Mutfaktaki masama serdiğim gazetemi, kahvemi yudumlarken okuyup bitirdikten sonra, her zamanki gibi salona geçtim. Uzaktan kumandayı tıkladım. Haber kanalım açıldı ve alt yazıyı okudum..
"Gazeteci Ahmet Hakan, evinin önünde saldırıya uğradı!.."
Orda, o anda, beynim de dondu, kanım da..
Diyarbakır'da altı sandığın yeri değiştirilmiş. Bulundukları ilkokul güvenli değilmiş..
Diyarbakır değil, İstanbul!.. İstanbul'un tam da merkezi, göbeği Nişantaşı.. O Nişantaşı'nda, bu ülkenin en çok satan gazetesinin, en çok okunan yazarı güvende değilse eğer, o zaman, Diyarbakır'ı konuşmanın anlamı ne?.
Daha bir kaç saniye evvel okumuştum mutfak masamda dün yazdığım satırları..
"Herkesin, ama herkesin birbirine gözünü kulağını kapayıp sövdüğü, herkesin kendisinden olmayan herkesi "Öteki" ilan edip, hatta hedef gösterdiği, yıkmaya, yok etmeye çalıştığı günümüzde, fikir savaşının faydalı olacağına inanıyor musunuz?."
Daha mürekkebi ıslak o satırların, parmaklarım simsiyah olmuş, ordan belli.. Ama işte "Hedef göstermenin sonu!.."
Fikir savaşı fikirle yapılır.. Tehditle, şantajla değil..
İtalyanlar "Havlayan köpek ısırmaz" derler.. Tabii o alenen, resmen tehdit edenler yapmadı bu işi.. Ama sen bu kadar alenen, bu kadar ısrarla tehdit ettin mi, bu ülkede binlerce fanatik var.. Biri durumdan vazife çıkarır.. "İş başa düştü" der ve yollara düşer..
Telefona sarıldım hemen.. Ahmet sabaha karşı hastaneden eve dönmüş, burnunda ve kaburgasında kırık varmış, ama şimdi uyuyormuş..
O zaman eridi beynimi donduran buzlar.. "Ucuz atlatmış" dedim, rahatladım ve düşünmeye başladım.
Başıma geldi bilirim bu işleri..
Yıllar önce bir yığın sivil polis beni ofisimde ziyaret ettiler. İstihbarat Şubesinden uyarılmışlar. Tehdit altındaymışım. Beni koruyacaklarmış.. 'Size saldıracak kişinin Merzifon'dan yola çıktığını dahi öğrendik" dediler. Günlerce arabamda iki polis, ellerinde makinalı tabanca, arkamda bir polis arabası, gene içinde makinalı tabancalı polisler, öyle dolaştık.. Sıkıldım tabii.. Bu arada, gazete de bir koruma görevlendirince görevli polise rica ettim, "Siz artık bırakın" diye.. Onlar da tehlikenin kalktığına inanmış olacaklar ki, beni "Çağrılı koruma" sistemine aldılar.
Bu şu demek. Herhangi bir gün bir tehlike hissedersem ya da tehlikeli olduğunu düşündüğüm bir yere gideceksem, haber vereceğim, polis beni korumaya alacak.. Kaç yıldır, ben hiç polis istemedim. Gazetenin koruması yetti..
Şimdi sorum şu?.
Bugünün İstanbul Emniyeti, Ahmet Hakan'ın saldırıya uğrayacağını istihbar edemedi mi?. Hadi edemedi, tahmin de mi edemedi?. Ortada yazılıp söylenenlere bakıp, bir takım kent teröristlerinin harekete geçebileceğini düşünmek için, üstün zekalı mı olmak gerek?.
Ortada bir ihmal olduğu açık.. Bu ihmalin sorumlusu da, İstanbul Valisidir!.
Sayın Valiye iki sorum var..
1- İstanbul'da korunan kaç gazeteci var?.
2- Bu listede Ahmet Hakan niye yok?.
Cevap verebileceğini sanmıyorum!.