"İyi haber haber değildir" bu mesleğin çirkin ilkelerinden ne yazık ki. Tabii böyle olunca, doğal sonuç da geliyor...
"İyi yorum da yorum değildir."
Hele şimdi.. Hele gazeteler günü gününe internette de yayınlanırken..
Tüm imzalı yazılar tıklanıyor ve altına o lanet olası "like"lar konuyor.. O zaman başlıyor bir tıklanma ve likelanma yarışı.. Yani başlıyor o sosyal medyanın huyuna suyuna gitme, teslim olma fikir(!) yazıları..
Sosyal medya biliyorsunuz, aşırı uçların, aşırı fikirlerin ortamı.
Çünkü orda da durum ayni. Tıklanmak, likelanmak, ve anında başkalarına iletilmek için çok ama çok aykırı şeyler söylemeniz lazım.
"Hıncal'ın yazısı fena değildi" derseniz, kimse başkasına iletmez. Ertesi gün gazetelerde haber olmaz..
Ama "Hıncal aşşağılığı gene rezil saçmalamış" derseniz, bir anda TT (Trend Topic, yani en çok izlenen ve en çok yayılan) olursunuz.
Onun için herkes "aşırı" şeyler yazmaya çabalıyor.. Linççiler dediklerimizin amacı aslında linç etmek değil, işte bu TT ve ertesi günkü gazetelere adıyla haber olmak..
*
Bunları niye yazdım..
Bakın son günlerde iki çok önemli ve ülkem için çok yararlı iki şey oldu..
Başta benim gazetem.. Niye başta benim gazetem.. Çünkü olayların biri, Başkan'ın, ikincisi iktidarın başarısı..
En başta, iktidar eğilimli benim gazetem, kaç gazetede, bu iki güzel olayı anlatan, analiz eden ve sonunda alkışlayan yazı okudunuz?.
*
Birincisi,
Çin'den gelen İpek Yolu treninin,
Marmararay'dan geçip, Avrupa yoluna devam etmesiydi.
İpek Yolu treni de ne?. Bilmezseniz şaşmam..
İpek Yolu treni,
Çin'i Londra'ya kadar bağlayan demiryolu..
Bu trenin de bu tarihi yolun da Türk ekonomisine Avrupa Birliği üyeliğinin misliyle katkıda bulunacağını kim biliyor?.
İpek Yolu'nu kuzeyde demir, güneyde kara yolu ihya eden,
Çin, Hind, Pakistan, İran, Azerbaycan gibi Avrupa Birliği'nden kat kat üstün nüfus ve kat kat üstün ekonomik potansiyele bağlı Doğu'yu, Türkiye üzerinden Batı'ya bağlayan uluslararası siyaset adamı da,
Ahmet Çalık patronluğu zamanında, bu gazetenin CEO'su, şu andaki
Patron Serhat Bey'in kardeşi, yani içimizden biri, dostumuz
Maliye Bakanı Berat Albayrak iken, üstelik..
Bekledim bugüne dek. Sadece ekonomi sayfasında
Kerem Alkin yazdı, tokat gibi bir başlıkla..
"
Bir tren ve yeni 'Altın Çağ'"
başlığı ile..
Lütfen okuyun..
Cuma gazetemizde.
Lütfen bütün köşe yazarlarımız da okusun..
Bu müthiş olay, hatta o trene bir muhabir bindirilerek Çin'den beri harika
yol boyu röportajlarıyla anlatılmalı, Marmararay geçişi şölene dönmeliydi.
Hem de 29 Ekim, hem de Cumhuriyet Haftası'nda, Cumhuriyet'in bu zaferini, Cumhuriyet gazetesi de kutlamalıydı.
Ama biz kutlayamadık ki..
*
İkinci harika haber..
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın içerde, muhalefetin, hatta Cumhur İttifakı'nın, hatta kendi partisinden olanların eleştirilerine rağmen, ilerde bu davete katılmasının aleyhine nasıl kötüye kullanılacağını adı gibi bilmesine rağmen,
Trump'ın davetine, hem de Trump'la bir telefon konuşması yaptıktan sonra "
Evet" demesi..
