Dün sabah dokuz buçuk gibi ağbim aradı.. Sabah sabah pek aramaz.. "Hayırdır inşallah" diye açtım telefonu.. Karşımda bir kahkaha sesi.. Duruldu ve konuştu.
"Sabahtan beri gülüyorum.."
"Hayrola?.."
"Yazımı oku anlarsın.."
Okurken ben de başladım gülmeye.. Gülerken de çocukluğumuzu hatırladım..
En büyük, ama en en büyük eğlencemiz sinemaya gitmekti. Parazitli radyodan başka şeyi olmayan 1960'ların Bandırma'sında sinema nasıl bir lüks düşünsenize..
Filmleri cin gibi, hele Orduevi sinemasında ise, bedava olduğu için bir kaç defa izler, sonra da, annemle babam gece bir yere gittiler mi, salonu film setine çevirir, ikimiz bütün filmi, ikimiz oynardık..
En sevdiğimiz filmlerden biriydi, çok sevdiğimiz macera filmleri oyuncusu Douglas Fairbanks jr.'ın oynadığı Korsikalı Kardeşler.. Üç Silahşorlar yazarı Alexandre Dumas'nın (Baba tabii, oğul değil) romanından aktarılan film, iki kardeşin öyküsüydü. Korsika'nın bir kasabasında yapışık ikizler olarak doğmuşlar, doğar doğmaz da ameliyatla ayrılmışlardı. Anneleri, babaları bir isyanda öldürülünce, kardeşler de kopmuşlardı. Biri Paris'e gidip tam bir centilmen olarak büyürken, ikizi, Korsika Dağlarının en ünlü haydutu olmuştu.
Ne var ki, "Ben bir mucize yarattım, onların vücutlarını ayırdım.. Ama ruhları?.." diyen doktoru da şaşkınlığa düşüren bir durum vardı..
Korsika'daki haydut, ne hissediyorsa, Paris'teki centilmen, ayni anda ayni duyguları yaşıyordu..
Filmde Douglas Fairbanks, ikizlerin ikisini birden canlandırmıştı. Biz evde oynarken, ağbim Korsikalı Haydut olurdu, ben Parisli kibar..
***
Dün sabah benim, Benfica maçı sonrası Hamza eleştirimi okumuşsunuzdur.
Aynen şöyle diyordum..
"Benfica ile kazanmak için oynayacağız' dedi, giderken.. Meğer mezarlıktan geçenin ıslık çalmasıymış yaptığı. Yüreğindeki korku yaptığı takıma, oynattığı futbola yansıdı."
Ağabeyimin dün sabah Türkiye gazetesinde, Hamza için kaleme aldığı eleştirideki cümlesi ise aynen şöyleydi..
"Bu kompleksten bir türlü kurtulamadı; 'Portekiz'e kazanmak için gideceğiz' sözünü defalarca söylediği hâlde, sahaya sürdüğü tertip ve taktik gösterdi ki, o sözler 'Korku içindeki adamın gece mezarlıktan geçerken ıslık çalmasına' benziyordu!.."
Ben de gülmeye başladım, yazının sonunu getirmeden.. Hamza'nın korkusunda ittifak tamamdı da, bunu ayni deyişle, karbon kopya gibi anlatmak ne oluyordu?..
Dahası..
Ben Hamza Hoca'yı şöyle yazmıştım..
"Hamza Hoca'nın hani eskiler nasıl derler, Galatasaray Hocası olmak için daha bir fırın ekmek yemeğe ihtiyacı var. Türkiye'nin en eski, en büyük taraftara ve en büyük zaferlere sahip kulübünü taşımak kolay değil..
Hamza, mayasındaki iyi malzeme ile zaman zaman çok iyi şeyler yapıyor. Ama kafasındaki taşlar henüz yerli yerine oturmadığı için, kendisine güveni yok."
Ağbimin ifadesi ise şöyleydi..
"Zira Galatasaray'ın başında 'iyi bir insan var, temiz bir insan var, dürüst bir insan var' ve de 'iyi bir hoca' var ama bu hoca hâlâ büyük takım hocası olamadı, olamıyor!.."
İki yazının altında iki "Uluç" imzası görenler haklı olarak düşünebilirler..
"İki kardeş oturmuş, konuşmuş, yazmışlar.."
Cümleler bile nerdeyse karbon kopya olunca, böyle düşünmekte de haksız sayılmazlar. Üstelik, bu bir değil, iki değil..
Ağbime kaç defa takıldığımı hatırlıyorum..
"Yasemin'i kovmam lazım herhalde. Senin casusun. Yazımı, editöre yollamadan sana mailliyor, kesin" diye..
Ağbim sabah gülmeler arasında "Yazımı oku, anlarsın" derken eklemeyi ihmal etmedi..
"Vallahi, billahi Yasemin'in suçu yok. Kızı kovmaya kalkma.."
Şimdi biz geçin yapışık olmayı, ikiz bile değiliz Öcal Ağbimle..
Peki ne oluyor o zaman da, nerdeyse kelime kelime ayni şeyleri düşünüp yazıyoruz?.
Onun cevabını da eskiler vermişler, bin yıldır..
"Aklın yolu birdir.."
Peki, Hamza'yı bizim gibi eleştirmeyenlerde akıl yok mu o zaman..
Var.. Hem de biraz fazla var.. Aklında bin tilki dolaşırsa, olanı değil, işine geleni, olmasını istediğini yazarsın..
Babam Uluç kardeşlere
"Düşündüğünüzü, bildiğinizi, inandığınızı söyleyin" dedi, hep..
"Kim ne der" diye düşünmeden, bin kişi içinde tek kalmaktan korkmadan, kişisel hesaplar içine düşmeden.. Yanlış yapabilirsiniz. Herkes yanlış yapar. Ama yaptığınız yanlış kendi yanlışınız olsun. Başkasının hesaplarına, oyunlarına alet olmayın" dedi, bize gazeteciliği öğreten M. Ali Ağabey de.. (Kışlalı)
O zaman işte, "Aklın yolu" bir oluyor!.