan Nazım Hikmet'in "Salkım Söğüt, Bahri Hazer, Kuvayi Milliye" başta en ünlü şiirleri, cumartesi geceleri Bandırma'da bizim evde (1940'lı yılların sonları) koro halinde ezberden okunurdu.
Okuyanlar da, daha sonra birlikte Milliyetçi Hareket Partisi'ni kuran, Genel Sekreteri ve Başkanı olan Babamla, Aslan Amca.. Yani Türkeş!.
Türkeş'i "Milliyetçi" diye tabutluklarda yatıran polis bizim evi bassa ve onu ezberden Nazım okurken bulsa, ne yapardı acaba?.
Ama kimse basmadı.. Aylarca devam etti, Nazım geceleri, hem de nasıl Milliyetçi evimizde..
Çünkü, babam o zaman öyle öğretmişti bize..
Sanat sanattır. Siyaset de siyaset!.
Selahattin Demirtaş'ın sanatı konusunda tek satır okuyan var mı içinizde, bugünün kopan kıyametinde?.
Yarın Sabahattin Ali olacak bir yetenek mi, yoksa içi boş bir palavra mı, biliyor, tartışıyor muyuz?.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım, Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer olur." Jack London
***
TEBESSÜM
Arabasını yolun kenarındaki tezgahın önünde durdurdu. Görünüşleri çok iştah açıcı, taze sebze ve meyvelerden almak istiyordu.
Tezgahın başında duran köylüye sordu..
"Bunlar organik değil mi?. Yani genetikleri ile oynanmış tohumlar kullanmadınız, asla?." "Pek değil" diye cevap verdi, domates!.