Bu köşeye başladığım günden, yani 1990 yılından bu yana, kaç kez "Bu CHP'den ne köy olur, ne kasaba" diye yazdığımı eski okurlar bilirler..
Hepsinin özü şu!.
"Türkiye karizmatik liderler ülkesidir. Seçimi partiler değil, liderler kazanır" diye öğretmişti, Mekteb-i Mülkiye'de "Siyasal Partiler" dersinde, Nermin Abadan Hocamız..
1957'de başladım Mülkiye ile birlikte gazeteciliğe.. Tonla seçim yaşadım. Hepsinde Nermin Hocamızın ne kadar haklı olduğunu gördüm..
İşte arşivime girip, rastgele seçtiğim onlarca yazımdan biri..
Tarihi 27 Ekim 2011!. Tam 8 sene önce..
***
CHP, Türkiye'nin en köklü partisi.. Cumhuriyeti kuran parti olarak işe başladılar. Yeni kurulan cumhuriyetin temellerinin atılması, devrimlerin yerleştirilmesi sürecinin ardından, demokratik açılımı gerçekleştirdiler.. Millet sandık başına gidip, kendisini yönetecekleri seçmeye başladı.. İşte o tarihten itibaren ortaya çıkan tablo ilginç..***
Sonra tonla Kılıçdaroğlu yazısı yazmışım. Hepsinin özeti şu..***
Bütün bunları niye yazdım..
Ülke bir haftadır, CHP'deki kumpası konuşuyor.
CHP'nin bir önde geleni Saray'da, Recep Tayyip Erdoğan'la gizlice görüşmüş..
Erdoğan şiddetle ve meydan okuyarak yalanlayınca, haberi yazan gazeteci "Aldatıldım" dedi, özür diledi.
Yani ortada bir tezgah var!. Peki kuran kim bu tezgahı?.
CHP birbirine girdi. Kılıçdaroğlu ekibi Muharrem İnce'yi suçladı. İnce de genel merkezi, yani Kılıçdaroğlu'nu.
Polisiye romanlarda hafiyeler çözümü "Kime yaradı" sorusuyla başlayarak bulurlar..
Kime yaradı bu tezgah?.
Önce Muharrem İnce'ye bakalım.. 2020 seçimlerinde yeniden aday olma hesapları yapıyor. Bunun için ortaya çıkarsa, bu kumpas sayesinde "İşte Erdoğan'ın adamı.. İşte Saray'dan icazetli aday" durumuna düşecek ve hiç şansı kalmayacak. O zaman tezgahı kuran, Genel Merkez..
Genel Merkez tezgahçı ise, o zaman da, Muharrem İnce mağdur!. Yani Genel Merkez kumpas kurduysa, İnce'nin, tersine şansı artar!.
O zaman kumpası kim kurmuş olur?. Kumpastan kim yararlandı ise o.. Yani, İnce'nin ta kendisi..
Kısır döngü, fasit daireye bakar mısınız?. Ne kadar çekersen çek, ipin ucu gelmiyor. Olan da her zamanki gibi, CHP'ye oluyor..
Peki CHP neden bu halde?.
Çünkü lideri yok.. Çünkü bir kere başa geçip, tüm teşkilatı ele geçiren lider(!), partiye değil, kendine lider.. Çünkü ona "Ana Muhalefet Başkanı" kalmak yetiyor. Devlet Başkanı olmak umurunda bile değil..
Yani, 1957'den beri ülkemde değişen bir şey yok.. 1957'den beri ülkemde "İktidar olacak bir CHP" yok..
Çünkü CHP'nin "İktidar olmayı düşünen lideri" yok..
Şimdi birbirlerini yiyorlar.. Gene bölünme aşamasına geldiler..
Yani adam gibi bir solcu parti çıksa, Ana Muhalefet Partisi kalmaları da tehlikede, artık!.
*
Peki ya Afife!..
Tolga Çevik, yıllarca önce, oyununa eşofmanla gelen bir genci tiyatrosundan kovduğunu anlatmış, bir TV programında.. Kıyamet koptu..
Destekleyenler.. "Genç seyirci kovulur mu" diye Tolga'yı linç edenler..
Tahmin ediyorum, genç Tolga'nın Hadi Çaman Tiyatrosu'nda Equus / Küheylan oynadığı günlerdi onlar..
