Üzerinden Lig Tv, Bein baskısını kaldıran Şansal kardeşim (Büyüka) salı günü muhteşem bir yazı yazarak, eski günlerine döndüğünü gösterdi.
Dilerim, Milliyet Spor Servisi'ne de ağabeylik yapar, gözümüzü spora açtığımız Abdi İpekçi ve Namık Ağabey'in "Milliyet günleri"ne dönüş başlatır. O kuşakta yetişen Şansal çok iyi bilir çünkü..
Kendisine ayrılan ve haftayı analiz eden sayfasının başına, hem tribünlerde hem ekran başında oturan ve sayıları her hafta biraz daha azalan futbolseverlerin çığlığı olacak bir manşet atmış Şansal?.
"Bu ligin nesi süper?."
İşte cevap veriyorum..
"İğrençliği Şansal!.. İğrençliği.."
Yani ülkemizde "Süper Lig" yok!. "Süper İğrenç Lig" var. Yani "SİL!." Yani silinip atılması gereken SİL var!.
Futbol bir "seyir sporu!." İtirazı olan var mı?
Tribündeki seyirci, ekran başındaki seyirci için oynanır.. dı!.
Televizyon yokken, seyirci öyle coşkulu öyle mutlu öyle mestti ki gördüklerinden, maç günleri tribünlere sığmaz olurdu.
15 yaşında iken ben, ağbimle maç seyretmeye İstanbul'a gelirdik, Ankara'dan ucuz posta treniyle..
Sabah Haydarpaşa'da trenden iner inmez İnönü Stadı'na koşardık..
"Hastane bir iki.. Hastane bir iki" diye bağıran dolmuşlarla..
Kapalı tribün önünde, battaniye getirip yatanlar görürdük. Gecenin bir yarısı, üçte falan başlarmış, bizim sabahın köründe girdiğimiz kuyruk..
Atlı polisler devriye gezerdi, geç gelenler araya kaynamak için olay, kavga çıkarmasınlar diye.. Ayrı kuyruklara giren rakip taraftarlar dalaşması için..
Gazetelerde okurdum, Rio'daki 120 bin, Londra'daki 100 binlik statlara da imrenirdim..
Hele Meksiko City'de bir Aztek Stadı varmış..
220 bin kişilikmiş.. (Sonra 1986 Dünya Kupası'nda gittim gördüm o stadı da, hepsi gibi..)
"Bizde de 100 binlik stat olsa da bu insanlık dışı kuyruklardan kurtulsak" diye.
O olmadı ama, televizyon başladı.. Kulüpler, tribün gelirlerinin defalarca mislini yayınlardan kazanır oldular. O müthiş gelirle, daha büyük paralar ödeyip, daha büyük futbolcular almaya başladılar.
Futbolun seyir zevki daha da büyüdü, televizyon sayesinde daha büyük kitlelere seyrettirmekle kalmayıp..
İngiltere ilk canlı yayına başladığı hafta ordaydım.
Haftada bir maçla başladı, muhafazakar İngilizler.. O hafta bütün gazetelerin spor sayfasında manşetti haber her gün.. Yayıncı kuruluş da her gün tam sayfa reklam veriyordu..
"İt's Live!." Yani.. "Canlı!.." Tam maç günü, aldığım Daily Miror'da, ev sahibi kulübün tam sayfa ilanını gördüm bu defa..
"İt's live, if you're there!."
"Eğer ordaysanız, canlıdır!."
Ne güzeldi o günler.. Oysa bugün?.
Adamın pasoligi var.
Kombine bileti var, gene maça gitmiyor. Kombineyi bedava verecek adam da bulamıyor..
İsteyen yok ki!
Ya televizyon?.
Şimdi bana bakın..
Haftada en az üç gecem ekran başında ziyan oluyor..
Yemin ediyorum, aSpor'daki 90a programım olmasa, sırtıma kaleş dayayarak izletemezler bana.. Tahammül etmemi sağlayan da, sayıları giderek azalan bizim maç gurubu.. 20'yi aşardık bu gurubu yıllar evvel kurduğumuzda..
Şimdi 5-6 kişi olduk mu "Bugün kalabalığız maaşallah" diyoruz..
Neden bu hale geldik?.
Çünkü "seyir sporu"nda seyredecek bir şey bırakmadık, iğrençlikler dışında..
O zaman söyler misiniz, beni, midemi bulandırıp kusturacak, öfkeden deliye döndürecek iğrençlikler için, mecbur olmasam niye maç için ekran önüne oturayım?.
"SİL" silinmeli!.
Peki kim SİLecek?.
