Aslında bu sese sadece Büyükşehir'in değil, İstanbul'un bütün ilçe belediye başkanlarının da kulak vermesi lazım..
Bu ses dediğim, Frankfurt'ta yaşayan sevgili kardeşim Esra Karatay..
Esra, okurların yakından tanıdığı Doktor Erdoğan'ın eşi.
Geçen hafta içinde, Sevgili Necati (Akpınar) "Yarın öğlen sana ekibim ile baskın yapacağız" dedi.. "BKM olarak bu yıl Dördüncü İstanbul Komedi Festivali'ni yapıyoruz, ama sesimizi kimselere duyuramıyoruz, onu anlatacağız.." Geldiklerinde kısa bir tatil için İstanbul'da bulunan Erdoğan'la, Esra da uğramışlardı.
"Siz de kalın" dedim. "Özel bir şey değil. Hepimizin konusu.. Belki sizin de fikriniz olur." Necati anlattı.. Dinledik..
Ertesi gün Esra'dan bir mail aldım..
Almanya'ya dönüş uçağını beklerken, havaalanında yazmış hem de..
Muhteşem satırlar.. Okurken hem de Almanyalarda yaşarken Türkiye'den nasıl kopmadığını, ülkesini ve insanlarını nasıl yakından gözlemlediğini anlıyorsunuz.
Nasıl güzel bir toplum psikolojisi analizi ve nasıl güzel bir "çözüm çağrısı" yapmış.
"Bu yazıyı herkes okumalı" dedim..
En başta bu festival "İstanbul" adını taşıdığı ve İstanbul halkının yaşamını ilgilendirdiği için İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu!. Sonra, İstanbul'un tüm ilçe Belediye Başkanları.. Özellikle de..
Bu Festivali yapan kurum "Beşiktaş Kültür Merkezi" adını taşıyor. O zaman Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat okumalı..
Necati, İmamoğlu'ndan da randevu istemiş. Özel kalemden "Biz haber veririz" demişler. Dilerim "tipik" atlatma cümlesi değildir. Çünkü Beylikdüzü Belediye Başkanı ile tanıdığım, başarılarını alkışladığım, yakın dost olduğum İmamoğlu'nu İstanbul'un başına geçtiği günden beri pek tanıyamıyorum.
Eski İmamoğlu, "Her şey çok güzel olacak" diye seçilen Başkan bu "Fevkalade güzel" İstanbul Festivali'ne balıklama atlar, hatta sahiplenirdi.
Neyse.. Lafı uzatmadan, sözü Esra'ya bırakayım, bir kere daha "İmamoğlu Başkan bu sese kulak ver" diyerek.
"Bu sese kulak ver ama hemen ver, Başkan.." Bugün ayın sekizi.. BKM İstanbul Festivali 13 Ekim'de başlıyor. Yani topu topu 5 gün var.. Ayrıca merak etme.. BKM senden para mara istemeyecek..
İstedikleri..
Merak ediyorsan ve randevu verip davet edersen, onlar anlatırlar..
..Ve Esra!.
*
7'den 70'e hepimiz ülkemizin fay hattı üzerinde olduğunu biliyoruz. Son çeyrek yüzyılda 17 Ağustos 1999, depremin bizde felaket olarak yaşanabileceğinin en acı kanıtı oldu. Binlerce kayıp verdik, hayatta kalanların unutulmaz travmaları var.
Bu son günlerde, 26 Eylül'de Silivri merkezli olup, İstanbul'da da hissedilen 5.9 büyüklüğündeki sarsıntının etkisiyle; yazılı, görsel ve sosyal medyada gündem konumuz yeniden deprem, daha doğrusu "Deprem korkusu" haline geldi. Depremden nasıl korunulur?
Çantamız nasıl hazır olmalı? Acil deprem toplanma alanları nerede? Binaların güvenilirliği ne durumda gibi sorular arasında boğuluyoruz.
Boğuluyoruz da, aslında çok uzun zamandır toplum psikolojisi olarak ne kadar dipte olduğumuzu, hemen her gün yaşanan kadın ve çocuk cinayetlerinin, 3. sayfa haberi ya da reality showlar ile ana haber bültenlerinde sunulan aile içi şiddet öykülerinin, hayvan işkencelerinin, trafikte, sokakta, asansörde sürekli asık suratla gezmenin, kısacası toplumda biriken negatif enerjinin bizi depremden beter, hem de kimseyi ayırt etmeksizin yok ettiğinin farkında değiliz.
Yer altından ne zaman geleceği belli olmayan doğal afetin korkusuyla hayatımızı zindan ederken, yerin üzerindeki sürekli yıkımı hissetmiyoruz bile.
Evet Hıncal, senin de dediğin gibi asıl deprem bu!
