Efendim pes ediyorum.. Çok sevdiğim, çok inandığım, özellikle edebi eleştirmen yanına büyük saygı duyduğum can kardeşim Hasan Bülent Kahraman'ı kendi ellerimle hakem tayin etmiştim, Öcal Ağabeyim'le olan tartışmamıza.. Nâzım'ın o dünyalar güzeli Salkımsöğüt şiirinde, güneşin battığı yere koşan atlılardı, tartışma konumuz. Ağabeyim, onların St. Petersburg'a kaçan çarlık Rusyası askerlerinin peşindeki Devrim Ordusu (Kızıl Ordu) olduğunu söylüyordu. Bense "Güneşin battığı yer"in İzmir, atlıların da, kaçan Yunanlıların peşindekilerin de "Kuvayı Milliye" süvarileri olabileceği tezini ileri sürmüştüm.
Hasan Bülent bir ayak üstü görüşmemizde "Galiba Öcal Ağabey haklı" demişti. Sonra da, bir mail yolladı..
Buyrun..
***
Sevgili Hıncal ağbi,
Bana verdiğiniz görevi biraz geciktirdim. Kusura bakmayın. Yolculuktaydım.
Evet, ayak üstü ama lezzetli sohbetimizde verdiğim bilgiyi, tekrar salim kafayla gözden geçirdim ve ilk düşüncemin doğru olduğunu gördüm.
Nâzım Hikmet ustamız, Salkımsöğüt isimli şiirinde bizim Kurtuluş Savaşı'nın şanlı atlılarını değil, Kızıl Ordu'nun atlılarını dile getiriyor.
Şiiri 1928 gibi yazdığı tahmin ediliyor.
O yıllar Nâzım Hikmet için epey dağdağalıdır. Türkiye'ye Rusya'dan gelip gitmeler, hapse girip çıkmalar ve nihayet afla birlikte başlayan özgürlük ortamı -o da artık ne kadarsa. Tabii, en önemlisi Resimli Ay dergisinde başlattığı "Putları Yıkıyoruz" polemiği.
1929'da, 835 Satır isimli kitabı geliyor ve Salkımsöğüt bu kitapta yer alıyor. Kitabın Sofya baskısının sonunda yazılış tarihi var: 1928. Şiirde 'Kızıl Ordular' adı geçiyor. Dolayısıyla neye atfen yazıldığı açık. Daha da beteri 'beyaz orduların ardında kılıç oynatamayacak!' deniyor. Nitekim şiir, o ordudan ölen birinin hikâyesidir.
Bu şiirde yer alan ve bir kelimenin her mısrada bir hecesine bölünerek yer alması ise ayrı ve uzun bir hikâyedir.
Öte yandan gene bu kitapta bulunan ve o yıllarda yazılmış şiirlerin tamamı Rusya'yla ilgilidir. Kitabın ilk şiiri ve çok iyi bilinen 'Güneşi İçenlerin Türküsü'nde de 'alev bilekli süvariler kamçılıyor/şaha kalkan atlarını' diyecek, bununla kalmayacak, bu 'kızıl' kavramına neredeyse her yerde atıfta bulunur: 'şu güneşten/ düşen/ ateşte/ milyonlarla kırmızı yürek yanıyor'. Ayrıca 'Açların Göz Bebekleri' gene bu kitapta yer alacaktır ve Nâzım Hikmet'in bir tren yolculuğunda gördüğü, Rusya'yı kasıp kavuran açlığı anlatacaktır. Gene 'Bahri Hazer' de o yılların Rusya'sından, Nazım'ın sonuna kadar bağlı kalacağı Azerbaycan'dan esinler taşıyacaktır.
Bir de şunu belirteyim. Nâzım Hikmet sonradan Mustafa Kemal'in önemini anlamış, ona yazdığı mektupta bu gerçeği dile getirmiş ve muhteşem Kurtuluş Savaşı Destanı'nı kaleme almıştır. Oradaki 'şayak kalpaklı adam' diye başlayan bölüm Mustafa Kemal Paşa'nın olağanüstü bir tasviridir ve Nâzım Hikmet'in ifade gücünün doruklarındandır.
Fakat 1920'li yılların başında henüz bu anlayış içinde değildir. Tersine, bilhassa Mustafa Suphi'nin boğdurularak öldürülmesi hakkında yazdığı şiirinde 'Kemal kumandan' der, 'burjuva Kemal' der ve Paşa'ya gayet ağır sayılabilecek şekilde seslenir. Dolayısıyla o yıllarda henüz Kurtuluş Savaşı övgüsü içinde değildir.
Kısacası, Kurtuluş Savaşı'nın şanlı orduları değil, bu şiirde anlattığı, Kızıl Ordu ve onun bir milisidir.
Çok sevgilerle, içtenlikle ve en iyi dileklerle sevgili Hıncal Ağabey.