Kültüre ve sanata meraklı birisi olarak kendisine çok şey borçlu olduğum, dostluğu ile gurur duyduğum Nejat Eczacıbaşı'nın ölüm yıldönümünde, ondan emanet kabul ettiğim, Bülent Eczacıbaşı kardeşimle İstanbul Modern'de buluştum.
Dünyanın en güzel müze yeridir orası, boydan boya uzanan terasının sunduğu panoramik İstanbul ve Boğaz manzarasıyla.. O gün o manzara yoktu, çoğu zaman olduğu gibi. Devasa bir gezi gemisi burnumuzun dibine yanaşmıştı. Boğaz'ı değil, kamaraların içini görüyordum, öylesi..
Koca İstanbul'da o geminin ille de oraya bağlanması ve dünyanın en güzel müzesini piç etmesi de, bizim Kültür ve Sanata verdiğimiz değerdendir, yıllar yılı..
Nejat Beyin kurduğu o müthiş atılımları yapan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) her yıl bir bienal (İki yılda bir demek) düzenler. Biri Tasarım Bienali'dir. Nispeten yeni.. Öteki İstanbul Bienali.. 14'üncüsü. Çeyrek asırlık yani.. Ama ikisi de dünya çapında bienaller.. Listelerde en tepelerde yer alıyorlar..
Gelenek edindik.
Bienalleri Bülent'le dolaşırız.
Program aynidir.
İstanbul Modern'in o harika terasında, Borsa'nın işlettiği kafede nefis lezzetler..
Sonra, o bienali en iyi bilen bir kılavuzun eşliğinde, onun verdiği bilgilerle dolaşma..
8 Ekim Perşembe öğle için randevulaştık.
Ayni güne Yasemin ve ben, birbirimizden habersiz yemek sözleri verince, İsviçre'de yaşayan gençlik arkadaşım Sevgili Fikret Batumlu'yu da oraya çağırdım.
Sergiyi gezerken bayıldı. Öyle bayıldı ki, "Dönüyorum artık İsviçre'ye fazla günüm kalmadı ama buraya bir daha geleceğim" dedi.
Ertesi sabah, cuma günü yazabilirdim..
Yazmadım..
Harika bir torba verdi bana ayrılırken Bülent.. İçinde bienalin kitabı..
Şöyle karıştırdım müthiş.. Bir dosya..
Dış basında çıkan bienal yazıları..
Beynim dedi ki.. "Hafta sonu evde otur, dersini çalış, pazartesi sabahı yazarsın, salı çıkar.."
Hafta sonu evde oturdum gerçekten, ama o torbayı gözüm görmedi bile.. Ankara Garı'ndan patlayan bir bomba hayatımızı allak bullak etti.
Günlerce yaşam zevkimizi, heyecanımızı kaybettik. Nobelimize, milli takımın muhteşem geri dönüşüne bile sevinemedik.
Dün akşam üzeri telefonuma Fikret'ten bir not geldi.. "Fabıo Maurio'nun 'On the liberty' mesajı ile başlayan galeride en uzun kaldım. Bu galerideki William Irvine'in Girdap Düğümleri benim için bu serginin sembolü idi. Toplanan eserler çeşitli düşünceyi, görüşü,tarzı yanyana getirince kendimi William Irvine'in girdabında buldum.
Boğaz'dan Okyanus'a giden bu sergide hiç tanımadığım sanatçılarla tanışıp bazen hüzünlendim bazen neşelendim. Sergiyi çeşitli duygularla gezdim . Gördüğüm sergilerden çok değişikti.
Yazık ki vaktim olmadığı için, bienalin başka mekanlarını göremedim.
Dönüyorum. Sana teşekkürler."
O mesajla kafama dank etti.. "Yahu benim bu bienali yazmam gerek. İnsanların gezip görmek için topu topu 15 günleri kaldı. 1 Kasım'da kapanıyor.."
Bu arada, dış basında tonla övgü yazısı çıkarken "Kültür, Sanat" deyince sayfa sıkıntısı çeken bizim medyada bir iki yazı çıkmaya başladı. Okudum.
Sanat eleştirmenleriymiş. Sergi küratörlüğü de yaparlarmış.. Bir burun kıvırma.. Bir "Olmamış.. Iıı.. Ihhh" havası.. Herkesin fikrine saygı ama, dünya medyası bayılırken, bizim uzman küratörler niye beğenmiyor.
Komplo teorisi patlıyor kafamda.. "Biz daha iyisini yapardık, niye dışardan getirdiler?."
Valla bilmem..
Bildiğim, hemen söylemek istediğim bu Bienal'e vakit ayırın bu hafta sonu.. Hatta bütün hafta sonunuzu ayırın. İstanbul Modern'den başlayın.
Vaktiniz varsa, yolunuz düşerse öbür mekanlara da gidersiniz, ama işin özü, felsefesi, mesajı İstanbul Modern'de..
Bienal ile ilgili görüşlerimi, dünyadaki yankılarını anlatacağım size..
Ama sonra..
Hem böylesi daha iyi.. Hiçbir ön fikriniz olmadan, hiçbir etki altında kalmadan gezin.. Sergilerde gördükleriniz, unutmayın, yapanın değil, "Bakanın"dır.. Sizde ne etki bıraktı onu yaratmıştır, sanatçı!.