Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Paris’te bir Sultan ve Türk Kafası..

2-0 lık galibiyetimizi yazan birinci sayfasına Kaan'ın ilk golü atan kafa resmini koyan ve üzerine de "Kafa (La Tete) başka yerde" manşeti atan L'Equipe'in yaptığı çirkin kelime oyununu yazmıştım, çarşamba günü.. Fransızlar "La Tete Turque" deyimini kafası boş, mankafa anlamına kullanırlar.. Avrupa'nın pek çok ülkesinde vardır "Türk Kafası" deyimi.. İspanyollar için Türk Kafası "Şamar oğlanı" demektir, mesela.. İngilizler ise "Türk Kafası"nı göz önünde kullanan millettir. Londra ve Manchester gibi büyük şehirlerde dolaşırsanız, bine yakın "Türk Kafası" tabelası görürsünüz, barların kapısında.. Sakın büyük bar zinciri sanmayın. Hepsi ayrı ayrı ailelere aittir ve altında biz Türkler için çok hazin bir gerçek yatar.. Haçlı Seferleri'nden elinde bir Türk kellesi ile dönen herkese, İngiliz devleti bir bar açma ruhsatı armağan etmişti, o zaman.. Haçlı seferlerinin çoğunu daha Kudüs'e varmadan önleyenler, Anadolu'daki Türkler olduğu için, Türk kellesi getiren ödüllendiriliyordu, yani.. Bu barlardan birisine girerseniz, nereye girdiğinizi bilin diye yazıyorum..
Ama en çok ve günlük dillerinde hâlâ aşağılayıcı "La Tete Turque" deyimini kullananlar, Türklere karşı hâlâ kuyruk acısı çeken Fransızlardır. Öyle ki, tarihte bunun skandal bir yaşanmışlığı da vardır.. Ülke dışına çıkan ilk Osmanlı padişahı Abdülaziz'di. Paris'te açılan ilk "Dünya Sergisi"ne (1867) davet edilmişti. Gitmeyi istiyordu Abdülaziz ama bir engel vardı.. Osmanlı geleneklerine göre Padişah'ın ayak bastığı toprak Türk ülkesi sayılıyordu. Nasıl olacaktı bu davete icabet.. Buldular. Abdülaziz'in ayakkabılarının altına Anadolu toprağı serdiler. Bu sayede, Padişah nereye gitse Osmanlı toprağına basmış olacaktı. 687 bin metre kare üzerine kurulan çeşitli milletlerin kendilerine ayrılmış pavyonlarındaki sergilerini, Abdülaziz, protokol dışında, sade bir vatandaş gibi, canının istediği gibi gezmek istedi ve yanına yaveri Halil Paşa'yı aldı. Pavyon pavyon dolaşırlarken, bir kenarda, kol kuvvetini ölçmeye yarayan hani o sirkler, panayırlar ve lunaparklardan bildiğimiz alet var ya, yumruk şiddeti ölçen, o çıkar karşılarına. Bir çubuktan sarkan, aşağı doğru genişleyen top. Vurunca karşısındaki levhaya çarpıyor. Altta da bir ölçü aleti var. O da yumruğun şiddetini gösteriyor. Abdülaziz, üzeri fes rengi bir kumaşla örtülü topun ne olduğunu sordu, işleten Fransıza.. "Türk Kafası, efendim" dedi adam sıkılarak. Abdülaziz, içi boş, sadece yumruklanmaya yarayan şeye "Türk kafası" denmesine üzüldü ama renk vermedi. "Halil Paşa" dedi.. "Vur bakalım şuna da, Türkün gücünü görsünler." Halil Paşa ceketini çıkardı, mintanın kolunu sıvadı ve öyle bir Osmanlı Yumruğu çaktı ki, top bir yana, paramparça olan ekran her yana gitti. Fransızlar şaşkına dönerken, Halil Paşa tarihlerin yazdığı lafını söyledi.. "Bu Türk kafası değil, Sultanım.. Öyle olsa bir yumrukta dağılmazdı. Bu Avrupalı kafası.." Abdülaziz'in bu gezisinden kalan bir başka büyük hikaye de ev sahibesi İmparatoriçe Eugenie ile yaşadığı bilinen maceradır. Ama o konuyu yazacak kadar tarih uzmanı değilim.. Araştırırken Murat Bardakçı'nın bu aşkı anlatan yazısını buldum. Bir hafta sonu, tarih uzmanı, gazeteci dostumun yazısını size nakledeceğim. Çünkü, Baltacı /Katerina gecesi gibi, efsane değil, gerçek bir gece yaşadı bu ikisi Beylerbeyi Sarayı'nda..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA