Üstat Radi Dikici Bizans Saraylarından bu defa tam bir Bizans öyküsü anlatıyor..
Öykünün kahramanı İmparator Heraklius'un yeğeni Martina.. Farklı bir kişiliğe sahip. Ne var ki, özel durumlar nedeniyle Konstantinople halkının onu değerlendirmesi tarihçilerden farklı olmuş. "Esasında o gerçekten farklıdır, geriye önemli eserler bırakmıştır. Gençliğinde cıvıl cıvıl, bazen yaramaz, daha sonra Heraklius'un en önemli destekçisi ve başarılarında yardımcı olmuştur" diyor, Üstat.. Merakla okuyacaksınız..
***
İmparator Heraklius 5 Kasım 610 tarihinde törenle taç giydikten sonra aynı gün nişanlısı Evdokia ile evlenmişti.
İmparatoriçe Evdokia dokuz ay sonra bir kız çocuğu, Epifania'yı, daha sonra da Konstantin adını verdikleri bir oğlan çocuğunu doğurdu.
Ne yazık ki, oğlunu doğurduktan üç ay sonra bir sara krizi sonunda vefat etti. Çiftin mutluluğu çok kısa sürmüştü.
Çocukların bakımını önce imparatorun annesi Epifania üstlendi.
İmparator Heraklius'un o sırada Kartaca'da bulunan bütün kardeşleri Konstantinople'a taşındığı için, kız kardeşi Maria da kocası ve çocuklarıyla birlikte kendisine tahsis edilen konağa yerleşmişti. Heraklius, babası gibi, tüm aileyi sık sık sarayda yemeğe çağırıyordu. Kız kardeşi Maria'nın 15 yaşındaki kızı Martina da çok kere sarayda kalıyor ve çok sevdiği yeğenleriyle ilgileniyordu.
Nitekim bir yıl geçmeden çocukların tüm bakımını üzerine almıştı.
Minik iki çocuk Martina'yı yavaş yavaş anne gibi algılamaya başladığından, artık tüm zamanını sarayda geçiriyordu.
İmparator bu durumdan çok memnundu. Önemli bir sorunu halletmişti.
Çocuklarının bakımı artık emin bir eldeydi. Ancak ortada bir zorluk vardı.
Bebek Epifania ne kadar sıhhatli ise, Konstantin o kadar hastalıklarla boğuşuyor ve Martina'nın günlerce uyumadığı oluyordu. Nitekim bir gece uzun uğraşılardan sonra oğlanı uyutmuş, ne olur ne olmaz diye yanına uzanmıştı.
O gün Heraklius, adet edindiği üzere çocuklarına sabah ziyareti yapacaktı yine. Odanın kapısını açtığında ince bir gecelikle yerde sere serpe uzanmış uyuyan Martina'yı görünce bir an duraladı; o kadar taze ve diriydi ki..
"O benim kardeşimin kızı," dedi içinden, hemen bir örtü alarak üstünü yavaşça örttü. Çok sevdiği karısı öleli epeyce bir süre geçmişti ancak o henüz acısını içinden atamamış, gece yarılarına kadar devlet işleriyle meşgul olduğu için de, o güne kadar herhangi bir ilişki kurmak gereğini duymamıştı. Ancak ne kadar kabul etmek istemese de, Martina'nın görüntüsü onu tahrik etmişti. Kendisinden utandı..
Odayı hızla terk ederek imparatorluk ofisine gitti. Ancak kafasını toparlayıp herhangi bir iş yapamıyordu. Ne yaparsa yapsın, Martina'nın o hali gözünün önünden gitmiyordu.
Daha sonra çoğalmaya başlayan ziyaretçilerle dikkati değişik alanlara kaymış ve bu meseleyi unutmuş iken, akşam ofisinden çıkıp dairesine giderken Martina düşüncelerindeki yerini almıştı yine.