Devlet adamı, kendisini, partisi değil, önce devletini ve ulusunun menfaatlerini gözeten adamdır.
Dünyadaki bugünkü yalnızlığımız içinde, Barış Pınarı Harekâtı başından beri tutumu yüzünden kendi ülkesinde yerden yere vurulan, hakkında "
Azil soruşturması" açılan, buna rağmen Türkiye'ye tavrından dönmeyen,
yarım yamalak bilgi ve değerlendirmelerle gaza gelenler yüzünden bizde bile nefret edilen Trump'ın davetine gitme kararı, "
büyük" karardır ve alkışa layıktır.
Hatta
Erdoğan'dan nefret edenlerin bile alkışlaması gereken bir
karar!.
Anlatan, analiz eden oldu mu?.
Gene "
tık" yok!.
Neden peki?.
Dedim ya..
Bunları yazar, güzeli, olumluyu alkışlarsanız, tıklanmazsınız, tıklanırsanız, like değil,
nefret işaretleri alırsınız. Yağcı, yalaka, satılmış olursunuz..
O zaman boş ver o konuları.. Bul birini..
Söv.. Dolsun sütun..
Gelsin tıklar, likeler..
*
Teşekkürler, Sevgili Berat Albayrak, dostum!.
Teşekkürler Başkan!.
***
Eğrisine, doğrusuna.. Notlar!.
Hafta boyu "Buna dokunmalıyım" diye aldığım notlar var. Ama o kadar yoğun, o kadar çok yaşıyoruz ki, son günlerde, sporundan, siyasetine, sanatına.. Eh ben de bir türlü kısa yazmayı beceremedim..
Gazeteciliğe başladığımız yıllarda, başka kimse olmadığı için, ağbim Öcal, kuzen Ahmet Kışlalı ve ben, her konuda fikir yazısı da yazmak zorundaydık.
M. Ali Ağabey (Kışlalı.. Bize bu mesleği öğreten odur) iki şeyi ısrarla anlatırdı.
1- Yazılarını, Avustralya'ya kendi paranla telgraf çekermiş gibi yaz..
Bugünün cep telefonu gençleri bilmez.
PTT'nin ilk T'si idi telgraf. Kelime başı, yolladığın mesafenin uzunluğuna göre artan bir para öderdin, postanede..
2- Bu anekdotu aklından çıkarma..
New York Times yazarı, o günkü yazısını Genel Yayın Müdürü'nün önüne koyarken "İşim vardı, aceleye geldi, uzun oldu, kusura bakma" demiş..
Ne var ki, ben hiç de acelem olmadığı halde uzun yazıyorum. Niye?.
Dertli ve öfkeliyim de ondan.
"Kimsenin yazmadığı, işine gelmediği, ya da cesaret edemediği için yazmadığı konuları yazacak biri lazım" diye kaleme sarılınca, yazılmayan her şeyi yazmaya kalkışıyorum. O zaman laf uzuyor.
İşte bakın, "Haftanın notları" dedim başlıkta ama, hala lafa giremedim.
*
Geçen hafta iki defa NTV'de, gece açık oturum programına takıldım.
Sebep?.
Zaplarken
Sabah Ankara temsilcisi, yıllar yıllar önce bir basın seminerinde verdiğim tek meslek dersinin öğrencisi
Okan Müderrisoğlu'na rastlamam.
Bu kerameti kendiden menkul uzmanların gevezelik ettiği yayınları asla izlemem. Okan beni tuttu. Dinledim..
Yahu müthiş!.
Nasıl güzel, nasıl derin ve nasıl geçerli, mantıklı analizler yapıyor?. Hem de nasıl anlaşılır
dille..
*
NTV dedim de.. Bu ülkenin ilk haber televizyonu. CNN Türk de ikincisi..
Hani feci bir intihar olayı yaşandı, Fatih'te..
Dört kardeş evlerinde ölü bulundu.
İlk bakışta, altından
Pulitzer Ödülü alacak polisiye roman çıkar.
NTV ve CNN de işin farkında, olay yerine canlı yayın için muhabir yollamışlar.
