Nasıl arka arkaya geliyor darbeler bu sırada.. Kötü haber almadığım, bir "Ölüm" yazısı yazmadığım hafta kalmadı nerdeyse.. Yukarıdaki dostlarımın sayısı, aşağıdakileri aşmaya başladı.. Nedir bu?.
Hafta sonu arka arkaya gelen Osman Şengezer ve Sadun Boro haberlerinden sonra, dün, mini minnacık bir "Erol Simavi öldü" haberi çıktı karşıma, sabah gazetemi masama yaydığımda..
Adına "İmparator" diye kitaplar yazılan Erol Simavi.. İşin doğrusu, gerçek bir basın imparatoru olan ve bu ünvanı fazlasıyla hak eden Erol Simavi..
Bab-ı Ali'de her şey ondan sorulurdu.
Bab-ı Ali'den İki Telli'ye taşınıp "Bab-ı Telli" olduğumuz yıllarda da, rakip gazeteler dahil, sözünden çıkılmazdı..
Şimdi ne olduğumuz belli değil. Bab-ı Ali kartvizit basıyor. Bab-ı Telli'de Erol Simavi'nin gururla yaptırdığı, gururla açtığı Hürriyet binası yıkıldı. Sabah ve Milliyet binaları satıldı.. Her birimiz bir başka semte taşındık. Gazetecilerin arasına uzun mesafeler ve korkunç trafik girince birbirimizi göremez olduk.
O zamanlar, en aykırı fikirlerin gazetelerinde çalışanlarımızla bile, meslektaş bilinci içinde, dosttuk, arkadaştık. Bugünün plaza gazeteciliğinde, kendi gazetemin asansöründe gördüğüm kişinin Sabah mensubu mu, yoksa bir ziyaretçi mi olduğunu ayırt edemiyorum. Anlayın.
Erol Simavi dostumdu.
Bu sözcüğü, altını çizerek yazıyorum..
1970'li yıllarda, hele de 79'da beni transfer etmek için çok uğraştı. Bu yüzden sık sık bir araya geldik. En son, Bodrum'a davet etti, Holly ile beni.. Tatile Halikarnas yolundaki harikulade bir evde başladık.
Sonra Güvercinlik'teki deniz ve yüzme şatosuna geçtik. Göcek'teki o efsane adadaki krallar gibi bir hafta ile de bitirdik.
Her akşam üzeri saat beşte, adanın sahilindeki minik çardakta, bir kadeh rakısını içerdi, İmparator.. Ben de kürdana batırılmış salatalık dilimlerini ve beyaz peynirleri yiyerek ona eşlik ederdim. Baş başa kalıp sohbet ettiğimiz bir saat..
Erol Bey, 3 otuz para kazandığımı bilirdi, Ankara'da.. Salı, cuma yazdığım Cumhuriyet'ten yazı başı 25 lira..
Ankara'da çalıştığım haftalık Yankı dergisinde gene yazı başı 25 liralarla (Yankı'nın hemen yarısını yazdığım için) ayda bin, bin 200 lira derlerdim. Holly de Amerikan üssündeki okulda müdür sekreteri, bin dolar alıyor, px'ten de çok ucuz alışveriş ediyor. O sayede aç kalmadan geçinirdik. Bir 131 Murat bile alabilmiştik sonunda.. İki yılda bir de, Amerika'ya tatile gidebiliyorduk, cebimizde biriktirdiğimiz 800 dolarla..
Niye anlatıyorum..
Erol Bey önüme açık kartlar koymuştu. "İstediğin İstanbul'a transfer parasını yaz. Aylık maaşını yaz.. Hürriyet'e hangi makamı istiyorsan onu da yaz" demişti.. "Teşekkür ederim. Ben Ankara'da mutluyum" demiştim.
O adadaki Saat 5 kameriye sohbetlerinden birinde sordu.. "Buraya davetimi, 'Hürriyet'e transfer meselesi asla konuşulmayacak' şartıyla kabul etmiştin. Şimdi sadece merakımdan soruyorum.
Ankara'da yazı başına dayalı, hiç bir garantisi olmayan işlerle yaşarken, benim, hayatını kurtaracak tekliflerimi niye kabul etmedin?." "Bakın Erol Bey" dedim.. "Bab-ı Ali'nin en büyükleri ve rakipler dahil, herkes size 'Patron' der.. Bu ülkede Erol Simavi'ye, Bab-ı Ali'nin adı konmuş İmparatoruna 'Dostum' diyebilen tek gazeteci olma hakkımdan vaz geçebileceğim bir ücret ve makam var mı?."
Güldü.. Bir daha "Transfer" in iması dahi geçmedi aramızda.. İki dost buluşmalarımız artarak sürerken..
Kişisel menfaatleri uğruna ona yanlış bilgiler veren bir danışmanın kurbanı oldu.
Danışman korkuttu onu.. Paniğe kapıldı.
Hürriyet'i tüm varlığı ile komik paralara sattı ve Türkiye'den kaçtı.
Bir tatil için "Hayal bile edilemeyecek" bir hayat yaşadı, İsviçre'de, İsveç'te ve Monaco'da.. Ama mutsuzdu. Vatanında "İmparator"ken, adının bile anılmadığı gurbetlerde ona dünyayı bağışlasalar ne fark ederdi ki..
Hürriyet gazetesinde dahi, bir güne bir gün, "Ne yapar, ne eder" diye haber bile olmadı.. Unutulunca, "Ölmeden ölmüştü" zaten.
Sonra..
Bir sabah, Sabah'ta tek sütunda, öldü!..