Salı günü öylesine yorucu oldu ki bu hafta, 90a çekiminden turşu gibi dönünce, evden çıkamadım. Birikmiş dergi ve gazeteler de var..
Kendime bir "Dinlenme gecesi" verdim..
Haberleri izlerken baktım.
Günlerdir devasa reklamları yapılan "Mehmed, Bir Cihan Fatihi" adlı dizi, o gece başlıyormuş..
Birden anılar canlandı gözlerimin önünde.. Çocuktum daha izlediğimde. Yıl 1951.. Kilis'te ilkokuldayım.. "İstanbul'un Fethi" filmine, hem de iki defa gitmiştim.
Öyle güzeldi..
Fatih'i, şimdiki Bora'nın babası Sami Ayanoğlu oynuyordu. Ulubatlı Hasan'ı da Türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından Turhan Seyfioğlu..
Bir sahneyi hiç unutmam. Bizans zindanlarında işkence gören Ulubatlı, gök gibi gürleyen Türk toplarının gümbürtüsü duyulmaya başlayınca, işkenceci Bizans subayına bağırır..
"Dinle kumandan!. Bu Bizans'ı almaya yemin etmiş olanların sesidir.. Ve yine dinle kumandan!. Bu Türk'ün sesidir!." Sahne, 1951'den beri ezberimde kalmış.
67 yıl..
O zamanın imkânlarıyla hem de nasıl nefes kesen bir film yapmıştı Yeşilçam!.
"Anılarım canlanır.. Çoktandır dizi mizi de izlemiyorum. Hele bir bakayım" dedim..
Bakmaz olaydım!.
Eğer bu Mehmed İstanbul'u aldıysa şaşarım.. Bu dizideki Mehmed pazardan karpuz alamaz, yahu..
Sultan Murad ölmüş.. İki oğlundan Mehmed Manisa'da..
Orhan Bizans'ta.
İkisinden hangisi, zamanın payitahtı Edirne'ye önce gelirse padişah olacak. Ötekinin kellesi gidecek.
"Zaman her şeyden kıymetli" deyip, her türlü güvenlik önlemini kenara bırakarak fırlıyor Mehmed.. Ama salonun bir ucundan, kapıya yarım saatte geliyor. Atına biniyor. Ok gibi fırlayan at, beş metreyi beş saatte geçiyor..
Çünkü dizinin nerdeyse yüzde 80'i yavaş çekim.. Dizinin nerdeyse yarısı hem de diyalogsuz, yavaş çekim..
Yavaş çekim yürüyor, yavaş çekim gidiyor ve hiç konuşmuyorlar. Diyalog yok bütün ormanı yavaş çekim geçiyorlar ki, 10 dakikada bitecek minnacık senaryo, üç tam üç saate uzasın.. Yönetmenin tek amacı var, uzatmak.. Sakız ayni sakız.. Ama çekersen ucunu dişinle ısırıp uzar.. İğrenç değil mi?. Dizi de öyle..
Bu ne rezilliktir yahu?.
Benim insanım saatlerce evde oturup bu rezilliğe tahammül mü ediyor?.
Bağımlı mı bunlar?. Eroin, bonzai mi alıp oturuyorlar ekran başına da, saatler boyu bu ritmsiz, temposuz, ruhsuz, hareketsiz, eylemsiz rezilliği izliyorlar?.
Bu ülkenin TV yazarları ne yapıyor yahu?.
"Bu ne utançtır" diyen yok mu?.
"İmdaaaat!.." diyen yok mu?.
Yıllar yıllar önce, TRT yeni yeniyken daha "Kartallar Yüksek Uçar" diye bir yerli dizi, yabancı dizileri, Uzay Yolu, Kaçak gibilerini sollayıp geçmişti.
Senaryoyu yazan Attila İlhan yakın dostum ağabeyimdi. Ona sormuştum "Bu dizinin sırrı ne" diye..
"20 saniye kuralı" dedi.
Amerikan dizilerinde varmış bu kural..
20 saniyede bir ya sahne değişirmiş, ya da devam eden sahnede bir değişiklik olur, biri girer, ya da çıkarmış..
Bu kural, TV dizilerine öyle bir ritm ve tempo kazandırmış ki, Hollywood filmleri bu temponun yanında yavaş kaldıkları için, sinema seyircisi azalır olmuş..
TV'nin hızlı temposuna alışanlar, sinemada sıkılmaya başlamışlar.
Kalk mezarından da bak, Kaptan!. 20 saniye değil, 20 dakika kuralı var, Fatih dizisinde..
20 dakika kimse konuşmuyor.. Ağır çekim bir yerden başka yere gidiyor. Yol boyunca da bir şey yok. Diyalog da yok..
Ağır çekim, ağır ağır gidiyorlar işte..
Tövbe!. Bir daha bakmam!.
Bu Fatih'in, İstanbul'u almasına ömrüm yetmez, çünkü!.
Edirne'den İstanbul'a yüz yılda gidemezler yahu!.
Gemilerin karadan yürütülmesi sahnesini bir düşünün. Zaten ağır.. Bir de ağır çekimde.. En az 10 bölümde inerler, Haliç'e..