Tarihi bir Antakya evinin, doğrudan orta bahçeye açılan bir odasında, bir masa etrafında toplandık.. Bize özel bir çay ikram ediyor, ev sahipliği yapan Abdullah Er kardeşim..
Efendim, bu bildiğimiz Ihlamur, Karanfil, Tarçın ve bilmediğimiz Hibiscus, karışımından oluşuyormuş bu çay. Abdullah kardeşim uzman biyolog.
Anlattı..
Hibiscus çayı "ekşi çay" olarak da bilinirmiş.. Kafeinsizmiş ve yüksek C vitamini içerirmiş. Bağışıklık sistemini güçlendirir, kan şekerini ve yüksek tansiyonu dengeler, iyi huylu kolesterolün yükseltilmesinde de yardım edermiş.
Hibiscus sadece Hatay'da yetişen bir bitki.. Sadece bir yerde yetişen ve yaşayan bitkilere "Endemik" diyorlar, Botanik biliminde..
Neler öğrendim neler..
Ülkemizde yaklaşık 12 bin bitki türü yetişiyormuş. Bunların 3 bin 500'ü endemik.. Yani Türkiye'ye has.. 2 bin 500 türü Hatay'da. Bunların da 350'si, endemik..
Hatay, tarihi, doğal güzellikleriyle bir Dünya Turizm Merkezi, günlerdir yazıyorum. Ama bir Turizm var ki, o hepsinden önemli..
Sağlık Turizmi.. Hatay her derde deva termal sularıyla ünlü bir.. Bir de işte bu içtiğimiz çay gibi onlarca yüzlercesi..
Hatay genelinde de 600'e yakın tıbbi ve aromatik bitki yetişiyor.
Hibuscus çayını içtiğimiz bu tarihi Antakya evi, işte bunun müzesi..
Hatay Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi'nin ağırlama odasında içiyoruz çayı. Etrafımız çepeçevre raflarla dolu. Raflarda Hatay'da yetişen bitkilerin özünden yapılmış suların şişeleri.. Her şişenin yanında adı ve ne işe yaradığı yazıyor ki, inanın Hatay'da şifa bulmayacak dert yok, bu sular sayesinde.. Ya içine girecek, ya içeceksiniz.
Hıdırbey köyünde dikilen bastona hayat veren Ab-ı Hayat, Hayat Suyu'nu anlatmıştım zaten geçen hafta.. O su, Hatay'ın hayat veren sularının simgesi..
Gezdiğimiz ve Hibiscus çayımızı içtiğimiz müzede 280 şifalı bitki sergileniyor..
Her derde deva 280 doğal ilaç yani.
Binanın kendisi de tam "Müzelik!.." En az 100 yıllık metruk bina aslına uygun yeniden yaşama döndürülmüş.
Önce okul, sonra düğün salonu, sonra mesken olarak kullanılmış. Sonra gene kaderine terk edilmiş ve harap olmuş.
2010'da Hatay Valiliği burayı satın almış. "Hatay Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi" olarak tasarlanmış, restore edilmiş. 2013'te de açılmış.
Hatay'da neye dönüp de "Ne güzel" demişsek altından Valiler çıkıyor..
Ne var ki yapılan yasal değişikliklerle İl Özel İdareleri Belediyelere devredilip, İller Bankası'yla ilişkiler kesilince, vilayetlerin kan damarı kesilmiş. Şimdi bir şey yapabilmek için bin türlü cambazlık gerekiyor.
Dönelim Hatay ve onun dünyaca ünlü sularına..
Tek hayal kırıklığım Harbiye oldu..
Harbiye, Antakya'nın hemen ötesinde bir mesire yeriydi, 50'li yıllardan hatırladığım.. Bazı pazar sabahları babam "Haydi Harbiye'ye gidiyoruz" dediğinde bayram yapardık. Harbiye çünkü, hayalimizde canlandırdığımız Allah'ın Cenneti'nin yer yüzündeki tanıtım yeriydi sanki.. Yamacın her yerinden sular fışkırıyor, minik dereler, minik şelaleler oluşturuyordu. Çocuklar için bundan güzel oyun alanı olur mu?.
Annem getirdiği örtüyü serer, üzerine hazırladığı piknik sepetini koyardı.
Akşama dek yer, içer oynardık, o muhteşem suların ve yeşilliklerin arasında..
Buz gibi ve de mis gibi yer altı sularıydı, Harbiye'yi cennet yapan..
Erdem kardeşim bizi aldı götürdü ki, o bizim Harbiye'den eser kalmamış..
Kardeşim Kemal alt yapı, baraj işleriyle uğraşır. Hatay'da da çalışmış bir ara. Geçen hafta o İstanbul'da, bizdeydi.
Anlattı.
Harbiye sularında bir azalma hissedilince, zamanın Devlet Su İşleri mühendisleri gelmişler, suyu arttırmak için dinamitler patlatmışlar. Nasıl patlatmışlarsa artık, su iyice gitmiş.. Kalan da bu işte..
Harbiye şimdi, bir iki küçük şelale arasına yerleşmiş gazino, restoran ve büfelerle dolu yemyeşil bir yer.. Yani mesela bir haftalık bir Hatay Tatilinde oraya sıra gelmez bana sorarsanız.
Muhteşem Hatay günlerimizin nazarlığı oldu, Harbiye yani!.