2019'da Türkiye genelinde yayınlanan 1106 gazeteden 100 tanesi kapanmış.. Her gazetede ortalama 10 kişinin çalıştığını düşünsek, bu 1000 meslektaşımızın daha işsiz kaldığı anlamına geliyor.. Hemen her ilde bulunan üniversitelerimizin hemen hepsinde var olan 'Basın/ Yayın' fakülteleri durmadan yeni gazeteci adayları yetiştirirken, gazetelerin kapanması ve yüzlercemizin işsiz kalması ne demek?.
Hele araştırmalara göre günümüzde her 4 gazeteciden 1'i zaten işsizken, bu gençler geleceğe nasıl umutla bakacaklar peki?.
..Ve peki, bu gazeteler neden kapanıyor?.
Efendim, sanal medya.. Millet internetten okuyor..
Efendim, başta kağıt artan maliyetler.. Ekonomik kriz zorluyor..
Tabii bunların ikisi de tartışılmayacak kadar önemli etken.. Etken de, biz kendimize bakıyor muyuz hiç?.
Biz acaba, "Okunacak Gazete" yapıyoruz da, millet mi almıyor?.
Bakın.. Gazete "Haber" demektir. İnsanlar, televizyonda kısaca görüp öğrendikleri haberlerin, ayrıntılı iç yüzünü öğrenmek isterler..
İnsanlar, televizyonlarda hiç yer almayan haberleri de merak eder, okumak isterler..
İnsanlar, gazetelerinde "Doğru ve eksiksiz haber" isterler..
Dünyanın her ülkesinde, her gazetenin eğilimi vardır. Bu eğilim, köşe ve fikir yazılarında kendini gösterir. Gazete için önemli olan, savunduğu fikirlerin okunmasını sağlamaktır. Bunun için de satması gerekir.
Satmak için de "Gazete, Okunan Gazete" olması şarttır..
Yoksa kendin yazar, kendin okursun.. Bir gün de kapanır gidersin, kimsenin umurunda olmaz..
Bakın dünyanın en ünlü gazetesi The New York Times, hem de nasıl şiddetli bir Trump muhalifi.. Ama Trumpçıların elinden bile düşmüyor..
Niçin?.
Çünkü adamlar gazete çıkarıyorlar.. Haberleri tarafsız.. Yorumları insanı üzerinde düşünmeye sevk eden analizler üzerine kurulu.. Bir sövgüler dizisi değil, bir fikir okuyorsunuz.. Trumpçılar da okuyor, muhaliflerini izlemek ve düşünmek için.. Kaldı ki, tüm fikir yazıları, siyasi ve ekonomik de değil.. Harika sosyal, kültürel, sanat ve spor yorumları var.. Ben, bu ülkede elime aldım mı, ortalama yarım saat kalıyor.. Bazen bir saati aşıyor.. Amerika'yı düşünün bir de..
Peki biz ne yapıyoruz?.
İğneyi kendimize batırarak başlıyorum.. Çıktığı günden beri yazdığım, 30 yıldır da kadrolu yazarı olduğum ve çok sevdiğim, bu sebeple de, en çok kızdığım gazetem Sabah'tan..
Bu sabah kendi köşemin olduğu sayfayı açtım ki, sol köşede manşet..
"İBB, sanatçı ve danışmanlara 48 milyon TL dağıtacak./ İstanbullular'a hizmet için harcanması gereken milyonlarca lirayı sanatçılara dağıtacak CHP'li yönetim, konserler için 50 milyon lira bütçe ayırdı." Sanata ve kültüre hizmet "İstanbullulara değil de uzaylılara mı acaba" dedim ve Barış Savaş imzalı haberi(!) okudum.
Sevgili Barış, üzülerek söylüyorum, yazdığı haberin farkında değil.. Yapılan iş, yıllardan beri İstanbul'da uygulanan bir formalite..