Doğruca sarayın kilisesine gitti ve Tanrı'dan aklından geçenleri unutması için yardım istedi. Ertesi sabah uyandığında biraz rahatlamıştı, çocuklarının odasına gittiğinde Martina onu neşeyle karşıladı:
Konstantin iyileşmişti. "Bu akşam yemeği annemde yiyelim Martina," dedi Heraklius, "Artık kocaman kız oldun ve galiba evlenme zamanın geldi. Biraz bu konuları konuşuruz..."
Somurtarak, "Aman dayı," diye karşılık verdi Martina, "Çocukları belli bir yaşa getirmeden saraydan ayrılmam. Benden memnun değil misiniz yoksa?" "Onu demek istemedim. Neyse...
Ben şimdi gitmeliyim," deyip ayrıldı Heraklius.Yaz gelmişti. Bütün saray ve diğer aile bireyleri Haliç'e Blachernae (Tekfur) Sarayı'na gideceklerdi.
Aksilik, o gün Konstantin yine hastalanmıştı ve Martina'yla çocuklar sarayda kalmıştı.
İmparator sabah çocuklara uğradığında, Martina Konstantin'i yatağına yatırmış ilaç veriyordu. "Merak etme dayı, birkaç güne kadar iyileşir, biz de gideriz," dedi ve ekledi, "Bu akşam yemeği birlikte yiyelim mi? Siz ve ben sarayda yalnız kaldık. Ben gerekli hazırlıkları yaparım.
Ne dersiniz?" Daha önce düşündükleri nedeniyle bir an durakladı imparator. Mazeret üretmek için, "Bu akşam programım dolu gibi görünüyor," diye karşılık verdi, "Çok geç kalırsam çocukları yatır. Zaten çok yorgunsun. Sen de uyumana bak."
"Ama dayı? Lütfen beni kırmayın."
Heraklius gün boyunca tedirgindi.
Hava kararıncaya kadar bekledikten sonra dairesine giderek üstünü değiştirdi ve Martina'ya gitti. Bütün umudu onun da yatmış olması idi.
Oysa Martina mükellef bir sofra hazırlamış, bekliyordu. Onu neşe içinde karşıladı. "Çocukları yatırdım.
Uşakların hepsine de izin verdim, size servisi ben yapacağım.."
Heraklius şaşırmıştı. Ne düşündüğünü, ne düşüneceğini bilemiyordu...
Aslında olmaması gereken şeylerin olacağını seziyordu... Sofraya oturdular. Kadehlere şarap dolduran Martina'nın özel olarak hazırlandığı belliydi. Göğüs dekoltesi oldukça açık, önden düğmeli pembe bir elbise giymiş, saçlarını, ince ve uzun boynunu ortaya çıkaracak şekilde tepesine toplamış, kendisine çok yakışan yasemin kokusunu sürmüştü. Bu haliyle gerçekten de son derece alımlı, etkileyici genç bir kadın olmuştu.
Yanına oturan Martina ona bir şeyler anlatıyordu ama, Heraklius tam anlamıyla dağılmıştı. Şarabından bir yudum alıp kadehini masaya bırakırken, ansızın, "Sizce ben güzel bir kız mıyım?" diye sordu Martina.
Heraklius döndü, elini yeğeninin omzuna koyarak; "Olağanüstüsün Martina ," dedi. "Seni alacak erkek çok şanslı. Ama maalesef ortada öyle biri yok."
Heraklius'un bu karşılığıyla birlikte, aniden ayağa kalktı Martina, elbisesinin düğmelerini bir hamlede açıp üzerinden attı; çırılçıplaktı şimdi.. Hiç beklemediği bu hareket karşısında Heraklius'un ilk andaki tepkisi, onu durdurmak ya da kendini korumak üzere, ellerini kendine siper edercesine öne uzatıp vücudunu geriye çekmek oldu. Ama Martina gelip tam önünde durdu.
Heraklius artık kim olduğunu, nerede olduğunu bilmiyor, düşünemiyor, duyamıyordu... Yarım saat sonra fırtına dinmiş ama olanlar da olmuştu.
(Haftaya Martina imparatoriçe oluyor)