Pazar günleri, eski pazar yazılarımdan seçmeler verme geleneğini, bugünkü kuşakları da dikkate alarak sürdürüyorum. 10 Eylül 1994'te yayınlanan bu yazımı, özellikle her sabah asansör beklerken, ya da asansör içindeyken, birbirlerinden "Allah'ın selamı"nı bile esirgeyen meslektaş ve güya Sabahtaşlarıma ithaf ediyorum. Okumalarında yarar var.
***
Bu gerçek öyküyü
Readers Digest'te okudum. Siz de okuyun
istedim..
***
33 yıl önce, Teksas,
El Paso'da, her sabah erken saatlerde aynı otobüse binerdik hepimiz.. Uyku mahmuru inşaat işçileri.. Aramızda bir tek yaşlı adam vardı. Dağınık, bakımsız bir yaşlı adam. Her sabah gelir, şoförün arkasındaki koltuğa oturur, hiç ses çıkarmadan giderdi.
Kent merkezinde bir
Yaşlılar Evi vardı. Gazete kitap okudukları, radyo
dinledikleri, yemek yedikleri.. Onun
önünde inerdi.
Yaşlı adama kimse aldırış etmezdi bile. Zaten kimse kimseye aldırış etmezdi. sessiz sedasız, eksik uykumuzu tamamlar gibi giderdik, şehre.
Yaşlı adam, bir temmuz sabahı, kapıdan bir başka girdi. Şoföre tebessüm etti, kafası ile selam verdi. Şoför de onu başı ile selamladı. Biz gene aldırmadık.
İhtiyar, ertesi gün otobüsün basamaklarını zıplayarak çıktı. Bu defa hepimize güldü...
"Günaydın hepinize arkadaşlar" diye bağırdı. İçimizden
bir kaçı homurtu ile karşılık verdi..
"Günaydın.." Ertesi haftalar durum iyice değişti.
İhtiyar artık ütülü elbise giyiyor, eski ama şık bir kravat takıyor saçlarını dikkatle tarıyordu.
Hepimize bir şeyler soruyor, bir şeyler anlatıyordu. Biz de onunla konuşur olmuştuk. Bir sabah otobüse kucağında bir demet kır çiçeği ile bindi.
Şoförümüz güldü..
"
Kendine bir sevgili buldun galiba Charlie.."
Adı Charlie
miydi, gerçekten
kimse bilmiyordu. O da aldırmadı.. Utangaç bir tavırla başını eğip, evetledi, şoförü.. Bizler sevinçle ıslık çalıp, alkışladık.. Charlie eğilip hepimizi selamladı ve gitti yerine oturdu.
Ondan sonra artık her gün Charlie otobüse çiçekle geldi. Biz de zaman zaman sağdan soldan çiçek koparıp getirdik, Charlie'nin buketine eklemek için..
Otobüsün havası değişmişti artık. Herkes birbiri ile ahbap olmuştu. Birbirimizle konuşuyor, şakalaşıyor, gazeteleri değiş tokuş ediyorduk. Yapraklar giderek sararmağa başladı. Sonbahar geldi.
Bir gün Charlie her zamanki durağından otobüse binmedi. İkinci, üçüncü gün de yoktu.
Hasta mıydı acaba? Yoksa.. İyimser bir tahmin yaptık, "
Tatile çıkmıştır" diye.
O cuma sabahı, otobüsümüz Yaşlılar Merkezi önüne geldiğinde, çocuklardan biri şoföre "
Dur ve bekle" dedi.
İndi gitti. Nefesimiz tutulmuş bekliyorduk.
Evet.. Charlie'yi hepsi tanıyordu. Adı
Mr. Day'di. Sağlığı yerindeydi, ama o hafta merkeze gelmemişti.
Hafta sonunda çok özel bir arkadaşını kaybetmişti. Pazartesi günü yeniden gelmesi bekleniyordu. Pazartesi sabahı Charlie durakta bekliyordu. Beli biraz daha bükülmüş gibiydi. Rengi biraz soluktu. Kravatı yoktu. Elbisesi ütüsüz, saçı dağınıktı. Gene ilk günkü haline dönmüştü. Sessizce gidip yerine oturdu.
Otobüsün içi bir kilise sessizliğindeydi.
Hiç kimse hiçbir şey konuşmadı.
O sert, o güçlü inşaat işçileri bizler, yol boyu yaşlı gözlerle, öylece oturduk..
O yaz, yaşantımıza dokunup geçen sihiri düşünüyorduk hepimiz, ellerimizde kalan güz çiçekleriyle..