Yılbaşı günü, size geleneksel bir O. Henry öyküsü anlatmıştım. Noel Hikayesi..
Gene çocukluk yıllarımdan kalma, 1939 baskılı bir O. Henry kitabında ilkokuldayken okuduğum, beni çok etkileyen bir O. Henry öyküsü daha buldum, hafta içinde dosyaları karıştırırken.. Bugün de onunla eğlenin istedim.. Biraz da ders alarak.. Öykünün çeviri diline de dokunmadım..
***
"Gece ekspresi" su almak için Tokson'un yirmi mil garbında su hazinesi civarında durdu. Fakat, bu arada mesafeleri yutan meşhur kahramanın- lokomotifin içine suçsuz mayiden daha başka şeyler de girdi.
Ateşçi, su haznesinin borusunu lokomotife bağlarken Bob Tidboll, Akula Dodson ve Con Büyük-Köpek isminde üç kişi lokomotifin içine girdiler ve bir kelime bile söylemeksizin tabancalarının namlularını makiniste çevirdiler.. Bu küçük namlular makinistin üzerinde büyük bir tesir yaptı. Makinist adeta "Bırakın şu şakayı" demek isteyen bir eda ile ellerini yukarı kaldırdı.
Bu üç kişilik haydut çetesini idare eden Akula Dodson'un sert bir emri üzerine makinist yere atladı Lokomotifle kömür deposunu diğer vagonlardan ayırdı. Bu arada Con Büyük-Köpek lokomotifin arkasındaki kömür deposunun üzerine sıçradı. Elindeki tabancalardan birini makiniste, diğerini de ateşçiye çevirerek lokomotifi elli yarda ileriye götürmelerini ve orada yeni emirlerini beklemelerini emretti.
Akula Dodson ile Bob Tidboll, yolcu vagonlarına başlarını bile çevirmeğe tenezzül etmeksizin doğru posta vagonuna yollandılar. Posta vagonunun kondüktörü "Gece ekspresi"inin burada Aqua pura (temiz su) dan başka bir şey alabileceğine kat'iyen ihtimal bile vermiyordu.
Bob Tidboll, elindeki altı fişekli tabanca ile kondüktörün bu yanlış kanaatini düzeltirken Akula Dodson da posta vagonunun büyük çelik kasası altına bir dinamit parçası yerleştirmekle meşguldü.
30 bin doları taşıyan büyük kasa hem korkunç hem de hazin bir ses çıkararak parçalandı. Yolcular, gökyüzünde fırtına bulutları görmek ümidile başlarını tembel tembel pencerelerden dışarı sarkıttılar..
Akula Dodson'la Bob Tidboll posta vagonundan atladılar.. Kasadan aldıkları paralar büyük bir çantanın içinde, yanlarında olduğu halde, çizmeli ayakları ile iri adımlar atarak lokomotife doğru yollandılar.. Makinist, bütün öfkesine rağmen en iyi ve en makul hareketin, verilen emirlere itaat etmek olduğunu anladı. Lokomotifi, hareketsiz duran diğer vagonlardan büyük bir süratle uzaklaştırmağa başladı.
İşte bu esnada Bob Tidboll'ün tabancasından sinirleri uyuşmuş olan posta vagonunun kondüktörü biraz kendine gelir gibi oldu. Vagonun bir köşesinde asılı duran Vincisteri kavradığı gibi, vagondan atladı ve deminden beri cereyan etmekte olan bu facia oyununda o da rol aldı.
Mister Con Büyük -Köpek lokomotifin arkasındaki kömür deposu üzerinde oturmakla büyük bir yanlışlık yapmıştı.. O bu hareketiyle Vincister'e iyi bir hedef teşkil edeceğinin farkında bile değildi.
Posta vagonunun kondüktörü büyük kozunu oynamakta gecikmedi. Con Büyük-Köpek tam iki küreği arasına isabet eden bir kurşunla kömürlerin üzerinden yere yuvarlandı. Bu hadise, diğer iki arkadaşının hisselerini umumi paraya nazaran altıda bir nispetinde arttırmaktan başka kimseye bir zarar vermedi!.
Makiniste, rezervuardan iki mil mesafede lokomotifi durdurmak emri verilmişti.. Haydutlar makinistle vedalaştıktan sonra ta demiryoluna kadar uzanan sık bir ormanın içinde gözden kayboldular.