Tolga yüzde 100 değil, 1500 haklı.. Tiyatro sanatların en kutsalıdır. Tiyatro salonu da bu kutsalın mabedi. Mabede eşofmanla gelinmez, adam gibi kılıkla gelinir..
Peki ama Sevgili Tolga, sanata, tiyatro sanatına ihaneti, seyirci mi başlattı, yoksa siz tiyatrocular mı açtınız kapıyı?.
1997 yılında verilmeye başlandı, Tiyatro Sanatı'nın en özgün, en değerli ödülü, Afife Jale!.
O ödülü almaya ve vermeye gelenlerin kılıklarını hatırlasana Tolga!.
Eşofman olsa, öp de başına koy..
Pis ve yırtık, 'blue'su bile kalmamış bir jean.. Bir rezil, kokmuş tişört.. Hava atıyor aklınca..
"Bu tiyatro ne ki, ödülü ne olsun" havasında çıkıyor sahneye..
Salona gelmiyor, o rezil kılıkla Tolga!. Sahneye çıkıp "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü"nü alıyor..
O herif-i naşerif o kılıkta sahnede, senin sanatının en büyük ödülünü, gene o kılıkta bir başka herif-i naşeriften alırsa, seyircinin salona eşofmanla geldiğine şükret!.
Siyah don, beyaz atletle gelse ne gam!.
*
Ya maazallah?.
"Ben aslında utangaç bir kadınım" demiş, Deniz Seki, Posta'daki söyleşilerini keyifle okuduğum Oya Çınar'a..
Bakın daha neler demiş, bu "Utangaç" Kadın!.
"Dünyanın en güzel kadını benim."
"Erkek olsam Deniz Seki'ye aşık olurdum."
"Ben aseksüel değilim. Östrojeni (Kadınlık hormonu) yüksek bir kadınım."
"Ben markayım. Yattığım yerde bile paramı gayet güzel kazandım."
"Ben aşk kadınıyım. Aşkın ömrü de 3 yıl!."
Maazallah, "Utangaç" olmasaydı Deniz, Posta herhalde toplatılırdı!.
*
Prof. Şekeroğlu!..
Kimsenin bilmediği, duymadığı bir festival daha yapılmış. Birileri, birilerine ödül vermiş, falan filan..
"Suç ve Ceza Film Festivali" adı..
Cumartesi günü Karar gazetesinde okudum, tek geniş haberi..
Eee!. İstanbul CRR'de yaparsan böyle olur..
Antalya'da yapacak, birinci sınıf uçak biletiyle davet ettiğin gazetecileri 5 yıldızlık otellerde ağırlayacak, sonra verecektin ellerine, ne yazılmasını istiyorsan onu..
Bu işler böyle oluyor artık..
Saliha Sultan'ın haberinde okudum ki, festivalde "Sinemaya Katkı Ödülü" Prof. Sami Şekeroğlu'na verilmiş.
Bu ismi genç kuşaklardan, hatta Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerinden kaç kişi bilir?.
Prof. Şekeroğlu, bu ülkede "Sinematek" denince akla gelen isimdir. Prof. Şekeroğlu Mimar Sinan'da "Sinema- TV Merkezi'ni kuran isimdir. Prof. Şekeroğlu, bu ülkede Sinema'nın yaşayan en saygın ismidir. Bakın ne demiş, ödülünü alırken..
"60 yıldır çalışmalar yaptığım Mimar Sinan Üniversitesi'nden emekli oldum ama oradan ayrılmadım. 60 sene 7.30'da geldim, gece gidiş saatim belli değildi. Sonra bir gün birisi geldi, bizi dışarı attı, kapıları kilitledi. Artık oraya giremiyorum, duramıyorum. Kendi kurumumdaki filmleri bile alamıyorum."
O zaman Mimar Sinan'a gitme Hocam..
Vefa'ya git. Bir şişe boza al, dik kafana.. Adına saygı duyar, parasını bile almazlar.
*
Tebessüm
Görünüşe göre her dört anneden beşi çocuklarının matematik derslerine yardımcı olmakta zorluk çekiyorlar..
*
Sevdiğim Laflar
"Hatalarını telafi etmeye çalışan birine geçmişi hatırlatmayın. Bu düştüğü yerden kalkmaya çalışan birini tekmelemekten farksız."
Bukowski ( Teşekkürler Venüs)