Gecenin yarısı geçeli bir saat olmuş.. 72 yaşındaki adam üç saattir söylüyor ama hala yeni başlamış gibi dipdiri.. Hala söylüyor. Hala karşısındaki 5 bin kişi de onunla söylüyor.. Ayni şarkıya 70 likler de eşlik ediyorlar, 7 yaşındaki çocuklar da..
7'den 70'e, herkes ayakta.. Herkes tempo tutarak, dans ederek, zıp zıp zıplayarak eşlik ediyor.. Ben 80 yaşındaki Hıncal dahil..
Normalde o saatte ben kırkıncı uykuda olurum oysa..
En az dört kuşağa şarkılarını ezberletmek, en az dört kuşak boyu zirvede kalmak ne demektir?.
Ben bilirim..
Çünkü onunla ayni yıl, 1969'da bu dünyanın içine girdim. O şarkıcıydı, sahnede.. Ben Modern Folk Üçlüsü meneceri olarak sahne arkasında..
Kimler, kimler gördüm.. Kimler kimler tanıdım..
Ama bu adamın yaptığı başka..
Bu adam kısa zamanda çıktığı zirvede 50 yıldır duruyor..
Sahnede, arkasındaki ekranda "50. Sanat Yılı" yazıyor..
Anlatmaya yetmez. Her sanatçının 50. Yılı olabilir.
Bu adamın ki, "Zirvede 50 Yıl!."
Erol Evgin!. Benim arkadaşım, kardeşim, dostum Erol!.
50 yıldır, zirvede..
***
Çocukluğumun en güzel anılarıdır.. Yaz gelince, köye, babaanneme giderdik, ağbimle.. Genelde, ipek böceği için yapılmış dutluk aşağıda, üzüm bağları yukarda dev bir bahçemiz vardı, köyün kenarında. Ortada da meyve ağaçları.. Ağbimle benim tırmanıp, üstümüzü, başımızı leke içinde bırakarak, dalından koparıp yediğimiz meyveler.. Meyve ile kalsa iyi.. Üstüne babaannemden de fırça yerdik, o ayrı.. Midemizi de bozar, hasta olurduk çünkü..
Bahçede iki muhteşem kiraz ağacı vardı ki, "Tam dalları bastı kiraz!."
Nerdeyse ceviz büyüklüğünde kirazları, köydeki malların başında duran eniştem İstanbul'a yollardı. İki taka dolardı, Bandırma iskelesinde, bizim iki ağacın kirazından. Bereketi anlayın.
"Köy.. Kiraz" lafları özdeştir, hafızamda..
Yıllar yıllar sonra, bir köyde daha kirazlarımla buluştum.
Polonezköy'de..
Erol Evgin'in bahçesinde.. Sezen'le Ahmet Utlu da vardı. Daha başka dostlar da.. Emel, sevgili Emel, can Emel, hani o 50 Yılın içinde, gölgede durarak lambayı tutan Emel, ne güzel ağırlamış, Erol da hepimizin bagajlarını sepet sepet kirazla doldurup uğurlamış, akşam bizi..
Unutulmaz bir pazardı. Abone oldum ondan sonra.. "Her yaz benim kirazım gelecek" dedim, Erol'a..
Geldi de..
Bu yaz gelmedi ama..
Açık Hava Kulisinde beni görünce koştu. Sarılıştık.. Hemen sordum..
"Kiraz mevsimi geçti, nerde kirazlarım?."
"Bu yıl olmadı kiraz" dedi..
Baktım.. 50 yıl sonra Erol'da ilk kez hafif bir göbek var.. "İnandım" dedim.. "Bu yıl sen de yememişsin, bak hafif göbek var, ilk defa.. Bol kiraz yesen, kiraz sapı gibi olurdun şimdi!." (İzmir yollarında Bircan Ramiz'den öğrendiğim lafı iyi satmışım değil mi?.)
***
Tesadüfe bakın..
Tam ama tam bu satırda, Şehri Bacı, her gün yaptığı gibi, öğün arası meyve tabağımı getirdi, bilgisayarın yanına koydu. Ne vardı tabakta?.
Kiraz!.
***
"Zirveye çıkmak kolay, ama 50 yıl zirvede kalanları sayın bana" dedim.. İşin sırrı, yukardan beri anlattıklarımda gizli..
Erol'un harika bir aile yaşamı var.. Harika da bir dost çevresi..
Başarıda en önemli unsurdur bu.
Özel yaşamında mutluluk, başarının temelidir.
Erol, beş erkek kardeşin dördüncüsü.. İstanbul Erkek Lisesi'nde okuyor ama, aklında fikrinde müzik var. Şarkı var.