Beş dakika kadar yol yürüdükten sonra ormanın meydanlık bir yerine geldiler. Burada, ayrı ayrı ağaçlara bağlanmış üç tane eğerli at duruyordu. Bu atlardan bir tanesi artık ebediyen ata binmesine imkan kalmıyan Con Büyük-Köpek'e aitti.
Haydutlar, bu atın eğerini ve dizginini aldılar. Onu başı boş bıraktılar.. Para torbasını atlardan bir tanesine bağladılar. Kendileri de atlarına atlıyarak ormanın içinde sessizce ve süratle yollarına devam ettiler. Bir müddet hadisesiz yol aldıktan sonra, Bob Tidboll'ün bindiği atın ayağı kaydı, düştü. Ve ön ayaklarından biri kırıldı. Haydutlar, hemen oracıkta atı öldürdüler.. ve kaçış planlarını yeniden tanzim etmek için yere oturup konuşmağa başladılar...
İlk zamanlar için takipten pek korkmuyorlardı. Çünkü hem yol çok karışık, hem de epey mesafe almışlardı. En seri bir takip kolu ile bunların arasında birçok miller ve birçok saatler vardı...
Akula Dodson'un beygiri, sırtında para torbası olduğu halde derin derin nefes alıyor ve başıboş kalışından istifade ederek oradaki bir derecik kenarında otluyordu. Bob Tidboll para torbasını yere indirdi. Torbanın içinden, büyük bir banknot destesi ile içinde altın bulunan küçük torbayı çıkardı. Dodson'a hitaben şen bir sesle:
- Bana bak ihtiyar korsan, dedi. Bu işi becerebileceğimiz fikrini ilk defa ortaya atan sensin!.. Bütün Arizona'da senin gibi bir adam bulmak hakikaten güçtür.
- Şu beygir meselesini nasıl halledeceğiz, Bob? Biz burada uzun müddet kalamayız!.. Sabah olmadan onlar bizim izimize düşeceklerdir. Bob biraz düşündükten sonra:
- Biz şimdilik senin atınla gitmeğe mecburuz, dedi. Sonra da karşımıza ilk çıkacak dört ayaklı bir mahluku müsadere ederiz.. Herhalde oldukça iyi bir vurgun vurduk. Bu banknotların üzerindeki rakamlara inanmak caizse adam başına on beş bin dolar düşüyor.
Akula Dodson, çizmesinin ucu ile yerdeki banknot kümesine dokunarak:
- Tahmin ettiğimden biraz noksan, dedi.
Ve düşünceli bir tavırla sağrıları terden ıslanmış olan beygirine baktı. Sonra yine arkadaşına dönerek:
- İhtiyar Bolivar'ın haline baksana!. Zavallının adeta canı çıkmış! Şu senin beygirin ayağı kırılması ne kadar fena oldu!.
Bob da bu fikre iştirak etti:
- Evet hakikaten fena oldu.. Fakat elden başka bir şey gelmez ki.. Bolivar'ın sırtı kuvvetlidir. Yeni bir at buluncaya kadar ikimizi de taşır . Vallahi Akula düşündükçe güleceğim geliyor; senin gibi şarklı bir adam geliyor da biz garplılara, garbın bu akıllı yerlilerine akıl öğretiyor; hem de bizim en sevdiğimiz, en iyi bildiğimiz bir oyunda.. Sen şarkın hangi kısmındansın?
Akula Dodson, beygirin dizginini dişleriyle çiğneyerek düşünceli bir tavırla:
- Nevyork havalisindenim, dedi. Ben Ulster'deki çiftliklerden birinde doğmuşum.. On yedi yaşımda iken evden kaçtım. Amerika'nın garbına tesadüfen geldim. Sırtımda bir çıkın olduğu halde Nevyork şehrine gitmek üzere yola çıktım.
Nevyorkta adamakıllı para kazanacağımı katiyetle umuyordum. Karanlık bir gece idi. O zamana kadar düz giden yolum birdenbire ikiye ayrıldı. Ben hangi yolu tutacağımı bilmiyordum. Yarım saat kadar düşündüm. Nihayet sola sapmağa karar verdim. Ayni gece içinde küçük kasabaları ziyarete çıkan "Vahşi Garp" çetesine mensup bir kovboy gurubuna rastladım. Onlarla birlikte garbe yollandım. Şayet sola değil de sağa sapsaydım acaba ne gibi şeyler görecektim, nelerle karşılaşacaktım, diye sık sık düşünürüm.
