Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen hocam, geçen pazar bu köşede çıkan "Özgür Kız anıtına ne oldu" yazımıza bir maille yanıt verdi.. Önce olayı da özetleyen bu yanıtı okuyalım..
"1967'de Eskişehir Belediye Başkanı olan merhum Sebahattin Günday o dönemde belediye binası olarak kullanılan, Köprübaşı'nda Porsuk'un meydana getirdiği göl kısmında benim de dostum olan heykeltraş Doç. Tankut Öktem'e Amerika'daki Özgürlük Heykeli'ne benzeyen ve betondan yapılmış elinde meşale tutan bir kadın heykeli diktirmişti.
2002'de Porsuk Çayı'nın ıslah ve yeniden düzeltilmesi sırasında yatak dibinde biriken 2.5 metre yüksekliğindeki balçık temizliği sırasında beton heykelin kaidesini kırmak zarureti olmuş ve bu işlem sırasında malzemesi çimento olan heykel ağır hasar görmüştür. Ne yazık ki kum ve beton karışımı olan heykeli yeniden tamir etmek mümkün olamamıştır.
Esasen Porsuk'un Avrupa Yatırım Bankası'nca yapılan yeni düzenlemesinde suyun içinde kırılan heykele benzer bir yapıt öngörülmemesine karşılık Eskişehir'in değişim ve dönüşüm projelerinde onlarca bronz, mermer heykel yer almıştır."
Yılmaz Büyükerşen Hocayı yakından tanırım. Çok da severim.. Çok da alkışladım. Önce yoktan bir Üniversite var etti. Sonra da, tipik bir Anadolu kasabası görüntüsündeki Eskişehir'i "Emekli olursam gidip yaşayacağım yer" diye bu köşede kaç kez yazdığım muhteşem bir "Kent" yaptı..
İstanbul, Ankara, İzmir dışında böyle bir gelişmeyi, bir de Celal Doğan'ın yarattığı Gaziantep'te görmüş, o zaman gitmiş, köşe köşe gezmiş ve dönüşte günlerce yazmıştım.
Antep ve Eskişehir, üç büyük kente göçlerin nasıl önlenebileceğinin göstergesi oldular.. Çözümü gösterdiler.
"Anadolu'da yeni merkezler yaratmak!." Eskişehir'e tesadüfen gitmiştim.
Balkan Binicilik Şampiyonası mı ne vardı. Bir hafta kaldım. Gezdim, dolaştım.
Gördüklerime inanamadım..
Ankara'da yaşarken, o sıralarda doğan o ünlü "Es es es.. ki ki ki.. Eski..
Eski Es" takımını izlemek için gittiğim Anadolu kasabasına sanki lambadan çıkan cinin eli değmişti.
Kent nasıl yeni baştan düzenlenmiş, nasıl yeni bir hüviyet almıştı..
Bir defa Porsuk bölgesi.. Nehir etrafı öyle yapılmıştı ki, Eskişehir'e deniz gezmişti adeta.. İstanbul Boğazı örneği iki yakada dinlence, eğlence yerleri, plajlar hatta.. Yoldan geçenlerin oturup dinleneceği ve etrafı izleyeceği teraslarda banklar..
Heykeller.. Ben bu kadar heykelli kenti Avrupa'da görmedim. Yılmaz Hoca Eskişehir'e bir heykel atölyesi kurmuş, kendisi de kollarını sıvayıp başına geçmişti. O atölyeye de gittim. Parmak ısırdım.
Ya parklar.. Devasa parklar.. İçlerinde tematik olanları var. İçinde korsan gemilerinin yüzdüğü göletler olan parklar var..
New York'a hep Central Park yüzünden gıpta ederdim. Öylesi parklar kenti olmuştu, Eskişehir de şimdi..
Eski zeytinyağı fabrikalarının bulunduğu bölge, o tarihi yapı muhafaza edilerek kente yeni bir kimlik kazandıran Üniversite öğrencilerine, gençlere ayrılmıştı.
Diskolar, kafeler, canlı müzik yapan kulüpler.. Aklınıza ne gelirse..
Ya o yepyeni Kültür Merkezleri..
Opera salonu.. Konser salonu..
Tiyatro salonları..
Eskişehir, müthiş bir kültür sanat merkezi olmuştu. O salonlar hem de nasıl kullanılıyordu.. Haldun Dormen bu yaşında Baş danışman ötesi olmuştu.
Durmadan gidiyor, oyunlar, müzikaller sahneye koyuyordu.
Bu gelişmeye paralel turist de almaya başlayınca, çok da iyi oteller yapılmaya başlanmıştı.
Kendisi de heykeltraş Yılmaz Hocamın son eseri, Eskişehir Balmumu Heykel Müzesi oldu.. Madam Tussaud's Müzesinin benzerini Eskişehir'de açtı.
Öyle başarılıydı ki, Londra Tussaud's Müzesindeki Atatürk'ü beğenmeyen Mustafa Koç (Nurlar içinde yatsın), müze ile anlaştı ve oraya yeni bir Atatürk Balmumu Heykeli koydurdu.
Eskişehir'de Yılmaz Hocam tarafından yapılan yeni Atatürk..