Belediye, başta CRR, İstanbul halkına kültür ve sanat hizmeti vereceği her yerin bütçesini, Kültür Daire Başkanlığı'na bu sistemle verir.. Bir ihale açar. Bu ihaleye sadece İstanbul Belediyesi'nin Kültür Daire Başkanlığı girer. İhale onun üzerine kalır. O da aldığı para ile Cemal Reşit Rey salonunun yıllık programını yapar. İzlediğimiz o muhteşem kültür ve sanat olaylarını İstanbul halkının ayağına getirir ve çok makul fiyatlarla izlememizi sağlar..
Sistemi Ekrem İmamoğlu icat etmedi Barış.. Kucağında buldu. Ondan evvelki Başkan Kadir Topbaş, 17 yıl, CRR'nin programlarının bütçesini, bu "İhale" sistemi ile sağladı.
CHP'li belediye iddia ettiğin gibi "İstanbullulara hizmet için harcanması gereken 50 milyon lirayı, sanatçılara verdiyse, Belediyeye git, Topbaş'lı 17 yılın hesabını iste ve AK Parti, sanata kaç milyar lira harcamış öğren.. Ben konu işin Kültür Sanat yanı olunca Topbaş'la hep iftihar ettim.
"Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur" diyen "Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiyesi"nde sanata ayrılan paraya "Çöpe atılma" muamelesi yapılır mı, Barış?.
Senin haberinin yer aldığı gazetemizin Günaydın ekinde, "Opera ve Bale sanatçılarına yeni yıl hediyesi" başlıklı bir haber vardı. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Murat Karahan, bu yıl 1026 sanatçının kadroya alınacağını açıklamıştı.1026 yeni sanatçı asgari ücretten hesapla, yılda kaç milyon eder?.
Gazete ayni gazete.. Devlet sanata milyonlar ayırırsa "Müjde", Belediye ayni işi yaparsa, "Parayı çöpe atma" diyoruz.. Çünkü politikayı sanata ve magazine kadar soktuk..
Daha mı örnek?.
Antalya Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndan adam çıkarırsa SABAH; Devlet Tiyatrosu adam çıkarırsa Sözcü ayni manşeti atıyorlar.
"Sanata ihanet!."
Ama SABAH'ta Devlet Tiyatrosu haberi yok. Sözcü de Antalya Şehir Tiyatrosu'nu yazmıyor..
Yani, her şeyi öğrenmek isteyen okur ya ikisini de alacak.. Ya da..
O zaman, Barış?. O zaman?.
***
Bu ülkede gazeteci var mı?.
İstanbul sinemalarında muhteşem bir film oynuyor. Resmi Sırlar/ Official Secrets..
Duydunuz mu?. Görmek istediniz mi?.
Oysa birinci sayfadan, hatta manşetten girecek bir olay var filmin içinde..
Var da, "Gazeteci" hani?.
Resmi Sırlar, İngiliz Gizli Haber Alma Servisi'nden haber sızdıran eleman Katherine Gun'ın gerçek öyküsü..
2003 Irak operasyonu öncesinde, savaşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'na onaylatmak isteyen Başkan Bush, İngiltere Başbakanı Blair ile bir gizli anlaşma yapar. Blair, konseyin 5 daimi üyesi dışında kalan dört küçük ülke temsilcilerini "Evet" demeye mecbur etmek için onlar hakkında şantaj yapacak özel bilgiler toplatıp Bush'a verecektir. İngiliz İstihbarat bürosu çalışmaya başlar.
Kate, bu tezgahla onaylanacak haksız savaşın binlerce insanın ölümüne sebep olacağını düşünür ve haberi bir İngiliz gazetesine sızdırır.
Dünyada skandal patlar. BM Güvenlik Konseyi oylamayı bile reddeder. Ama Bush, BM onayı olmadan da savaşı başlatır.
Haberi sızdırdığı anlaşılan Kate, Devlet Sırları'nı Açıklama suçundan mahkemeye verilir. Kate'in yasal savaşı, Washington ve Londra'nın en üst basamaklarında işlerin nasıl yürüdüğünü ortaya koyar.
