İlk başlangıç işaretleri geçen pazartesi gelmişti.
Burnum fena halde akıyor, ikide birde hapşırıyordum.
Doktor arkadaşlar "İlkbahar alerjisi" dediler, telefonda.. Ne ateşim vardı, ne de kırıklığım da ondan..
Ateşim hiç olmadı zaten. Ama kırıklığım başladı ve giderek arttı. Sabah gazeteye geliyor, yazıları hemen bitirip eve dönüyor, gece program varsa, kendimi onun için bir nevi kampa alıyordum. Program dediğim "Mutlak" dediklerim.. Öyle sinema, tiyatro gibilerini erteliyordum.
Ama Melihat Gülses Konseri ayda yılda bir oluyordu mesela.. Perşembe gecesi ona yarı ölü gittim.. O geceyi felaket geçirdim. Cuma sabahı gazeteye tam ölü gibi geldim. İşleri güç bela bitirebildim ve "Pazartesi sabahına kadar kesin istirahat" kararı ile eve döndüm.
Karar vermesem ne olacak?.
Kıpırdayacak halim yok.. Burnumun akması, vücudumun su kaybetmesi boyutlarına vardı.. Hapşırıkların arasına, öksürükler de karıştı. Ama ateş yok..
Cumartesi sabahı, Doktor Erdoğan telefon etti. "Öksürük" lafını duyar duymaz, "Hemen geliyorum" dedi.
Erdoğan Frankfurt'ta yaşar. Hafta sonu için gelmişti. Birlikte program yapacaktık güya.. Geldi.. Kaşığın sapını ağzıma soktu. Gırtlağıma baktı.. "Öksür" dedi..
Demese de öksürüyorum zaten.. "Gırtlakta enfeksiyon var, Ağbi" dedi.. "Daha aşağılara inmeden önlemeliyiz.
Antibiyotiğe geçeceğiz.."
Tedbirli gelmiş. Cebinden bir kutu çıkardı. Yedilik bir paket.. "Bundan beş gün, beş tane alacaksın. Her gün ayni saatte.. İyileşsen bile 5 günü tamamlayacaksın."
Hemen bir tane aldım, cumartesi öğlen 14.15!.. ..Ve o gece pazartesiden bu yana ilk defa kesiksiz uyudum.. İyi uyku, iyi olmanın en büyük kanıtı.. Pazar sabahı, ilk defa keyifle kalktım yatağımdan.. İlk defa gazetemi keyifle masaya yayıp, kahvemi koydum.. (Şimdi o ilacın adını merak ediyorsunuz çoğunuz biliyorum. Söylemem..
Ülkemizde antibiyotik çılgınlığı yaşanıyor zaten. Olur olmaz kullanım yüzünden, antibiyotikler hayat kurtaracakken, yarattıkları bağışıklık yüzünden işe yaramaz hale geliyorlar.
Benim tür grip salgın. Nerdeyse her üç kişiden biri hasta.. Herkes kendi doktoruna gitsin. İlacını kendi doktorundan alsın. İyileşinceye kadar değil, doktor "Kes" diyene kadar yutmaya da devam etsin.) Gazetenin iyice siyasileşen birinci sayfası bana göre değil.. Siyasal Bilgiler okuduğum halde siyasetten nefret ediyorum. "Oğlum Hıncal, bir haftadır ilk defa keyifle uyandın. Keyfini kaçırma, ilavelerden başla" dedi, iç sesim..
Üstte Pazar Sabah duruyor. Reklam sayfasını sıyırdım. Kapak karşıma çıktı.. "Vay be" diye bağırdım ilk sayfayı görünce.. Birinci sayfanın göbeği koskocaman Yıldızlar Orkestrası'na ayrılmış.. Gürer Aykal'ın dünyanın en ünlü orkestralarında çalan Türklerden kurulu "Türk Yıldızları Orkestrası"nın provasına gitmiş, Ceren Arseven. Röportaj yapmış Gürer Şefimle.. Orkestradaki genç ünlülerle.. Bu Pazar Sabah için bir devrim..
Sayfaları çevirmeye başladım..
