Allah göstermesin ya, bu ülkede siyasetçi olsam, Kültür Bakanı olmak isterdim.. Bana göre insanın, bu ülke vatandaşı olarak daha fazla gurur duyacağı bir alan yok.. Sanatın her dalında ne harikalar yaratıyoruz.. Çoğunun kendimiz dahi farkına varamıyoruz ki, dünyaya tanıtalım..
Ama artık öyle bir düzeye geldik ki, sınırlarımıza sığamaz olduk.. Dünya bizim sanatçılarımızı bizden iyi tanımaya ve değerlendirmeye başladı..
Üstelik bizim gölge Kültür Bakanlığımızdan destek değil, son zamanlarda hatta köstek gelirken..
Pazar sabahı İzmir'e uçtum.. Sevgili dostum Can Ortabaş "Tam senlik bir gece" demişti, haftalar önce..
Can Urlalı.. Urla'yı cennete çevirenlerden.. Önce bir koca çiftlik yaptı, fidelik, fidanlık.. Yaşamdan Dakikalar günlerinde Nebil'le anlatmıştık, bu köşede yazmıştım defalarca.. Palmiyeler başta, dünyanın en ilginç ağaçlarını getirip dikmişti.. Denize doğru inen yamaçta ise, yüzlerce yaşında zeytinler vardı, dünya güzeli, bakmaya doyamazsınız.. O yamaç antik Yunan'dan kalma harabelerle doluydu, Truva gibi.. Oraları gezdirmişti bana.. "Urla" demişti, "Anadolu'da şarapçılığın doğduğu yerler arasındadır. Yunan kolonileri bu yamaçların şarap bağcılığı için fevkalade uygun olduğunu keşfetmişlerdi. Urla şarapları gemilerle taşınmıştı, Ege'ye Akdeniz'e" demişti..
"Şimdi yeniden canlandıracağız" demişti. Birkaç arkadaş bir araya gelmişler, bağlar hazırlamışlar, ortasına da bir şaraphane kondurmuşlardı.. Gidip gelirken görürdüm. En son yan duvarları görmüştüm. Bir daha gidemedim. Bina bitti, bağlar yetişti. Üretim ufak ufak başladı.. Sonra gelişti.. Duydum ama gidip göremedim bir türlü, yıllar geçerken.
Uçaktan iner inmez ver elini Urla.. Ağbime.. Sevgili Muzo, eşi Bircan, ağbim, Özay yengemiz doluştuk arabaya.. Can'ın bağlar arasındaki, mimari ödülleri almış, üst katı iki odalı bir turistik otel haline gelmiş (İki oda hepsi.
Ama bütün yazı dolu şimdiden, heveslenmeyin..) şaraphanesine vardık. Bahçesinde bir minik podyum. Podyumun üzerinde bir piyano.. Etrafında 250-300 sandalye..
Ayşe Deniz Gökçin çalıyor.. Hani geçen hafta Akbank Sanat'ta dinleyip hayran olduğum harika Türk kızı.. Londra'da yaşıyor. Ankara ve İstanbul'dan sonra, son konseri İzmir'de..
Hayranı olduğu Pink Floyd ünlü şarkılarını Lizst tarzında yeniden yazmış. Pink Floyd bayılmış en başta.. Plak teklifleri.. Albüm çıkmış.. Ardından dünya turnesi.. Tabii Türkiye..
İkinci defa, o akşam üzeri bastıran dondurucu soğuğa rağmen, nasıl keyifle ve gururla dinledim.. Hele o dünya gençliğinin ezber bildiği The Wall'ın uyarlaması Another Brick in the Wall'a bu defa âşık oldum..
Konser bittiğinde kutlamak için koştum Ayşe'ye.. Bir buzdan heykele dokunmuş gibi oldum elini sıkarken.. Donmuştu.. "Bu parmaklarla mı çaldın" dedim.. Mucizeydi yaptığı çünkü..
Ayşe harika bir konser piyanisti ama ötesi var.. Yaratıcı.. Sadece çalmıyor, bir yandan yaratıyor.. Klasik müzikle modern sanatı birleştirip yaratıyor..
Bir daha yazıyorum.
Daha şimdiden bu ülkenin dünya gururu..
Can, konuklarına, Urla bağlarının ürünü kendi şaraplarını ikram etti. Bende şarap kültürü yok. Bir kadehe Petrus, ötekine sirke koysalar, "Bu sirke" derim, o kadar. İçen uzman dostlarım var. Onlara sordum.. "Üst düzey" dediler.. Kırmızısı, pembesi ve beyazı, hepsi çok güzelmiş..
Ertesi sabah erkenden gerisin geriye İstanbul'a uçtum.. Çünkü Sevgili Dostlarımın sezona veda geceleri var, İş Sanat'ta.. Bu sene bin aksilik ayarlanmış gibi, bir türlü tek gecelerine gidemedim. "Bu defa iki elim kanda olsa" diye söz verdim ya kendi kendime.. Bir gün daha kalamadım İzmir'de ağabeyimle..
İş Sanat'a yetiştim.. İyi ki de yetişmişim..
Birkiye Kardeşler, Mehmet ve Atilla, İş Sanat'ta şiir geceleri düzenliyorlardı, harika bir ekiple, yıllardır.. Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek devamlı kadroydu. Serdar Yalçın müziklerden sorumluydu.
Geçen yıl, şiirin yanına hikâyeyi eklemiş ve müthiş bir Sabahattin Ali ile sezonu kapamışlardı. Bu yıl gene "Hikâye" idi kapanış ve Sait Faik!..
Mizansen gene, eski günler, "Radyo tiyatrosu stüdyosu."
Arkada camekânın arkasında yapımcı. Önde iki mikrofon.. Yanda minik orkestra.. Öbür yanda, ses efektlerini hazırlayan Üstat Tahsin Temren'i canlandıran genç, Yiğit Çelik.. Gene müthiş bir görsellik yarattı, tarihteki ses canlandırması.. Bugün bilgisayardan gelen sesler, o zaman ne üstün bir zekâ ve yetenekle stüdyoda canlandırılırdı, gördük..
Sait Faik'in ne büyük bir sanatçı olduğunu bir kez daha anladım. Hatta daha iyi anladım.. Okumak başka.. Ama bu harika ekibi, canlandırmalı dinlemek, çok daha başka yapıyor, Türk hikâyeciliğinin büyük ustasını.. O ne Türkçedir, o ne gözlemciliktir, o ne felsefe, o ne anlatımdır..
Sait Faik'le gurur duydum.. Tilbe, Metin, Bülent Emin, Hakan'la, Serdar'la gurur duydum.. Birkiye Kardeşlerle gurur duydum.
Bu kadar çeşitli dallarda, bu kadar yoğun, bu kadar renkli, bu kadar güçlü sanatçılar yetiştiren ülkemle gurur duydum!.
Bugünlerin temelini atan Atam'la gurur duydum..
"Güzel sanatlarda başarı; bütün devrimlerin başarılı olduğunun en kesin delilidir.
Bunda başarılı olmayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında, yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır" diyerek, kurduğu cumhuriyetin temelinin sanat olduğunu söyleyen Atam'la gurur duydum!..