Saddam'ı bitiren savaşın, Irak'ı nasıl bir kaosa sürüklediğini dünya biliyor. Ama en çok da biz biliyoruz.. Yasal yönetimini kaybeden Irak'ın kuzeyinde PKK hızla güçlenip yayılırken, batısında da, dünyayı sarsan ISIS/ DEAŞ kuruldu.
Bu yetmez mi, filmin Türkiye'yi ne kadar ilgilendirdiğini anlatmaya..
Ama durun dahası var..
Katherine Gun, olaylar sırasında Yaşar Gün adlı bir Türk'le evli.. (Filmdeki soyadı Gun, İngilizcede ü harfi olmadığı için.) Yaşar, Kürt asıllı bir Türk ve İngiltere'de göçmen statüsüne girme mücadelesinde..
..Ve asıl, bizde gazetecilik olsa, hem de nasıl "Atlatma" nasıl "Özel" olacak habere geliyorum.
Film dava ile birlikte bitiyor. Peki ondan sonra, Yaşar'la Kate ne oluyorlar?.
Gene benim merakım depreşti. Gene internet hazinesi ve gene 5 dakikada buldum..
Olaylar yatışınca, İngiltere Yaşar'ı sınır dışı ediyor. O da karısını alıp ülkeyi terk ediyor..
Nereye gidiyorlar peki..
Türkiye'ye..
Yaşar ile Kate ve burda doğan kızları Türkiye'de yaşıyorlar iyi mi?.
Bu muhteşem filmin kahramanlarını bulmak ve onların yaşamını hatta en az üç gün süren bir tefrika yapmak, bir gazeteyi okutur muydu, okutmaz mı?.
Ne sinema yazarlarımız merak etti "Yahu bu Yaşar kim, ne oldu" diye, ne de onların yönlendirmesiyle polis adliye muhabirleri işin peşine düştü.
Şimdi söyler misiniz, ajanslardan gelen tıpkısının aynisi haberlere farklı imzalar atıp özelmiş gibi yayınlamayı marifet sanırsanız, millet sizi niye okusun?.
***
İşte o sahne!..
Resimde bir çocuk ve ABD Başkanı Donald Trump, bir otel koridorunda görülüyorlar.
Çocuk, Trump'a "Lobi nerede, efendim" diye soruyor. Trump da cevap veriyor. "Koridordan doğru git. Sonunda sola dön."
Hepsi bu.. Peki bu resim niye burda..
Efendim, Takvim gazetemizde tiryakisi olduğum, bana hep tebessüm ettirdiği için tiryakisi olduğum Facebak diye bir sütun var. Lütfi Albayrak'ı iki elim kanda olsa okuyup neşemi buluyorum.
Lütfi, pazartesi günü, ülkemizde de seyirci rekorları kıran Evde Tek Başına filminin ikincisiyle ilgili minik bir anı yazmış.
Yapımcılar, bir sahne için New York'taki Trump otelini beğenmişler ve sahibi Donald Trump'a gitmişler. (Yıl 1991).
Trump "Para istemem. Filmin bir sahnesinde ben görüneyim yeter" demiş.
Onlar da filmin baş oyuncusu küçük Macaulay Culkin ile, bu bir kaç saniyelik sahneyi yazmışlar işte....
Lütfi sadece yazmış.. Ama ben meraklıyım ya.. Elimin altında internet gibi bir hazine var ya.. 5 dakika sürmedi, o sahnenin fotoğrafını bulmam..
Yani..
Televizyon da, internet de, aslında gazetenin ve gazetecinin rakibi değil, en büyük desteği ve yardımcısı..
Eğer kullanmayı bilirsek..
***
TEBESSÜM
Büyük halam, kızımın 18 aylık olduğunu öğrenince, şaşkın bir ifadeyle bana baktı..
"Ama ben onun 1.5 yaşında olduğunu sanıyordum.."
"Halacım, ikisi ayni zaten" dedim.. Bu defa yüzünü buruşturdu.
"Ne bileyim!. Benim hiç çocuğum olmadı ki!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Hayat çatlak bardaktaki suya benzer. İçsen de tükenir içmesen de. Bu yüzden hayattan tat almaya bak. Çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da.
Neyzen Tevfik