Akşam ana haberlerinde NTV'yi açtım.
Baran Bila diye bir genç adam var, binanın önünde.. Ekranda
Simge Fıstıkoğlu..
Birinci sınıf haberci ve yorumcudur. Can alıcı sorular soruyor. Ama Boran hiçbir şey bilmiyor.
Orada durmaya ve bir resmi açıklama yapılırsa, tekrarlamaya gitmiş.. Yahu orası mahalle?.
Hiç mi komşu yok. Bakkal, büfe yok?.
Konuşacak tek kişi bulamadın mı?.
Resmi açıklama bekleyerek canlı yayın mı olur?.
NTV'nin geldiği yere bakın.. 300 liralık bir stajyer bulup yollamışlar. Onun elinden bu geliyor ancak.
Döndüm CNN'e tesadüf orda da o haber tam sırada başlamaz mı?. Orda da
Özgür Deniz Kaya diye bir genç adam. Ayniyle Baran gibi.. Hiçbir şey bilmeden, hiçbir şey söylemeden
resmi açıklamaları tekrarlayan bülbül..
Yahu bu kadar önemi olayın canlı yayınına stajyer değil, kurumdaki en deneyimli gazeteci gider..
Ama kova kova adam mı bıraktılar ki?.
İşte o zaman "
Ölü Yayın"ı "
Canlı" diye yutturma çabaları..
Yazıklar olsun!.
*
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, piyasada adını kullanıp menfaat sağlayanlara fena halde kızmış, fena halde dolmuş olmalı ki, canlı yayında haykırdı.
"
Adımı kullanarak size gelenleri kovun!."
TRT Müziği "
Arkamızda Külliye var" efsanesi yaratarak parselleyen tipler
vardı. Bu konuşmadan sonra, bıçak
gibi kesildiler..
Derken
TRT Müzik Genel Koordinatörü Süleyman Bektaş,
kendi isteği ile görevinden ayrıldı.
Yerine kim geldi bilmem ama ayakları bıçak gibi kesilenler, eskisinden de beter döndüler..
Gene her gün, her saat, her program karşımdalar..
Ya sabır!.
*
Okur Cem Öztürk okuma yazmayı yeni öğrenen oğlu için, kitap tavsiye etmemi istiyor..
Hele çocukların daha 3 yaşlarında ekranlara teslim edildiği günümüzde bu istek harika..
Yardım etmek isterim.
Masal kitapları okutun Cem kardeşim..
Masal..
Dünya Çocuk Masalları.. Grim Kardeşler.. Hans Christian Andersen masalları.. Kitapçılarda halen var mı, yoksa sahaflarda mı ararsınız, bilemem?.
Tabii bunlar yabancı. Dede Korkut gibi Türk masalları, derlemeleri de var.
Bunlar çocuğun hayal gücünü arttırır.
Einstein'in "Hayal bilimden önemlidir" deyişini hatırlayın.
Çocuk, masalları hem sıkılmadan okur, hem de beynini hem de nasıl zenginleştirir.
Abartmıyorum ben çocukken, Türkçe yayınlanan hepsini, eksiksiz hepsini okudum.
Alan ve okutan babama, bugün hala teşekkür ediyorum.
***
Tebessüm
Bugünkü Tebessüm, dün yaşandı. Gazeteye geldim.
Kartı bastığımız döner kapıdan geçerken, asansöre binmek üzere olan bir genç kız, bir şirin meslektaşım, beni gördü. Durdu, asansörü bekletti.
Koştum, yetiştim..
"Günaydın, nasılsınız" diye devam etti..
Vay be?. Rüya görüyorum galiba.. Sabah'a mı geldim ben?. Konuşma konusu açtı bir de..
"Gömleğiniz mor. Bu kışın modası." Güldüm..
"Mor, Bizans'ta asillere mahsus renkti. Bugün ise, Real Madrid maçından sonraki yüzümüz!.. Hem de mosmor!."
Sevdiğim Laflar
"Düşünceli olun, çünkü karşılaştığınız herkes inanın en az sizin kadar zorlu bir mücade veriyor." Platon