Bu pazar sizlere tam 26 yıllık, yani çeyrek asırlık bir yazımı sunuyorum.. 28 Ağustos 1993'te bu köşede yayınlanmış..
Özellikle günümüz gençleri okusun..
Mesela bu pazar köşesini hazırlamak için cuma öğleden sonra gelip garaj katından bindiğim asansöre, yolda katılan ve içeri girerken, suratıma bile bakmadan gözlerini ya telefonlarına, ya asansör duvarlarına diken, geçin Allah'ın selamını almayı, ya da vermeyi, ayni binada çalıştıkları bir kurumdaş, meslektaş ve ağabeylerinden bir hafif gülümsemeyi bile esirgeyen o altı genç kız okusun..
Okusun da birisi bana anlatsın bu "İnsansızlık"larının sebebini.. Selamını almadıkları ve vermedikleri "Allah Rızası" için anlatsın!.
***
Eski İspanyol haritacıların sevgilileri, harita çizilirken
"Benim için de bir ada çiz" derlermiş. İspanyol haritacısı da sevgilisi için gerçekte olmayan bir ada çizermiş. Eski İspanyol haritalarında böyle
"Sevgiliye armağan adacıklar" olurmuş.
Kristof Kolomb bir deniz seferinde, haritadan anlayan bir İspanyol'a gemide suların azaldığını, haritada görülen şu adacıkta içme suyu bulunup bulunmadığını sorunca İspanyol gülümsemiş..
"Efendim, o adanın var olduğunu sanmıyorum. Onu çizen haritacı sevgilisine çizmiştir" demiş de
gerçek ortaya çıkmış.
Akşit Göktürk'ün
"Edebiyatta Ada" yapıtını okuduğumda çok gülmüştüm. Sevgilisinden
"Haritada bir ada" isteyen İspanyol kadını da o
adayı armağan eden İspanyol haritacısı
da ne güzel bir şey yapmışlar.
İngiliz Kralı Edward da sevdiği kadına bir
"Krallık" armağan etmiştir de nice kadını heyecandan titretmiştir.
Mrs. Simpson için krallığından vazgeçmesi zamanının
Leyla-Mecnun öyküsünü yaşatmıştır.
Çizecek haritası olmayanlar, vazgeçecek krallığı olmayanlar ne yapsın?
Bütün bunlar sembol değil mi?
Haftalardır görmediğimiz bir dosta bir kart göndermek aklımızdan bile geçmez.
"Aynı kentteyiz, nasıl olsa yakınız" diye düşünürüz. Oysa değilizdir.
İnsan insanı kaybediyor. Ve bulamıyor.
Aynı kentte olsa da. Aynı semtte olsa da. Aynı evde olsa da.
Sonra da soruyoruz.
"Neyim var, ne oluyor, eksiklik ne?" Eksilen
insan. Ve kendimiz.
Bir haritaya bir ada çizip de
"Bu senin adan" demeyi unutuyoruz. Oysa herkesin bir adası olabilir. Denizler öyle büyük ki. Duyguları unutuyoruz. Düşünceleri, sevgiyi, sözleri, dokunuşları, davranışları, dostluğu unutuyoruz.
Vermeyi unutuyoruz. Kendimizi beklemeye alıştırıyoruz. Sonra da neyi beklediğimizi unutuyoruz. Eksiliyoruz. Neden eksildiğimizi bilmeden.
***
"Erdal Atabek'in "Kırmızı Işıkta Yürümek" adlı kitabından
bu küçük kısmı
neden gönderdiğimi
merak ediyorsanız söyleyeyim"
diyor okur Pelin
Ünsal mektubunda..
"İnsanlara yazmak mesaj iletmek hoşuma gidiyor. Yazı yazmak hoşuma gidiyor. İnsanların yazdıklarımı okuduktan sonra gülümseyeceklerini tahmin etmek daha da hoşuma gidiyor.
"Kısacası
Hıncal Ağabey, siz bizlerle yazılarınızda, düşüncelerinizi paylaştıkça benim de karşılığında bir şeyler yazasım geliyor.
"Türkiye'de terörün alıp başını yürüdüğü bir ortamda bu
"ada" hikayesini duymak hoşunuza gider diye düşündüm."
Hem de nasıl,
Pelin.. Hem de nasıl?...
Teşekkürler bir yana, herkes okusun diye aynen yayınlıyorum da, işte!.