Dostum, kardeşim Erdoğan Karatay'ın çok sevdiğim bir yanı var. Doktor Frankfurt'ta yaşar. Her Alman doktoru gibi iyi de kazanır. Ama kazandığını çok iyi yer. Dünyayı gezer. Gençken, yürürken, koşarken, zevk alırken dünyayı gezer. Görmediği yer kalmadı desem yeridir. Geçen hafta, eşiyle Uzak Doğu'daydı. Malezya'da.. Öyle şaşmış ki gördüklerine.. Bana anlattı bir maille..
Siz de okuyun, siz de şaşın diye, köşeme aldım.
***
Bundan bir kaç yıl önce
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında, "
Türkiye'yi Malezya'ya çevirmek istiyor!" şeklinde suçlamaları çok sık duyuyorduk. İnananlar da çoktu. Bilgisi olmadan fikri olmak ne kadar kötü şey, gittim, gördüm..
Şimdi diyorum ki: "
Keşke Malezya gibi olabilsek!"
Dünyanın bir çok ülkesini gezmiş olan ben
Malezya'yı görmemiş, önceliği başka ülkelere vermiştim. Bu yılki uzak doğu tatil programımıza Malezya'yı da aldık, üstelik çok görmek istediğim
Borneo Adası'nı da dahil ederek.
Borneo Adası kuzeyinde Malezya ve Brunei Sultanlığı, güneyinde ise Endonezya topraklarından oluşur. Bu seyahatimizde sadece kuzey bölümünü gezdik
Borneo Adası'nda ilk durağımız
Savarak eyaletinin başkenti Kuching. Yaklaşık 32 milyon nüfuslu Malezya, eyaletler sistemiyle yönetiliyor.
Toplam 16 eyalet var.
Aslında Malezya bir krallıkla yönetiliyor gibi düşünülse de, ülkede çok partili, laik demokratik parlamenter bir sistem hakim. Kral sadece ülkeyi temsil ediyor.
Kuching, büyük bir kent havası vermiyor ancak oldukça sevimli ve insanları son derece güler yüzlü.
Alandan arabaya bindik.. Bir süre sonra kafamı kurcalayan bir şey var, ne olduğunu çıkaramıyorum, bir şey eksik.
İlk sabahımızda arabayla yarım saatlik mesafedeki bir balıkçı köyüne geçiyoruz.
Trafik çok düzgün, gittiğimiz köy de dahil, herkes trafik kurallarına harfiyen uyuyor.
Köyden tekneye bineceğiz ünlü
Bako Ulusal Parkı'nı görmek için. Bako'yu bu
kadar ünlü yapan, orada yaşayan çeşitli maymun
türleri, özelikle uzun burunlu maymunlar. Harika bir deneyim, harika korunmuş ormanlar, doğal ortamlarında yaşayan bir sürü hayvan. Ertesi gün orangutan rehabilitasyon merkezini ziyaretten sonra, ikinci durağımız olan
Brunei Sultanlığı'na geçiyoruz. Singapur'dan sonra dünyanın en zengin ikinci ülkesi Brunei.
Otelimiz inanılmaz güzel.. Tesadüfen
Malezya ve Brunei krallarının ortak yemeğine denk gelip, ikisini de görme fırsatı buluyoruz.
Brunei petrol yataklarıyla ünlü, bağımsızlığını İngiltere'den çok geç kazanmış bir ülke, halkının yüzde 99'u Müslüman. İnsanlar son derece mutlu, Ülkede işsizlik sıfır. Sağlık gibi temel hizmetler bedava, gelir vergisi ödemiyorlar. Halkın çoğunluğu memur olarak çalışıyor. Diğer işler için yurt dışından misafir isçiler getirtiliyor.
Her şey tıkır tıkır işliyor. Bu ülkeye gelip ünlü
Ömer Ali Seyfettin Camisi'ni görmemek olmaz. Gece gerçekten çok ihtişamlı duruyor.
Ertesi sabah ülkeyi terk etmeden önce, dünyanın en büyük su üstündeki balıkçı köyünü geziyoruz.
Su üstünde bir şehir. Okulları, karakolları, marketleri, camileri, hatta hapishaneleri su üstünde, inanılmaz bir deneyim bizim için. Havaalanına giderken kafamı kurcalayan şey, yine aklıma takılıyor.. Ne eksik yahu?..
Başkent
Bandar Seri Begawan'in küçük ama sevimli ve son derece düzenli havaalanından bir sonraki durağımıza geçiyoruz, Malezya'nın
Sabah eyaletinin başkenti Kota Kinabalu'ya, yani adanın kuzey doğusuna.
Kafamı kurcalayan şey yine sinyal veriyor, bir şey eksik, ama ne? Buradan hemen tekneyle, üzerinde sadece iki otel bulunan
Gaya Adası'na geçiyoruz, dinlenmeyi hak ettik.
