Ankara'daki hele benim için en keyifli, en bitmesin istediğim saatleri, Kemal'in evinde, Nükhet'in hazırladığı tadına doyulmaz kahvaltı masasının etrafında tüm aile toplandığımızda yaşadım.
Dört kardeş.. Serpil ve Kemal'in oğulları Ömer ve Önder'in yeni gelişen aileleri ve de hepimizin ama hepimizin sevgilileri, dördüncü kuşak.. Dünya tatlısı Leyla ve Ayşegül, ordaydık..
Bizim ailenin bütün fertleri, erkekler dahil, kahvaltı hazırlamasını bilirler. En azından kahvaltıyı hazırlayan ev sahibesine yardımcı olurlar..
Neden?.
Çünkü, kahvaltı "İyi Aile" olmaya giden en önemli yoldur.
Çünkü, aile bağları, "Bir arada" olmakla güçlenir, kopmaz hale gelir.
Bir arada olmayı, bir masa etrafında toplanmayı, birlikte sohbet etmeyi sağlayan şeydir, kahvaltı. Özellikle de pazar kahvaltıları.. O gün okul yoktur, iş yoktur. Herkes evdedir. Hatta civardaki yakın dostlar, arkadaşlar bile davetlidir. Üzerinde her şey olan o zengin masa, aslında bambaşka bir lezzet sunar..
Sohbet!..
Birbirinizle konuştuğunuz, anlattığınız, dinlediğiniz kadar yakınlaşır, bağlanır, kopmaz olursunuz..
Kahvaltının önemini babam öğretti bize..
İlk anılarım Bandırma'da başlar.. Savaş ve sonrası yılları.. Ekmek bile karneyle.. Şeker, pirinç, yumurta hep karne..
Babam maaşı aldığı gün, annemin eline koyar.. Ayın sonunu o para ile getirecek annem.. Ay sonunda, o el bomboş olurdu. Kuruş devretmezdi ertesi aya.. Öyle ucu ucuna yaşardık. Öyle ki, patates bile pahalı olduğundan, ara ara, ağbimle nefret ettiğimiz kereviz ve yer elması alırdı, patatesin yerini, üç kuruş daha ucuz diye.. Öylesine hesap yapardı annem, ayın sonu gelsin diye..
Ama o yaşamın içinde, pazar kahvaltıları, Halil İbrahim Sofrası olurdu adeta.. Kuş sütü eksik derler ya, öylesi..
Apikoğlu sucukları.. Zamanın en pahalısı.. Kayseri pastırması.. Ezine beyaz peyniri.. Herkese çifter çifter haşlanmış yumurtalar.. İsteyen rafadan.. Ağbimle ben lop severdik. İki yumurtayı tabakta ezer, peynirle karıştırır, üzerine, nane, kırmızı ve karabiber eker, sonra ekmeğin üzerine çeker, nasıl yerdik..
Zeytinleri, annemin sabah kızarttığı Çerkes usulü hamurları, gene annemin o yoklukta var edip yaptığı çeşit çeşit reçelleri, halis tereyağlarını saymıyorum bile.. Yokluk yıllarında pazar kahvaltısı mucizesi.. Her şey, en iyisi, en pahalısından var!.
Altı gün yokluk çeken aile, pazar sabahları nasıl bu bolluğu yaşardı, beş yaşındaki aklım basmazdı..
Ama dedim ya, o sabahları asıl lezzetli yapan şey, o inanılmaz lezzet masası değil, babamın etrafında tüm aile toplanmamız olurdu. Tüm aile bir arada, haftanın tek yemeği.. Zaman sınırlaması yok. Birinin bir yere koşması yok.. Masanın hepsi bizim. Zamanın hepsi bizim.. Bir arada bizim..
Edebiyat, özellikle şiir, tarih meraklısı babam durmadan okur, okuduklarından pazar sohbetleri çıkarır, konuyu açardı..
Ağzım öyle açık kalırdı ki dinlerken, o lezzetleri çiğnemek için zor kapardım..
Sevgili Babam!. Sevgili annem!.
Meğer bize aile olmayı öğretirlermiş..
Ankara'da pazar sabahı Nükhet'in her zaman muhteşem kahvaltı masasında toplanmış, oğlu Önder'in kızarttığı sucukları beklerken, o unutulmaz "Uluç" kahvaltılarını hatırladım işte.. Çaldıran'da dört kişi ile başlayan, Van'da beş, Bandırma'da altıya ulaşan kahvaltıları..
O altı insanı nasıl kopmaz gönül bağları ile bağlayan kahvaltıları, kardeşler kendileri aile kurdukları zaman sürdürdüler.. Hep mutlu aileler oldu, ikinci, üçüncü kuşaklar..
Babam ve annem öyle atmışlar ki temeli, o bağlar ne mutlu bize, hâlâ sürüyor..