Nasıl sağlıklı bir yüz.. Nasıl neşeli bir ifade.. Nasıl gençleşmiş bir görünüş..
Hastanedeki odasına girerken, bu M.Ali'yi göreceğimi inanın aklımdan geçirmiyordum.
Aylarca yoğun bakımda kalan, beyni hasar görmesin diye aylarca uyutulan, serumlarla makinelerle yaşatılan M.Ali, oturduğu hastane yatağında nasıl keyifli, nasıl harikaydı..
Siz bu satırları okurken, evinde olacak inşallah!.
Onu 1974 yılında tanımıştım.
Hem de ne tanıma!.
Cüneyt Gökçer, Devlet Tiyatrosu tarihinin anıt oyunlarından Küheylan'ı sahneye koyuyor, kendisi de oynuyordu.
Peter Shaffer'in dünya tiyatrolarını sarsan oyununun başrolünde kim vardı, çok merak ediyordum..
Cüneyt Bey, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü ve Devlet Konservatuarı hocasıydı.
İki kurumu kucaklaştırmıştı.
Yeni mezunları hemen sahneye çıkarırdı.
Küheylan'daki o çok zor rol için seçtiği genç, yeni mezun M. Ali idi işte..
17 yaşındaki M. Ali Erbil!.
İlk gece ordaydım. Hem de Cüneyt Bey gibi bir davin yanında genç M. Ali büyüledi hepimizi..
Yankı dergisine oyunu yazarken, o M. Ali'yi anlatmakta yetersiz kaldığımı hatırlıyorum..
Öyle harikaydı.
Kafamda hep "Hamlet" vardı..
"İşte Danimarka Prensi Hamlet'i yaratacak genç adam tiyatromuzda" demiştim.
O hayalim bir türlü gerçekleşmedi..
Çünkü onu önce Egemen Bostancı keşfetti. İstanbul'un efsane Şan Tiyatrosu'nda efsane olan müzikallerde oynattı. Ordan televizyonlar kaptılar.
Tiyatroda para ay sonunu zor buldurur.. Oysa televizyon insanı zengin eder..
M. Ali bir daha tiyatroya dönmedi. Ekranların paylaşılmaz oyuncusu, sunucusu olarak nefes almadan çalıştı.
Kafamdaki "Dünya Çapındaki Oyuncu"yu sahnede artık göremez olduğum için bir ölesi tiyatrosever olarak ona çok kızdım. Çok kızdığımı yazdım da.. Ama hayat bu, ne yaparsınız..
Dostluğumuz hep devam etti.
Tesadüfe bakın.. Yıllar sonra, gene bir usta tiyatrocu Hadi Çaman dostum SABAH'ta bana geldi.
"O çok sevdiğin Küheylan'ı sahneye koyuyorum. Baş roldeki genç ilk defa sahneye çıkıyor. Gel izle mutlak" dedi.
Hadi'yi de (Nurlar içinde yatsın) çok severim. Koştum.. Yıl 1997!.
M. Ali'yi aratmayan bir genç izledim.
Alkışa doyamadım. Ama sahne onu da tutamadı elinde.. Para televizyondayken nasıl tutsun.
Onu da ekrana kaptırdı tiyatro..
Tolga Çevik!.
Maslak Acıbadem Hastanesi'ne giderken aklımda bunlar vardı.
Bir de kocaman soru işareti..
M. Ali'yi nasıl görecektim acaba?.
1973 yılının 13 Aralık'ında tam bir sene kaldığım, yaşama umudumu tamamen yitirdiğim, ölümlerden döndüğüm Ankara Gülhane Hastanesi'nden taburcu edildiğimde, ilk yaptığım iş hafta sonunda maça gitmek olmuştu..
Sevgili dostum kardeşim Cengo (Cenk Koray) da maçtaydı. İki kelime konuşabildik. Halim yok ki?.
Ankara'da Mithatpaşa'daki TRT Televizyonu altındaki berbere giderdik ikimiz de.. Ortak berberimiz Salih, Cengo'ya "Hıncal nasıl" diye sormuş..
Cengo "Evinde ölsün diye taburcu etmişler" demiş..
Haklı.. Beni gördüğünde 39 kiloydum. 1.80 boy ve 39 kilo.. Bir deri, bir kemik, sözlü anlamı ile..
Cengo "Sil Baştan" adlı yarışmanın sunucusu olarak seçilmişti.
Alelacele askere gidince, yerini ben almıştım. Böbrek ameliyatı için hastaneye girerken Cengo'yu aradım.
"İki hafta yokum" dedim.. "Sen idare ediver artık senin programı!." İki hafta yerine, bin aksilik, talihsizlikle, tonla ameliyat ve bir yıl kalınca Gülhane'de, Cenk Koray can kardeşim bitirdi, Sil Baştan'ı..
Şimdi hastane odamdaki tüm aynaları kaldırttığım halimi hatırlıyor ve korkuyla giriyordum M. Ali'nin odasına ki, işte bu harika suratı gördüm..
Dünyalar benim oldu, dostumu, arkadaşımı öyle görünce..
İçerde ilk eşi Muhsine ve kızı Yasemin de vardı..
"İlk günden beri başımdalar" dedi..
Ne güzel değil mi?. Böylesine sevilmek ne güzel..
Sohbet ettik..
Yaşadıklarının çoğunu bire bir yaşadığım için o kadar iyi anlıyordum ki onu..
"Hıncal inanır mısın" dedi, "Sol elimin parmağını oynatabilmek için sabahlara kadar dua ettiğim geceler oldu.."
Bilmem mi?. Bilmem mi, M. Ali?.
Sol elini kameraya, yani seyirciye uzatarak döndüren ve bu hareketi "M. Ali Erbil'in simgesi" yapan adam şimdi o parmağı oynatabilmek için dua ediyor..
Dualarını kabul etmiş Yüce Tanrım!. Onu sevenlerine bağışlamış işte!.
İşte karşımda, can dolu, hayat dolu, neşe dolu duruyor..
Daha gideceği yol çok.. Aylardır hastane yatağında yatmak, vücut kaslarını sıfırlar.
Yürümeyi unutur insan..
Ama artık evinde olacak!.
Evinde ve sağlıklı olmanın ne kadar güzel, ne kadar harika, ne kadar muhteşem olduğunu M. Ali bilir. Ben bilirim..
Hani lise kitaplarında okurken, güler geçerdik.
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi" demişti, Muhibbi!.
Yani "Muhibbi" imzası ile yazan Kanuni Sultan Süleyman..
Yani üç kıtayı kaplayan Osmanlı İmparatorluğu tahtını, sağlıklı alınacak bir nefesle değişmeye hazır olduğunu söyleyen adamın ne kadar haklı olduğunu öğrenmek için insanın damdan düşmesi gerekirmiş..
M. Ali!. Ben!. Damdan düştük.
Gittik!.. Geldik!.
Yaşadığımız, nefes aldığımız her anın kıymetini bilmek yetmez, "anlatmak için" geri geldik!.
Dünyamıza, aramıza, sevenlerine hoş geldin, M. Ali!.