Hasan Bülent Kahraman bir Anadolu yazmış, "Derin Anadolu'm..." diye.. Muhteşem.. Nasıl bir hazinenin üzerinde yaşıyoruz.. Dünya uygarlığının beşiğine nasıl sahiplik etmişiz.. Bu yazı satır satır ezberlenmeli. Okullara ders diye konmalı.. Kesilip cepte taşınmalı..
Bu ülkede "Biz" varsa, burda işte.. "Biz Anadolu'yuz.." İyonya biziz..
Urartu, Komagene de.. Roma, Bizans, biziz.. Pontus da, Ermeni İmparatorluğu da.. Selçuklular zaten biziz.. Hepsi biziz..
Hasan Bülent'in son cümlesine dikkat!..
"Bu Anadolu'nun kapısını aralama zamanı gelmedi mi?."
Nur Çintay gene dünya şirini bir pazar yazısı kaleme almış. "Elma gibi elma yok mu?." Pazarcılara dokunduruyor.. "Beton gibi elma.. Muz gibi elma" diye bağıran pazarcılara..
Porsiyonu 2 bin lira olan dondurmayı yazıyor. Meğer sosu 23 ayar altınmış..
Nerde?. Dubai'de tabii..
İdil Alakuş'un "O evde çok sevildiğimizi hissettik hep" yazısı, beni ilk gençlik yıllarıma döndürdü. Yazları Menekşe, Basınköy'de oturan Necati Dayıma (Bilgiç) giderdim. Çetin Altan, Yaşar Kemal dahil ünlüler orda otururdu.
İdil beş altı yaşlarında o yıllar.. O yılları anlatmış işte.
Doğma büyüme İstanbullu, ünlü polisiye romanlar yazarı Makaris, "İstanbulca" diye bir sözlük yazan Nikos Zahariades'i ve kitabını anlatmış, Atina'da.. Stelyo Berberakis de onu anlatıyor. Yüz yıllar boyu bir arada yaşamanın Türkçe ile Rumcayı nasıl birbirine soktuğunu anlatıyor.
Zahariades adı bana hiç yabancı değil. Zahar, Şeker demek. Bir Atina gezimde, İstanbul'dan göçme Rumlardan bu isimde biriyle tanışmıştım.
İstanbul'da iken adı Şekeroğlu imiş zaten.. Birlikte yemek yerken bana, tam da bunu anlatmıştı. Kaldırım sözcüğünün Türkiye ile Yunanistan arasında dört defa nasıl gidip geldiğini..
Her defasında nasıl küçük değişikliklere uğradığını. Dönüşte yazmıştım da..
O Zahariades mi acaba?.
..Ve Ömer Görçin'in bir filme konu olacak yazısı.. "Hayatı mat eden kız.."
Uganda'nın sefilden de sefil bir mezbelesinde yaşarken bir kilisenin köşesinde masa başında bir şeyler oynayan çocuklara bir tabak yulaf lapası verildiğini görünce açlıktan ölmemek için oyuna katılmış. O Ugandalı minik kız, şimdi Dünya Satranç Ustası adayı..
İki Bülentler'in hiç bir spor sayfalarında benzeri olmayan spor yazılarına zaten tiryakiyim. Onları da okuyup çevirdim.
Cem Sancar "Tek Yol Devrim Tablosu" diye başlık atmış.
Şişhane'de bir eski apartmanın duvarındaki bir tablonun peşine düşmüş.
Anlatım müthiş.. Türkçe müthiş..
Tam pazar lezzet yazısı.. Adresi de tabloyu da bulmuş sonunda.. "Tek Yol Devrim"miş tablonun adı iyi mi?.
Bizim de bir Guernicamız var yani..
Cem'i bulup o tabloya gitmeliyim.. "İşte bu" dedim, son sayfasını çevirirken Sabah Pazar'ın "İşte bu.. Pazar Gazetesi böyle olmalı.."
Erdoğan'ın ilacı, hafta sonunun ilk mucizesiydi. Beni canlandırdı. Şengül Balıksırtı ve arkadaşlarının Pazar Sabahı ikincisi oldu.. Ayağa kaldırdı..
Artık, akşam üzerine, yaklaşık 20 arkadaşımın geleceği derbiye ve onları ağırlamaya hazırdım!..