Federasyon Başkanı Nihat Özdemir, Merkez Hakem Komitesi Başkanı Zekeriya Alp ve Kulüpler Birliği Başkanı Mehmet Sepil Bey baş başa verip düşünürler mi acaba?. Onların varlık sebebi de, o çünkü..
***
SİL'i "SİL" yapan üç şey!.
Bir futbol maçı için iki şey lazım.. Takımlar ve hakem.. Takımlar, futbolcular ve hocalarından oluşur..
Yani futbolda üç esas unsur, futbolcular, teknik direktörler ve hakemlerdir..
Şimdi Süper Lig'imizi esas alarak bu üç unsura bakalım..
1- Futbolcular!. Futbol bir temas oyunudur..
Her türlü mücadele anında futbolcular birbirlerine temas ederler. Bugün bu bitti. Hepsi birer artist, hepsi birer Oscarlık oyuncu olan futbolcular sayesinde bitti. Vücudunun herhangi bir noktasında temas hisseden oyuncu kendisini anında yere atıyor..
Öyle bir çığlık atıyor ki mesela santrada, kaleciler duyar. Ekranda yüzünü gören acıdan ölüyor sanır. Sonra yere balıklama düşüş. Sonra yerde beş altı kez yuvarlanma.. Sonra yüzü koyun yatarken eliyle yere vuruşlar..
Canı öyle yanıyor, öyle "Yetişin, ölüyorum" diye can çekişiyor ki sahtekar, sedye değil cankurtaran lazım!.
Oyun durmadan, duruyor. Oyun dakka başı soğuyor.. O zaman oyun nasıl kurulacak, seyre değer futbol nasıl oynanacak?.
Sahaya futbol oynamaya değil oynatmamaya, gol atmaya değil rakipten adam attırmaya, hakem kandırmaya çıkmış bu sahtekarları seyretmek isteyen maça değil, tiyatroya gider oysa..
"Gibi yapmak" tiyatronun işidir çünkü..
Suratına darbe almış gibi her düşüşte hem de ölürcesine darbe almış, beyin kanaması geçirir gibi yüzünü tutmak, Oscarlık aktör gerektirir, futbolcu değil.. Niye yüz.. Yüze darbe sarı kart da ondan..
2- Teknik Direktörler.. Siz hiç bu rezil sahtekarları uyaran, ikaz eden bir teknik direktör gördünüz, duydunuz mu?. Hatta teşvik ederler..
Günümüz teknik direktörleri içinde "güzel futbol" peşinde olanlar çok az.. Olanı da kulüpler yaşatmıyor çünkü.. Çünkü güzel futbol gol atmak için oynanandır. Yememek için değil. Gol atmak da, riskleri göze almayı gerektirir. Yani "Yenilmeyi.." Yenilince de kovulursun.. Siz bu ülkede hiç "Kötü futbol oynattığı için kovulan Hoca" gördünüz, duydunuz mu?.
Medyamızın da pompasıyla, yenilen kovulur, futbolu öldüren devam eder bu ülkede..
Hikmet Karaman kovulur.. Ersun, Aykut devam eder, mesela..
Bu yüzden en büyük takımlar bile "Hele yenilmeyelim" taktikleri ile oynarlar. O zaman da sahtekarlar, Hocaların göz bebekleri olurlar..
Oyunu geciktirenler kıymete binerler.. Hakemi kandırıp rakip futbolcuya, yani meslektaşına kart gösterten, yani ekmeği ile oynayanlar baş tacı edilirler.
Yetmedi.. Topu kaptırır kaptırmaz, hızlı çıkmak isteyen rakibi, taktik faulle durdurma emrini veren, yani "Futbolu öldür, ama oynatma" diyen kişi aslında teknik direktördür.. Ersun Yanal, mesela..
Bir yaşayan ve yaşatılan örnek vereyim.
Hem de Ali Sami Yen'de, hem de daha maçın ilk avut atışında oyunu geciktirmeye başlayan, topa "6 saniye kuralı da dahil", ortalama 20-30 saniyeden evvel vuran Muslera gördünüz mü?. Peki bu Muslera'yı Fatih Terim hiç uyardı mı?. Uyarsa Muslera her maç böyle korkak, ödlek oynar mı?.
Uyarma ne kelime.. Fatih Hoca, Muslera'yı kaptan, Muslera'yı lider yaptı bir de.. Çünkü Fatih Terim artık eski Fatih Terim değil.. "Yenilmemek için" oynatıyor Galatasaray'ı artık. Anti futbol oynatıyor. Yani oynamak değil, oynatmamak için oynuyor, koskoca Galatasaray..