Üstelik fay hattında oluşması muhtemel büyük veya küçük depremi önleyecek zerre gücümüz yokken, toplumda oluşan sallanmayı yok etmek elimizde.Seni ziyarete geldiğimizde, İstanbul Komedi Festival'ini anlatmaya gelen sevgili Necati (Akpınar) ağabey ve A takımı olarak nitelendirdiği beraberindeki ekibin gözlerindeki inancı gördüm.
BKM gibi bu ülkeye koca bir değer ve marka katan sevgili Necati ağabeyim, inanılmaz bir heyecanla "Biz bu insanları güldürebiliriz, mutlu edebiliriz, bu festivali büyütüp ülkeye mal ederek, hem genç yetenekleri çıkarırız, hem de herkese ulaşabiliriz" diyordu..
..Ve bunu, nerdeyse iki saate yakın, bunca kimliğine ve gişe rekorları kıran filmlere attığı imzaya aldırmadan, bir amatör gibi heyecanla anlatıyordu.
Dünyada pek çok örneği olan komedi festivallerinin ülkemizde son birkaç yıldır yapılıyor olması ne kadar güzelse, bundan haberimizin olmaması; gülmeye herkesten çok ihtiyacı olan bizler için o kadar üzücü.
Depremde, binanın kolonları ne kadar önemliyse, yerüstü depremlerine karşı da, toplumun kolonları olan insanın mutluluğu, gülmesi ve neşesi de o kadar önemli.
İstanbul Komedi Festivali süresince İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, tüm ilçe belediyelerinin siyaset üstü davranarak ortak bir paydada buluşması, bu güzelliğin gülmeye muhtaç İstanbul halkına özenle tanıtılması en büyük temennim.
Salgınlar bulaşıcıdır. Gerginlikler bulaşıcıdır. Ama gülme, neşe, keyif ve mutluluk da bulaşıcıdır.
Bu değeri bize armağan eden, mutluluğu bulaştırmak için sonsuz çaba harcayan öncelikle Necati ağabeyim ve tüm BKM ekibine, süreçte katkısı olan tüm sanatçı ve genç yeteneklere bin teşekkür..
***
Terim'e değil Selçuk'a "İnan!.."
Bir zamanlar "Seba gitsin, Ahmet Dursun" diye kelimeoyunu yapardı Beşiktaş tribünleri.. Hala "en utanç veren" tribün sloganı olarak hatırlanır..
Bugün, özellikle de Gençlerbirliği maçından sonra ben tribün lideri olsam, başlıktaki sloganı dağıtırdım, Ultraslan(!)a..
6 maçta bir düzine gol yiyen lig sonuncusu Gençlerbirliği'ne gol atamayan bir Galatasaray'dan söz ediyorum.
Sanırsınız ki, Gençler kalecisi mucizeler yarattı.. Direkler zangır zangır sallandı ama, uçkur dokuz yerden koptu.
Hayır!.
Şu utanç istatistiğine bakın.
Maç başı ortalama 2'den düzineyle gol yiyen Gençler kalesine Galatasaray, koskoca Galatasaray, Aslan Galatasaray 1, yazı ile "tek bir" isabetli şut atmış. Maç boyu toplam şutu da 6! (Altı).. Sonuncu Gençlerbirliği 9'u isabetli, tam 20 (yirmi) şut atarken.. Sebep..
Fatih Terim'in o utanç verici, futbol oynamayı değil, oynatmamayı esas alan, "Yenemiyorsan yenilme" taktiğinde, gol için oynamak, şut atmak için oyun kurmak yok ki!.
"Düzine ile gol yiyen lig sonuncusuna 90 dakikada tek isabetli şut.." Sadece bu "utanç" istatistiği benim bildiğim Fatih Terim'in istifası için yeterdi.
Galatasaray'ın oynadığı rezil futbola bakmadan, sezon başından beri, en son da Başkan Mustafa Cengiz'e kadar herkesi itham eden, ama kendisinde asla kabahat bulmayan, "Ben transferi yanlış yönettim. Ben yanlış adamları adam sanıp kilit adam yaptım. Ben yürekten Galatasaraylı, takım için canını vererek oynayanları öldürüp, küstürüp, sadece kendileri için sahneye çıkan sahtekarlara inatla ve ısrarla forma verdim. Ben içimdeki korkular yüzünden taktiğimi hep gol yememek üzerine kurdum. 'Bir tane atarsak yeter' diyerek hücumu unuttum.
Ben oyunu okumayı unuttum. Maçlara yanlış anlarda, yanlış değişikliklerle müdahale ettim" demeyen, diyemeyen Fatih Terim'in istifa zamanı çünkü.
İnat.. Israr ve iflas..
Şimdi "Ben bittim.. Çok yorgunum.
Kafaca çok yorgunum. Bir süre dinlenmem lazım Galatasaraylılar. Bana müsaade" deme zamanı.