Tam beş gece harika deniz ve kumun tadını çıkardıktan sonra Malezya'daki son durağımız, başkente uçuyoruz.
Uluslararası havalimanı şehrin oldukça dışında, yoğun ama düzenli bir trafik dikkatimi çekiyor.
Trafik kurallarına uymayan tek bir araca rastlamıyorum bir saatlik yolculuğumuz boyunca,
ne bir hatalı sollama, ne de emniyet şeridinin
işgali. Aklıma senin İstanbul'da yıllardır -bence
tek başına verdiğin trafik mücadelesi geliyor.
Şehir merkezine geldiğimizde muhteşem gökdelenler hemen dikkat çekiyor, ancak şehrin genel yapısıyla öyle uyumlu ki, hiç bir rahatsızlık vermiyor insana. Otoyoldan çıktıktan sonra sağa dönecek iki şeritten birindeyiz, kimse en soldan gelip sağa dönmeye, araya
magandavari bir şekilde girmeye, iki şeritte uygarca bekleyen diğer araçlardaki insanları enayi yerine koymaya yeltenmiyor. Yine aklıma sen geliyorsun ve gülümsüyorum.
Otele geliyoruz, o kafamda beni rahatsız eden, daha doğrusu eksikliğini hissettiğim şey yine kendini belli ediyor. Ne eksik?.
Ne eksik bu ülkede?
Ertesi gün sabahtan akşama kadar şehri geziyoruz rehberimiz eşliğinde.
Bu kadar modern bir kentte tarih çok iyi korunmuş. Şehrin tarihi dokusuna ufak dokunuşlar yapılmış belki ama, sadece koruma amaçlı.
Tarihi yapıların, tarihi dokuların, eskinin korunması konusunda benim için
İtalya rakipsizdir.
İtalya'nın her köşesini ezbere bilirim ve bu güzel ülkeyle bu konuda dünyada hiç bir ülke yarışamaz diye de iddia ederim.
Fakat
Kuala Lumpur da hiç fena değil. Tarihi camiler ki bunların başında 1907'de inşa edilmiş olan
Jamek Camisi'ni sayabiliriz. Sinagoglar, tapınaklar, kiliseler, bazıları üstelik birbirlerine çok yakın.
Nüfusunun
yüzde 60'ının Müslüman olduğu bu laik ülkede, herkes birbirine saygılı,
ister din olsun, ister örf adet olsun, ister kılık
kıyafet olsun, inanılmaz bir uyum ve hoşgörü söz
konusu.
Kimse kimsenin yaşam tarzını eleştirmiyor, şehrin merkezinde de, en ücra köşesinde de muhteşem bir armoni hakim.
İsteyen istediği kültürü yaşıyor, şimdiye kadar çok az ülkede gördüğüm bir hoşgörü bu.
İnanılması güç bir şey daha söyleyeyim: Şehrin göbeğinde oldukça büyük bir
YAĞMUR ORMANI var, evet yanlış anlamadın yağmur
ormanı. Arazisi o kadar değerli ki, oraya onlarca
gökdelen yapılabilir aslında..
Ama bunun hayali bile yok insanların kafasında,
şehrin akciğerlerine dokunmaya kimse cesaret edemiyor.
Ayrılma vakti geldiğinde, şehre gülümseyerek bakıyorum ünlü ikiz kulelerin, Petronas kulelerinin tepesinden.
Aracımıza binip alana doğru giderken, bir
KORNA sesi duyuyorum. İşte o anda kafamdaki soru işaretinin cevabını buluyorum.
Bu ülkede eksik olan
korna sesi.
Hemen rehberimize soruyorum: "
Malezya'ya adım attığımdan beri, burada olsun, Borneo'da olsun hiç korna sesi duymadım, cezası herhalde çok çok yüksek olmalı?"
"
Hayır" diyor rehber, "
Ülkemizde korna çalmak kanunen yasak değildir!"
"
Nasıl" diyorum, "
Peki neden bu araç sürücüleri neredeyse hiç kornaya basmıyor?"
Cevabını unutmam mümkün değil..
"
Bu ülkede insanlar birbirlerine son derece saygılıdırlar ve zorunlu haller dışında asla korna çalmazlar."
Kuala Lumpur Uluslararasi Havalimanın'ndan
uçağımız yedi saatlik uçus süresi için havalanırken,
"
Keşke" diyorum, "
KEŞKE MALEZYA GİBİ OLABİLSEK!."
***
Doktor yazısını şöyle bitiriyor.
"Bu seyahatimizin son durağı
Japonya.
Japonya'dan da mı bahsedeyim?
Bence boş ver, Japonya'dan hiç ama hiç bahsetmeyeyim, çünkü..
..çünkü
Japonya bu gezegenin bir ülkesi değil!"