İşte bu Eskişehir'de, o efsane Porsuk Düzenlemesi yapılırken, Tankut Hocamın halk tarafından çok sevilen ve "Kara Kız" adı verilen anıtı kaldırılmış.
Hocam yazısında "Tankut Öktem benim de dostumdu" diyor..
Yani onu tanıyor ve onun ilk, orta, lise kitaplarında resimleri olan Cumhuriyet Anıtları'nın altında imzasının olduğunu biliyor.
Bir anıtın yeri, bir önemli kent düzenlemesi ile değiştirilebilir Yılmaz Hocam..
İtirazım yok.
Ama senin gibi Cumhuriyet âşığı, senin gibi heykelin önemini bilen, senin gibi kendisi de heykel sanatçısı bir Belediye Başkanı, Tankut Hocamın heykelini yerinden kaldırıp çöpe atar mı?.
Bunu anlamakta güçlük çekiyorum Hocam..
Bu cevabı alır almaz, geçen haftaki yazıyı hazırlayan Öcal Ağbime ilettim.
Tankut Hocanın ölümü dolayısı ile İzmir'de açılan "Yaşam Boyu" sergisinin açılışına gitmiş, ayni sergiyi İstanbul'da gezerken ben nasıl çarpılmışsam, o da öyle hayran kalmış, sonra kızı o da heykeltraş Oylum Öktem'le konuşurken, Eskişehir Kara Kız anıtı, ya da acısının öyküsünü öğrenmiş, onu da yazmıştı.
Cevap aslında ağbimeydi, yani.. Ağbim de aynen Oylum'a vermiş yanıtı.
Yanıta yanıt da, Oylum Öktem'den ağbime, ondan da köşemize geldi tabii..
"Bu cevabı kim yazmış acaba Öcal Ağbi" diye başlamış, Oylum.. Devamı şöyle..
"Yazıda birkaç noktayı; cevaba başlamadan, sesli düşüncemi izninizle sizinle paylaşıyorum. Birincisi babam için 'Doçent' diyor, bugünü kastetmiyorsa babam 1967 yılında 27 yaşındaydı ve akademik hayatının henüz başındaydı. Öldüğünde ise Profesör Dr..
'Doçent' nerden çıkıyor o zaman.. İkincisi heykele 'Çimento' diyor. Beton anıtlar, heykeller, çimento ve başkaca karışımlardan oluşabilir. Bunlar malzemedir.
Malzeme, heykeli tanımlamaz. Çimento heykel kavramı, neyi açıklıyor ki... Ve sonunda yazı bir anda sanki karışıyor;
Özgür Kadın heykeli yeni projede öngörülmemiş, ama Eskişehir'e birçok başka heykel yapılmış.. Nasıl oluyor bu..
Şimdi cevabım..
Bizim 'Bize verin yeniden yapalım' talebimiz bir yandan da, bu parçalanmış heykelin yeniden bir araya gelmesinin zorluğunu da gördüğümüz içindi.
Bu yüzden kendilerine ulaşamayınca, yerel basın yoluyla "Biz bu heykeli yeniden yaparız, gösterilen yere koyarız" dedik.
Bizim baba yadigârı 60 yıllık atölyemiz aynen çalışıyor. Biz yapabileceğimize inanmasak, Öcal Bey'den böyle bir şeyi talep eder miydik?
Yazı bence, başlı başına bir telaşı gösteriyor.." Şimdi ben ne diyorum, peki, Sevgili Okurlar?.
Söyleyeyim.
Tankut Hoca da, Yılmaz Hocam gibi, sevdiğim, saydığım dostumdu. Kızı Oylum da, adeta Hocamdan bana emanet durumdadır.
İki tarafı da iyi bilen, ikisini de bu köşede defalarca alkışlayan biri olarak bu tartışmada gönlüm Oylum'dan yana..
Çünkü benim bildiğim, tanıdığım Cumhuriyet Çocuğu, sanatsever, heykeltraş, Eskişehir'i heykellerle donatan bir Başkan, Prof. Yılmaz Büyükerşen'e, Prof. Tankut Öktem gibi bir Cumhuriyet Anıtlarıyla gurur duyduğumuz bir heykeltraşın, bir sanatçının eserini her ne sebeple olursa olsun parçalamak ve çöplüğe atmak yakışmıyor.
Diyelim o anıt heykelin kaldırılmasına karar verildi. O zaman yapılması gereken şey, "Gelin babanızın heykelini alın" demek olmalıydı.
Hele çöplükte resimler çıktıktan sonra "Bunları bize verin, yeniden yapalım" diyen aileye cevap bile vermemek, bir tavır değilse, nedir?.
Sevgili Büyükerşen Hocam..
Bence hatalısın..
Diyelim benim heykelimi yaptın ve getirdin benim bahçeme diktin. Eskişehir Balmumu Müzesine değil.. İstanbul'a, Etiler'e, Alkent'e bile değil, benim bahçeme diktin.. Hediye, hatıra diye.. Sonra bir gün baktın, o heykel paramparça çöplükte..
Ne hissedersin Hocam?.
Bu hatayı düzeltmek sana düşüyor sevgili Hocam..
Nasıl mı?.
Onu aileyle, yani "Babasının Kızı" Oylum Öktem'le konuşmalısın!..
Hem de hemen!.