Bob Tidboll, şen ve feylesofça bir gülüşle.
- Kanatimce sağa da sapsaydım tutacağım yol yine bu olacaktı, dedi. Mesele şu veya bu yolu seçmekte değildir; mesele bizim içimizde bulunan ve bizi şu veya bu yolu seçmeğe sevkeden cevherdedir.
Akula Dadson ayağa kalktı ve bir ağaca dayanarak adeta acıklı bir sesle:
- Bob, dedi, şu senin beygir ayağını kırmasaydı çok iyi olacaktı. Ben onun ayağını kırmaması için çok şey vermeğe razı idim.
Bob da bu fikre iştirak etti:
- Ben de, dedi. Ben de çok şey vermeğe razı idim. Zavallı iyi bir beygirdi. Fakat galiba senin Bolivar ikimizi götüremeyecek! Onun için biz hemen yollanalım. Ben şu paraları yine torbaya yerleştireyim ve yollanalım.
Bob Tidboll yere eğildi ve paraları torbanın içine doldurarak ağzını sıkı sıkıya bağladı. Başını yukarı kaldırdığı zaman ilk gözüne çarpan şey, alnına doğru çevrilmiş Akula Dodson'un iri çaptaki büyük tabancası oldu:
Bob sırıtarak:
- Bırak şimdi şaka etmeyi, dedi. Biz buradan hemen uzaklaşmağa, yelkenleri fayrap etmeğe mecburuz.
Akula Dodson büyük bir ciddiyetle:
- Rahat dur, dedi. Artık sen bir daha yelkenleri fayrap edemezsin. Bütün acımama rağmen, içimizden ancak birimizin kurtulmamız ihtimali var.. Bolivar çok yorgun, onun için iki kişiyi taşıyamaz.
Bob büyük bir soğukkanlılıkla:
- Akula, dedi. Biz üç seneden beri seninle arkadaşlık yapıyoruz. Hayatımız kaç defa birlikte tehlikeye girmişti. Ben sana karşı her vakit namuslu davrandım. Seni de daima erkek olarak bildim. Birçok arkadaşlarını en fena zamanlarında öldürdüğün hakkında birçok çirkin dedikodular duydum. Fakat ben bu dedikodulara hiçbir vakit ehemmiyet vermedim; daha doğrusu bunlara inanmadım. Şayet benimle şaka yapmak istedi isen artık kafi.. Tabancanı çek; Bolivar'a atlayıp gidelim. Yok şayet beni öldürmek niyetinde isen, ne duruyorsun? Tetiği çek! İnsanın ruhunda adilik olmaya görsün!.
Akula Dodson'un yüzünü büyük bir keder kapladı. Derin derin içini çekerek:
- Bilemezsin, Bob dedi. Şu senin beygirin başına gelen kaza beni ne kadar müteessir etti!.
Fakat birden bire, Dodson'un yüzünü kaplayan keder kayboldu. Onun yerine vahşi bir sertlik ve bir hırs geçti.. Tıpkı namuslu evlerin pencerelerinden bir an içeri bakan haydutlar gibi, onun ruhu da yüzünün penceresinden de aksetti.. Hakikatte de Bob Tidboll'e bir daha yelkeni fayrap etmek ömründe kısmet olmadı.
Akula'nın tabancasından etrafa akseden boğuk bir ses bütün ormanı çınlattı.. Bob cansız olarak yere yuvarlandı.. İki kişiyi taşımak ağır bir mecburiyetten kurtulan Bolivar "Gece ekspresi" soyguncularından sonuncusunu kuş gibi uçurdu.
Akulo Dodson, Bolivar'ın üzerinde dört nala giderken orman yavaş yavaş gözlerinin önünden kaybolmağa başladı. Akula'nın sağ elinde durmakta olan rovelver, bir koltuğun kıvrılmış kenarı şeklini aldı. Oturmakta olduğu eğer ağır bir kumaş ile örtüldü. Akula gözlerini açtığı zaman ayaklarının üzengilere değil de büyük bir masanın kenarına dayanmakta olduklarını gördü
Bir başka tabirle: Volstritteki "Dodson ve Bekker" bankasının sahibi Dodson uykusundan uyandı. Koltuğun yanı başında hususi katibi Pibodi ayakta duruyor, efendisini bir türlü uyandırmağa cesaret edemiyordu. Pencereden, şehrin gürültüsü içeri aksediyor, odadaki elektrikli vantilatörün hoşa giden vızıltısı duyuluyordu. Dodson katibine dönerek:
- Hım... Pibodi, dedi. Galiba ben uyumuşum?.. Hem öyle enfes bir rüya gördüm ki.. Sen şimdi ne istiyorsun, Pibodi?.
Katip:
- Tresi ve Vilyams firmasından Vilyams şimdi sizi görmek istiyor, dedi. O iks, igrek, zet meselesini halletmeğe gelmiş. O bunlarla borsada karşılaşmış. Bilmem hatırladınız mı?
- Evet hatırlıyorum; bugün iks, igrek, zet'in fiyatları nedir?
- Beheri bir seksen beş dolar, ser.
- Şu halde onları bu fiyatla alsın!.
Pibodi hafifçe heyecanlanarak:
- Size bunu hatırlatmak mecburiyetinde bulunduğum için affınızı rica ederim, Sör. Şimdi ben Vilyams ile konuştum. O sizin çok eski bir arkadaşınızdır. İks, igrek, zet'in mukadderatı sizin elinizdedir. Vilyams'in bu tahvilleri size sıfır doksan beş dolardan sattığını herhalde unutmamışsınızdır. Şayet siz bunların fiyatını, borsa fiyatından, yani 1.85 dolardan hesaplarsanız, Vilyams'in mahvolduğu gündür.
O bütün mukadderatını bu tahvillere bağlamıştır. Fiyatlar bu olursa, Vilyams her şeyden maada oturduğu evi bile satmak mecburiyetinde kalacaktır.
Bir an için Dodson'un yüzünde vahşi bir pırıltı ve sonsuz bir hırs parladı. Tıpkı namuslu evlerin pencerelerinden bir an için içeri bakan haydutlar gibi onun ruhu da yüzünün penceresinde aksetti:
-O bunları bir seksen beşten almağa mecburdur, dedi. Bolivar iki kişiyi çekemez"!.
*
Pazar Neşesi
"Sevgili Hıncal, Bir süredir atları hatırladık sayende. Dünya nerede biz neredeyiz.. Aklıma bir fıkra geldi, paylaşmak istedim" diyor, artık Bodrum'da yaşayan kadim dost Celal Gürsoy.. Pazar Neşemiz bu hafta ondan..
***
Profesör çok dakik ve titiz bir adammış. Dersine geç gelenlere hiç tahammülü yokmuş.
O gün derse girip kapıyı kapattıktan bir dakika sonra kapıyı tıkırdatıp içeri giren genç özür dileyerek "Dışarıda hava buz gibi yerler kaygan bindiğim otobüs ilerleyemedi. Ben de inip bir faytona bindim. Sürücüden de rica ettim. Derse geç kalıyorum diye adam atları kamçılamaya başladı. İki yüz metre kala atlar yorgunluktan yere düştü, ben de koşarak ancak geldim" deyince profesör "Geç otur" demiş.
Bir dakika sonra bir genç kız saç baş dağılmış şekilde içeri girmiş, heyecan içinde "Hocam trafikte ilerleyemedik ben de arabadan indim bir fayton kiraladım aman derse geç kaldım hocam çok kızacak dedim, faytoncu atları koşturdu, hayvanlar iki yüz metre önce yerlere düştü ben de koşarak geldim" deyince profesör önce gelen gence şöyle bir bakmış,
"Bunlar beni işletiyorlar galiba" diye düşünmüş ama mazeretin orijinalliği yüzünden genç kıza da "Geç otur" demiş.
Tam o sırada kapı gene tıkırdamış ve bir genç kan ter içinde nefes nefese girmiş, profesör "Artık yetti" diye düşünerek "Sen de mi faytona bindin" diye alay etmiş.
Genç "Yok hocam ben arabayla geldim" demiş. Profesör "O zaman neden geç kaldın" deyince genç cevap vermiş..
Hocam iki yüz metre önce trafik durmuş. Baktım yol boyu yerde atlar yatıyor. Arabayı bıraktım koşarak geldim.."
*
Latin Sözleri
"Bis vincit qui se vincit in Victoria."
"Zaferde kendisini yenen, iki kez yener!"
Publilius