Üstat Radi Dikici, bugün gördüğümüz ve gezdiğimiz surları yaptıran İmparator Heraklius'un heyecan dolu yaşamını anlatmaya devam ediyor.
***
Vali Priskus yaklaşık bir hafta içinde gerekli hazırlıkları yaptı. 29 Kasım 610 Pazar gecesini seçti.
Çünkü o gün hipodromda at yarışları vardı. At yarışlarından çıkanlar meyhanelere gidip geç saatlere kadar eğleniyorlardı. Depoları koruyan adamlar sabah olduğunda muhtemelen daha ayılmamış olacaktı. Yüzer kişilik ekipler hazırlandı. Ekipler hava kararırken eğlence yerlerine, pazar yerlerine, limana, Hipodromda gayrı resmi bahis oynatanların ofislerine, Galata'ya ve Kadıköy'e dağıldılar.
Her ekipten otuz kişi de sorumlu oldukları çete reislerinin ve yardımcılarının yaşadıkları konakları eş zamanlı basarak imparatorluk emirnamesini gösterip onları tutukladılar.
Depoların basılması sırasında bazı küçük çapta çatışmalar oldu. At yarışlarından sonra gittikleri meyhaneden yeni dönmüş sarhoş adamlar, hiç beklemedikleri bir anda ellerinde kılıçlarıyla kalabalık bir grubu karşılarında görünce ne olduklarını şaşırdılar.
Bir iki çatışmadan sonra teslim olanlar tutuklandı, olmayanlar ise öldürüldüler.
Sabah altı dolaylarında, tutuklananlar getirilip saray altındaki zindana kapatıldılar.
Heraklius o geceyi imparatorluk ofisinde uyanık geçirmişti. Sabah hava iyice ışımıştı ki, Priskus içeri girdi. "Majeste, aynen emrettiğiniz gibi yaptık. Bütün elebaşlar, yardımcıları, ve çalışanları, toplanıp sarayın altındaki zindana getirildi. Tam iki yüz kırk üç kişi... Çatışmalar sırasında sadece iki adamımız yaralandı." "Yaralanan iki askere her türlü tıbbi yardım yapılsın" dedi İmparator
.. "Yakalananlara gelince, bu gece, hiç ayrım yapılmadan, hepsinin kafası tek tek kesilip St Sergius Bacchus Kilisesi'nin yanındaki iskeleden denize atılacak."
"Depoların hepsi ele geçirildi.
Tahminimizden fazla altın, çeşitli malzeme ve silah bulduk.
Kadıköy'de ve Galata'da yüklenen arabalar yüklerini gemilere teslim edecekleri için ancak bu akşama doğru burada olurlar.
Ayrıca Hipodromu kontrol eden çete reisinin konağında yaptığımız arama sırasında konağın altındaki gizli bir odada keseler içinde yüz binden fazla solidus (en değerli altın para) bulduk. Ele geçirdiğimiz altınlar, buraya varır varmaz derhal hazine dairesine teslim edilecek.
Diğerleri ise ilgili bölümlere..." "Yakaladıklarınızın aileleri için ne gibi önlemler aldınız?" "Emrettiğiniz gibi, kapılarına nöbetçi koyduk, konaklarında tutuluyorlar."
"Bu altı çetenin mal varlığına el konacak ve tüm aile bireyleri; erkeği, kadını, çoluğu çocuğu, genci, yaşlısı, bir hafta içinde alabildikleri eşyalarıyla birlikte birbirlerinden uzak altı bölgeye sürgüne gönderilecekler.
Her biri köylere yerleştirilecek.
Valilere yazılacak emirnamelerle, şehirlere girmeleri yasaklanacak."
"Emredersiniz efendim."
Konstantinople halkı, pazartesi sabahı bambaşka bir güne uyandıklarının henüz farkında değildi. Önce şaşırdılar, inanamadılar. Yıllardır her kazandıkları paranın bir kısmını çeteye vermeye alışmışlardı. Bu, yaşamlarının bir parçasıydı. Büyük Tiyatro'nun sahibi Flavius Copius -İmparatoriçe Theodora zamanındaki Copius'un büyük torunu- şöyle diyordu: "Ama bu nasıl olur?... Yani ben şimdi artık kazandığım paranın dörtte birini haraç olarak vermeyecek miyim?
Hayaldi, gerçek oldu!...
Hemen tiyatronun eskiyen bölümlerini yenilemek için hazırlığa başlamalıyım.
Zira şehrimiz şenlenecek, müşteriler çoğalacak... Herkese duyurun, bu güzel günün şerefine bu gece her şey bedava...
" Tam o sırada tiyatrosunun başyıldızı Marianna sevinçle içeri daldı. "Duyduklarım doğru mu Copius?
İnanamıyorum..."
Sözünü bitiremeden Copius onu kucakladığı gibi havaya kaldırıp döndürürken bir yandan da yanaklarından öpüyordu.
"Doğru Marianna... Doğru...
Tanrıya şükür doğru... Artık her şey çok daha güzel olacak..."
Marianna o kadar mutluydu ki, son derece ciddi bir kişi olan Copius'un mutluluğunu gösterme biçimine şaşırmak aklına bile gelmemişti. Nefret ediyordu o kaba saba, pis heriflerden. Sık sık cinsel isteklerini de yerine getirmek, ayrıca özel gösteriler yapmak mecburiyetindeydi onlara. Nadiren küçük hediyeler veriyorlardı, o kadar. Para ödemeleri söz konusu bile değildi.
O akşam şehir bir tuhaftı.
Herkes erkenden evlerine çekilmişti.
Koskoca Konstantinople'a tam bir sessizlik hâkimdi. Üstelik Copius'un bedava yiyecek ve içecek dağıtacağı duyulmasına rağmen...Ya duydukları gerçek değilse, ya eli kanlı çeteler tam çökertilmemiş ve hâlâ sokaklardaysa!...
Ertesi gün de ne olur ne olmaz diye pek dışarı çıkmadılar, ancak çarşamba günü duyduklarının gerçek olduğuna inandılar.
Sokağa fırlayarak içki içip dans etmeye,"Heraklius... Heraklius," diye bağırmaya, tezahürat yapmaya başladılar.
Önceki gecelerin aksine bütün şehir, genç, yaşlı, çoluk çocuk ayaktaydı. Dondurucu soğuk bile bu muhteşem coşkuya engel olamamıştı...
(Heraklius devlet gücünü kullanarak çok zor olmayan sorunu çözmüştü ama esas zor olan devletin iki yakasını nasıl bir araya getirecekti acaba? Gelecek hafta.)