Babası, beş oğluna üniversite bitirten babası, Erol'u da zorluyor okumaya. Baba lafı dinleyip gidiyor Güzel Sanatlar Akademisi'ne ve "Mimar" diplomasını cebine koyuyor, ama asıl o değil, "Baba lafı dinleme"nin getirisi.. Emel'i getiriyor, Akademi Erol'a.. O da orda öğrenci. Tanışıyorlar ve muhteşem mutluluk, Erol'u 50 yıl zirvede tutacak harika aile yaşamı "Baba lafı dinlemekle" başlıyor.
Kızı Elvan.. Yakından tanıdığım oğlu Murat!.. Torunlar.. Nasıl gıpta edilecek bir yuvadır o.. Nasıl muhteşemdir, Evginler!
***
Kurtuluş Savaşı yılları..
Mustafa Kemal, Ankara Garında, içinde tren işinin ayrılmazı telgrafın bulunduğu direksiyon odasında yatıp kalkarak savaşı yönetiyor.. Yorgun.. Halsiz.. Bitkin..
Uzak akrabası Fikriye, İstanbul'dan kaçıp geliyor. Platonik sevdiği Kemal'ine bakıyor.. Atam yatağında uzanırken, başında, onun çok sevdiği "Manastır'ın ortasında" türküsünü söylüyor hep, hafif sesle..
Erol yaşanmış öyküyü anlatırken, orkestra türküye giriyor ve Erol her zaman olduğu gibi, bir kez daha ağlatıyor beni..
"Manastır'ın ortasında
Var bir havuz!.
Bizim köy kızları
Hepsi de yavuz.
Biz çalar oynarız.."
Benim köyümün kızları da öyleydi. Kuyunun başında çalar, oynardık her gece..
Bu öykü, bu türkü, bu anılar.. Gel de ağlama..
Direksiyon Odası'ndaki uykusuz, rahatsız, yorgun günler, zaferle sonuçlanıyor..
Mustafa Kemal, 26 Ağustos'ta Ordusu'nun başına geçiyor..
Erol, Nazım'ın Kuvay-i Milliyesi'nden "Saatler"i okuyor..
"O saati sordu
Paşalar üç dediler"
diye başlayan..
"Nurettin Eşfak baktı saatına:
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz"
diye biten bölümünü Bandırma'da dinleye dinleye ezberlediğim çocukluk günlerimi hatırlıyorum bu defa..
Cumartesi gecesi, annemin kurduğu masanın etrafında toplanırdı Babamın edebiyatçı dostları..
Aslan Amca (Türkeş), Ahmet Amca (Ellezoğlu) ve babam, koro halinde okurlardı, Saatler'i ezberden. Üç Türk Milliyetçisi, başta bu yüzden hapislerde yatmış Aslan amca, zamanın en ünlü komünisti Nazım'ın şiirlerini sabaha kadar ezber okurlardı, biz de ağbimle içki masasına oturmamız yasak olduğu için kenarda divana sıkışır dinlerdik onları.. Salkım Söğüt'ü, Bahri Hazer'i öyle ezberledik, o yaşımızda.
Fikirler başka başka olsa da, vatan birdi.. Ülke birdi.. Ulus birdi!.
Kurtuluş Savaşını ve Mustafa Kemal'i en güzel, en coşkulu anlatan şair hepimizindi.
Sanatın birleştirici gücü buydu işte!.
Mustafa Kemal'in Ordusu.. Altın Ordu'nun süvarileri, İzmir'in dağlarından, dört nala, Akdeniz'e iniyorlar.. İzmir'in üç yıldır, otları düşman ayaklarıyla, işgalci postallarıyla ezilmiş dağlarında "Çiçekler" açıyor..
5 bin kişi Erol'a eşlik ediyoruz..
***
Erol'un gücü bu işte..
Harika şarkılarını, harika anılarla süsler, coştururken, bir yandan da, yaptığı şakalar, unutulmaz, sahne ve turne anılarıyla güldürüyor.. Adile Naşit, Vasfi Rıza, Bedia Muvahit anılarını belki kırkıncı kez dinliyorum ondan ama her defasında "İlk" lezzeti veren bir ifade gücü var Erol'da..
Milletin gece yarısı saat birde, hem de üç saatten beri ayakta, tempoda, dansta olmasının sebebi bu..
Erol eğlendiriyor.. Alıp eline yoğuruyor.. Güldürürken ağlatıyor..
O da yorulmuyor, siz de yorulmuyorsunuz, her şey böylesine güzel olunca..
Teşekkürler Erol!.
Seninle, gündüz, gece, evinde, bahçende, Galatasaray'ın peşinde hele o 1999-2000 sezonunda Monaco'da Real Madrid zaferiyle biten muhteşem Avrupa deplasmanlarındaki beraberliklerimizin hepsi, ama hepsi harikaydı.
"Her konserinde" demek eksik olur, her gösterinde, o günleri hatırlıyorum. Çocukluğumu, yaşamımı hatırlıyorum.
Bir anılar denizinde yüzüyorum seninle Erol!.
Hangi deniz?.
Sen öyle bir Okyanussun ki, sevgili dostum!.