Galatasaray'a bir lider lazım şimdi.
Fenerbahçe o lideri bulmak için Emre'yi transfer etti. O lideri bulmak için Volkan'ı, Ersun'un yanına aldı.
Galatasaray'ın lideri ve kaptanıydı Selçuk.. Fatih Terim öldürdü, yok etti.
Buna rağmen nasıl bir lider olduğunu, Terim'in onu mecburen oynattığı Gençler maçında da gösterdi. Mecburen.. Çünkü, Seri son anda hastalanınca, Selçuk 42 gün sonra forma giydi. O, Terim'in yok etmek için her şeyi yaptığı Selçuk gene de lider oldu, Galatasaray'a.. Takımı içerden yöneten, oyunu kuran, kanatlara yayan adamdı.. Ama Terim onu gene oyundan aldı. Çünkü oynatırsa, 3 maç üst üste forma, yani "Güven" verirse o Selçuk, evladı manevisi, sadece kendisi için oynayan, top rakipte iken sahada sadece yürüyen, kaptırdığı topla rakip gole giderken bile yürüyen, en başardığı iş, hakem kandırmak olduğu için, penaltılık pozisyonlara VAR'ı bile bakmaz hale getiren Belhanda'sının yerini alırdı, Maazallah!.
Peki ya Fatih Terim'in Milli Takım'a tek adam veremez hale getirdiği Galatasaray'dan, Fatih Terim'e rağmen bu defa Milli Takım'a çağrıldığının ertesi günü ilk 11'e koymadığı, takım sahada sapır sapır dökülürken bile oyuna almadığı Ömer Bayram'a ne demeli?.
Bu konuyu üç gün üç gece yazar konuşurum.
Ama lafı uzatmaya gerek yok..
Fatih Hocam!.
Kovulmayı, ıslıklanmayı bekleme.. Sen Galatasaray tarihinin en büyük yıldızlarından birisin.. "Büyük" çekilmeyi bilen adamdır. Zamanı gelince çekilmeyi bilen..
Bir öz eleştiri yap.. Bir dinlen.. Bir düşün.. "Nerde yanlış yaptım ben" diye düşün.. Cevabını kendi kendine ver..
Ondan sonra dönersin.. Ondan sonra gene zaferlerle, gene omuzlarda dönersin.
İnanıyorum..
Ama bugün, çok sevdiğim sana değil Hocam, "Selçuk"a "İnan"ıyorum!.
***
Halimize bakın!.
Üniversite öğrencisi Arda Ayten adlı gencimiz, İstiklal Marşı'nın tamamını ezberden okudu diye, sosyal medyada zirveye çıktı. Gündem oluşturdu.
Üç gündür onu konuşuyoruz..
Bir ülkede, bir gencin kendi Milli Marşı'nı ezber okuması gündem oluyorsa, buna sevinmeli mi, utanmalı mı, iyi karar vermeliyiz..
İstiklal Marşı, Mehmet Akif'in "O dizeler bana değil, milletime aittir" dediği ve Safahat adlı kitabına almadığı "Kutsal" şiirdir.
İstiklal Marşı'nı "Bir" değil, "Her" Türk ezber bilmelidir. Ben çocukken öyleydi.
Bandırma'da, daha ilkokul üçteyken, ezber bilirdik biz, 10 kıtayı da..
Okuyan değil, "İyi" okuyan, okurken heyecanını yaşayan ve yaşatanlar efsane olurdu ancak, okulda ve şehirde..
Çünkü o zaman "Milli" Eğitim vardı, gerçekten.. Lafla değil, özüyle "Milli" eğitilirdik...
O zaman Gençliğe Hitap da ezber bilinirdi. Hatta 10. Yıl Nutku'nu ezber okuyanlar vardı.
"Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir." Şimdi "Milli" demek ayıp. Hele "Türk Milleti" demek tümden ayıp, nerdeyse.
"Vay Milli Marşı ezber biliyor" diye şaşan değil, "Milli" olmaktan korkmayan, utanmayan, "Milli" dedi diye hakarete uğramayan, O 10 kıtanın 10'unu da benimseyen, yüreğinden haykıran, tüm "Milli" günlerde coşan ve coşturan bir Millet olmamız özlemiyle!.
Ne mutlu "Türküm" diyene!.
***
Sevdiğim Laflar
"Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa yarını kaybederiz." Churchill
Tebessüm
Kadın sağlıklı yemek hastasıydı ve her gün dünyanın en tatsız şeylerini koyuyordu masaya.. Bir akşam yemeğinde kocası gene mırın kırın ederken, sözünü kesti..
"Benim yemeklerim sayesinde yüz yıl yaşarsın.."
"Hayır!. 100 yıl yaşamam" dedi adam, "Ama, 100 yıl gibi gelir, kesin!."