Bizanslılar biz Ankaralılarla dalga geçmek için Yahya Kemal'i kullanırlar.. İstanbul'u "Aziz İstanbul"u en iyi yazan üstada sormuşlar, "Ankara'nın nesini seversiniz" diye..
"İstanbul'a dönüşünü" demiş..
Yahya Kemal'in sebeplerini bilmem ama, ben de bu satırları yazmak için bilgisayarımın başına oturmadan önce öyle bir dönüş keyfi yaşadım ki..
Asansörün onuncu katta durması..
Yaso'nun koridorda çığlık çığlığa karşılaması..
"Günaydın.. Günaydın" diye..
Benim ona yıllardır değişmeyen klasik cevabım..
"Naydın!.. Naydın!.." Sonra sarmaş dolaş oluş.. Sonra o hem de nasıl özlediğim, nasıl burnumda tüten masama oturuş..
"Cansız masanın nesini özledin" demeyin.. Ben yazılarımı hep bu odada, bu masada yazdım.. Bu köşeye başka yerde yazılmış ve internetle yollanmış satırım girmedi..
Yani bu masa canlı.. Çünkü bu masada sizler varsınız!.
Yani yüz binler var..
Beni ben yapan, bana can veren, bu yaşta dimdik ayakta kalmamı sağlayan, bana yaşam keyfi, yaşam coşkusu ve yaşam hedefi veren sizler..
Sizler olmasanız, hiçtim.. Yoktum..
Beni ben yapan yüz binlere kavuşmanın keyfi ölçülür mü?.
Özlem en güzel duygudur.. Sevginin ölçüsüdür çünkü.. Ne kadar özlemişsen, o kadar seviyorsun demektir.. Bir değil, on, yüz, bin değil, yüz binleri özlemeyi varın hesaplayın artık..
İşte Şehri Bacı da, mis gibi kahvemi getirdi, masama koydu.. Pamuk ve Şehri Bacılar.. Her sabah o enfes kahveleri ile güne hoş başlamamı sağlar.. Keyifsiz, neşesiz gelsem bile, getirdikleri kahve sihirdir. Ehl-i keyfin keyfini tazeleyen sihir..
Fincanı yüzüme yaklaştırdım. Önce kokusunu içime çektim.. Kahve kokusuna karışmış özlemin kokusu bu.. Sizlerin kokusu..
Tazelendim işte..
Haydi o zaman Hıncal!..
Başla bakalım!.