Geçen gün, Başakşehir Hocası Okan Buruk "Hedefim Fatih Hocam olmak" demiş. Merak etme Okan Hocam.. Oldun bile.. Geçen yıl küme düşme hattında aldığın Rize'ye yılın en iyi futbolunu oynatan sen, iddialı Başakşehir'e gelince "futbol"u unuttun.. Hem de Fatih Terim'e karşı "Fatih Terim 11'i ve Fatih Terim futbolu" ile çıktın sahaya da, Mahmut'un "talihli" sakatlığı ile o kötü Galatasaray'ı yenebildin.
Bu ülkeye iyi futbol oynatan Hoca dayanmıyor. Nerde geçen yılın Sergen Yalçın'la hem de ne futbol oynayan Alanya'sı.. Nerde bu Erol Bulut'un "Oynatmamak" amaçlı takımı.. O Erol Bulut da harika oynatanlardandı daha düne kadar, ama gerçeği gördü.
"Oynatmayan" kazanıyor, oynayan değil. Kötü oynat, futbolu öldür, al paranı otur aşağı.. Yenilme yeter..
3- Hakemler..
Ve de hakemler.. Bu SİL futbolunun en büyük sorumlusu hakemler..
Birincisi.. Fener, Galatasaray ve Beşiktaş sırasıyla Üç Büyüklerin yanındalar.
Çünkü medya da ayni sıra ile Üç Büyüklerde başkasını tanımıyor. Bunlar aleyhine hata yaptın mı asılırsın. Küçükler aleyhine hataların ise, satır aralarında zor geçer..
İkincisi.. Futbolu öldüren sahtekarlar için, kitapta yazılı "Sarı kart" hakları var.. Kullansalar her maç en az on kişi, abartmıyorum hatta fazlası atılır..
Ama tembihliler belli, çıkartmamaya.. Hele bir sarı kart çıkmışsa, bu beraat kağıdı adeta.. Ondan sonra her şey yapması serbest kartlının..
Hemen yoruma muhtaç tüm pozisyonlarda "büyük takım" lehine karar veren hakem, kazara bir büyük kakım futbolcusuna kart çıkardı mı, hemen sırtını dönüp olay yerinden uzaklaşır ki eliyle, koluyla, diliyle söven o herife ikinci sarıyı çıkartmasın..
Ama büyük takım zordaysa, sarı çıkardığı küçük takım oyuncusunu kırmızıya dönüştürmek için tersine üstüne üstüne yürür ki, adam iyice çıldırsın ve atılsın.. Öyle bir çifte standart uygular hakemler.. İşini bilen hakemler..
"Peki VAR" diyeceksiniz. Güldürmeyin beni.
VAR, sadece büyük takımlar için vardır.. Küçük takımlar, yani SİL'in figuranlarına VAR olur mu hiç?.
*
Şimdi söyleyin, futbolcusuna, hocasına, hakemine güvenmediğiniz ligi, yani SİL'i niye izlesin insanlar?.
Tribünler niye boş?.
DigiTürk kutuları niye iade edilir, Bein aboneleri niye azalır oldu?.
Bugün "seyir sporu" sayesinde kazandıkları paralarla, "A" ekonomik sınıfında yaşayan futbolcular, hocalar, hakemler ve de asıl önemlisi, spor müdürleri ve spor yazarları bindikleri dalı kestiklerinin ve marka değerini "sıfır"ladıkları Süper Lig'in artık izlenmez, seyredilmez ve okunmaz olunca bugünkü lükslerini tümüyle kaybedeceklerinin farkında bile değiller..
Yazıklar olsun, hepsine!.
***
Bedelli!.
Allah da seni güldürsün Yüksel (Aytuğ) kardeşim. Bu sabah beni çok güldürdün de..
"Zap" tiye yakalamışsın güya.. Bilim adamları aşkın ömrünün 17 aya düştüğünü belirlemişler.. Yani "3 sene" diyen Deniz Seki'nin de yarısı..
Demişsin ki, "Aşk da askerlik gibi durmadan kısalıyor. Yakında o da 'Bedelliye' dönüşecek." Pes Yüksel!.
Günümüzde "Bedelli olmayan" aşkları bir saysana bana, parmak hesabı..
Yok canım davranma hemen..
Pabuçlarını çıkarmana gerek yok!.
***
Tebessüm
İçki ve sigara için o kadar korkunç şeyler okudum ki, son zamanlarda, 2020 için kesin bir karar aldım. Yılbaşından sonra, kesinlikle ve asla.. Okumayacağım!.
Sevdiğim Laflar
"Hayatta ne öğrendiysem futboldan ve kalecilikten öğrendim, çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi." Albert Camus (Teşekkürler Ünal)